Erken ayrıldı aramızdan bu “elde var hüzün” şairi. Bize de şiirlerindeki o varoluşsal hüznü ve acıyı bıraktı. Biz de çabucak sahiplendik tabii…
78 kuşağının en önemli şairlerindendir Ahmet Erhan. Okuyanı, duvardan duvara fırlatan bir tarzı vardır. Bu bambaşka tarzına rağmen pek az tanınır nedense. Öldü gitti amansız bir hastalık yüzünden. Bize de; yazdığı şiirlerde acısını, çilesini hissetmek kaldı. Neyse, Ahmet Erhan’la ilgili ne yazsak eksik kalacak. Onu kendi cümlelerimizle anlatmaya çalışıp da listenin tadını kaçırmayalım. Biz yine de ona inat şunu taa gönülden söyleyelim; “İyi ki doğurmuş annen seni Ahmet Abi!”
1. “Niye doğurdun anne beni?”
8 Şubat 1958’de, Ankara’da doğdu. Mersinli bir ailenin beşinci çocuğuydu. Babanın işi nedeniyle Ankara’dan taşınmışlardı. Çocukluğu ve gençliği Mersin-Adana hattında geçti.
Sekiz Şubat Bindokuzyüzellisekiz.
Doğum nedeni: Bilinmiyor. Ülkesi: Akdeniz
Anne niye doğurdun anne beni?
Kentlerin kalınbağırsağında bir yürek daha öğütülsün
birahanelerde bir masa daha dolsun, koroda yeni bir ses, aynada yeni bir yüz
Taşı bile kafana vursan izi kalıyor
Ben dünyaya kendimi attığımda kendime döndüm yine
hiçbir iz ve belirti yok
Lastikli toplar gibi döndüm ölümden yaşama
Bir acı ki, girmek yasaktır yazıyor bütün boyutlarında
Bir sır ki, yanıtı bilinmiyor
Adı Ahmet Erhan konulan bir yaşam karikatürü
Ey yolcu, geçerken bir taş at da öyle yürü
Çünkü yüreğinin yeri sürekli değişiyor…
2. Futboldan şiire uzanan hikâye
Adana Demirspor’un genç takımında koşturdu bir süre. Ağır bir sakatlık geçirince kendini şiire verdi, yazmaya başladı. 1976’da Militan dergisinde yayımlanan toplu şiirleriyle dikkat çekti.
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Akasya yüklü kervanlar geçer
Çan sesleri arasında bir fener
Yanar söner yanar söner yanar söner
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Kentin en kalabalık yerlerinde
Dört nala koşan bir at gibi
Çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
Yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
Hayatı teğellemek yepyeni bir güne
Ve sonra sökmek uzun uzun
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
Düşülür her şeyin altına bir tarih
Soluksuzum günlerdir geceler uzar
Yaşamak dünyayı ödüllendirmektir artık
Kendimi öldürdüğüm yerlerde beni kan tutar
3. “İyi kötü üç beş şiiri” olan bir şair
Lise eğitimini akşam lisesinde tamamladı; bunu yaparken gündüz yan gelip yattığı sanılmasın. Gündüz de çalıştı, para kazandı. Ardından Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı’nı bitirdi. Çeşitli özel kurumlarda Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı.
Kalırsa bir soru kalır benden
Yanıtı var mıdır bilmem
Denizine, göğüne, toprağına
Uçanına, kaçanına bu dünyanın
Kalırsa bir soru kalır benden
Ölüm gelir, gün akşama kavuşurken
Kalırsa bir soru kalır benden
Yanıtı var mıdır bilmem
Yazar elim upuzun bir şiir
Söyler dilim içli bir türkü
Kalırsa bir soru kalır benden
Gökte yıldızdır o, toprakta gömü
Kalırsa bir soru kalır benden
Bir de üç beş şiir, iyi kötü
4. Alacakaranlıktaki Ülke ve 23 yaşında hak edilen bir ödül
“Alacakaranlıktaki Ülke” adlı şiir kitabı 1981’de çıktı. Şair bu kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne lâyık görüldü. Karamsarlığın, umutsuzluğun, ıssızlığın başucu kitabı oldu.
Bu kez biraz uzun sürdü bu keder
İçime ağır bir taş gibi takılıp kaldı
Acı, takunyalar giyerek yürürdü yüreğimde
Sevincinse tüyden ayakları vardı.
Ve sorularım ne çoktu benim
Ellerim her taşın altını kuşkuyla aralardı
İnanmaz olurdum kimi, göğün mavi, yaprağın yeşil olduğuna
Gözlerim her renkte saklı bir karayı arardı.
Bu kez biraz uzun sürdü bu keder
Kollarımı iki yana açıp, dansetmek istiyorum
Mutlu olmak istiyorum, ey kuşlar, ey çiçekler!
5. Bir dönemin özeti: “Bugün de ölmedim anne”
https://www.youtube.com/watch?v=b7nGaz50pnM
80 öncesi ve sonrasında yaşanan dramı, bunu yaşayanlardan biri olarak yazdı. Hem de sloganvari sözlerden uzak durarak ve kendine has üslubuyla. “Bugün de Ölmedim Anne” şiiri, 80 dönemini anlatan tartışmasız en iyi şiir oldu.
Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bu gün de ölmedim anne.
Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bu gün de ölmedim anne.
Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgar, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bu gün de ölmedim anne.
Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı,yüreğimden beynime sızar
Bu gün de ölmedim anne.
6. Babanın ölümüyle birlikte alt üst olan bir yaşam
1976 yılının haziran ayında babasını kaybeder. Babası ölene dek alkolden nefret eder, ama sonrasında “bayrağı kaptığı gibi meyhaneye koşar”. Bu ölüm, şiirlerini daha da derinleştirir Ahmet Erhan’ın; zira kendisi tam bir babacı’dır ve onun ölümüyle birlikte her şey ters yüz olur.
Seninle konuşurduk baba
Böyle gecelerde, iki bilge gibi
Karşılıklı bakışarak
Bazı şeyleri kavrayamasam da, dinlerdim
Belki sen de yeni bir şeyler bulurdun geçmişte
O dupduru yüreğini, yılların
Unutulmuş sularına bırakarak.
İşte, bir minder daha koydum yanıma
Henüz sıcak
Sanki yeni kalkmışsın üstünden
Terliklerin şuracıkta, getireyim
Çayı da ocağa koyarım istersen.
Annemse haber bekliyor ruhlardan
Namaz kılarak, tesbih çekerek
Sen olsan
Gülerdin bıyık altından
- Ben gülemiyorum baba!
Ama bir insanı yüreğinde duymak için
Araya bazı kurallar koymaya ne gerek var
Anlayamıyorum, eğilip kalkmaya
Dualar okumaya?
7. Babasının Ahmet’i kendinin Erhan’ından doğmuş adı
Babasının adı Ahmet İzzet, kendi adı da Erhan Bozkurt’tur. Kendi adının önüne babasının adını koyar ve Erhan Bozkurt, Ahmet Erhan olur.
Buyrun, ben Ahmet Erhan
Bir kilo beşyüz gram gelmiş tartıda, doğduğu zaman
Dört ablanın ardından horoz çükü kadar bir oğlan
Doktorlar ve hemşireler arasında bahis salgını:
Yaşar mı yaşamaz mı şu er ve han
Üç ayda topaç, dört ayda gülle gibi olmuş
Daha doğumda ağlamayı ertelemiş hinlikten
Ati ömrüne saklamış
Bütün lohusaların sütü ona akmış, rivayet ol ki
Şımarıklığı bundan
Hoca, bu demiş ya katil olur ya da büyük adam
İkisinin arasında zati bir soğan zarı
Doğa kanunu kurt kapanı
Kapanın elinde kalmış dört mevsim diken…
8. İki tarafa da yaranamadı
İki taraftan kasıt, sağcılar ve solcular elbette. Yedi kere kurşunlandı; dördü solculardan, üçü sağcılardan olmak üzere. Ha bir de at yarışlarını severdi. Kendi deyimiyle onu yaşatan şeylerden biriydi bu yarışlar. Ama çoğunlukla kaybetti, “Rüzgârın Kızı” da hiçbir zaman kazanamadı yarışı.
Yağmurlar da diner moruk
Gökyüzüne bakmayıveririz bir gün
Zaten üç damla suyun bir avuç toprakla çarpımından
Doğdum ben
Bunun için çamura kestim son günlerde
Sen hiç Bob Dylan dinledin mi?
Hiç dün gece dinledin mi?
Şarabı rakıyla karıştırıp
Saatler moruk saatler… ne olmuş saatlere
Kurmayıveririz bir gün
Ben parmak hesabıyla bir ömür yaşadım
Yükseklik korkusundan başım hiç dik durmadı
İğreniyorum kendimden bile bazan
Dünyadan her zaman
Kaldırıp yakamı inerim gecenin ayıp yerlerine
Eve geç gelen adamların hüznüyle
Biz ne kötü yaşadık be moruk
Bir kuş kanatlarını dürünce rüzgarsız kalmak gibi
O kadar yalnız, o kadar umutsuzduk
-geçmiş zaman kipi gitmedi burda ama neyse
Moruk diyorum artık benimle büyüyenlere…
9. Terim Galatasaray’a, Ahmet Erhan şiire
Fatih Terim’le birlikte Demirspor’da top koşturdu. Adıyaman’ın sağ beki kaval kemiğini kırınca futbola küstü. Terim, Galatasaray’a doğru yol aldı, Ahmet Erhan şiire…
Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim.
Yakasına böyle bir gül takmıştı
O gün bir görseydin sen onu
Çiçekçi bana bir gül ver
Sanki o güldendi bütün mutluluğu
Sen de : – bir arkadaşın öldü
Ben diyeyim : – Kardeşim
Çiçekçi bana bir gül ver
Götürüp tabutuna iliştireyim.
Kaldırımlarda kömür tozları
Bacalarda koyu bir duman var
Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin
Çiçekçi bana bir gül ver
Kapalı perdeleri açabilse gülüm
Kapalı kapıları kırabilse
Kapalı yüreklere girebilse
Çiçekçi bana bir gül ver
– Beyim, gül olmaz ki bu mevsimde!
10. Roman dolu bir hayat
Romanlardan beslendi, Rus ve Fransız edebiyatından ve özellikle de Dostoyevski’den. Babasının isteği üzerine ona ciltlerce kitap okudu, zira gözleri iyi görmezmiş. Ama meğerse bu babasının bir oyunuymuş, sırf oğlunu okuryazar yapmak için oynamış bu oyunu. Sonra bir gün babasını gazetede küçük puntolu bir haber okurken yakalamış ve oyun bozulmuş.
Ben bu şiiri daha önce hiç yazmadım
Kalemler ağladı, ben yazmadım
Gittim bir sürü saçmalık yaptım
Bir zaman ölüme taktım aklımı
Yağmurlara denizlere sorulara aşklara ve daha pek cok şeye
Çevremde hiç akranım kalmadı sonra
Elim ayağım kalbim aklım sobe!
Yalnızlığın resmine bir fırça da ben attım
Dönüp bir daha attım
Futbol maçlarına belki ufuk çizgisini görürüm diye gittim
Kadınlara, kızlara askıntı oldum bir ara
Deliliğime kılıf olsun diye hep sarhoş gezdim
Enlemleri boylamları birbirine düğümledim
haritalarda…
Ne soracaksan sor artık
Bay gazeteci, elindeki kağıda bakmadan ama
Gez göz arpacık
Patlasın flaş.
11. Bir ödül de Türk Tabipler Birliği’nden
Türk Tabipler Birliği’nin verdiği Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü 2006 yılında “Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabıyla kazandı.
Bütün güzel kadınlarını bu dünyanın
Sevdim, diyebildiğim zaman
Bütün kentlerini gezdim, denizlerine girdim
ve artık bir tek taş kalmadı tanımadığım,
Bir tek yüz, bir tek yer adı
Söylenecek bütün sözleri dinledim ve söyledim
Bütün söyleyeceklerimi
Acının bütün uçurumlarına indim ve çıktım
Sevincin bütün dağlarına
Bütün çiçekleri kokladım ve kopardım
Bütün meyveleri dallarından
Ismarladığım yağmur, savrulmadığım yel
kalmadı
Bütün haklı kavgalarında dünyanın
Dövüştüm, diyebildiğim zaman
Okudum bütün kitapları, bütün şiirleri yazdım
ve topladım bütün dillerin en güzel sözlerini,
Sıraladım tek bir sözlükte
Bütün mayınları, bütün dikenli telleri
Ayıkladım sınırlardan
ve bir tek zorba çıkmadı önüme.
Bu dünyada acı çeken tek bir insan yoktur,
diyebildiğim zaman
İşte o zaman ölebilirim.
Toprağımda bir çığlık olur da büyür
Yaşama sevincim…
12. “Sahibinden Satılık” ile Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü
Türkiye Yazarlar Sendikası ve Ören Belde Belediyesi işbirliğiyle verilen Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü ise “Sahibinden Satılık” adlı kitabıyla 2008 yılında kazandı.
Sahibinden satılık
Hasarlı bir hayat
1958 model
Kaçıncı el olduğu bilinmiyor
Bana geldiğinde bundan beterdi
Yedirdim, içirdim, giydirdim
Alkolle çalışır – ötv hariç
Sırtında şişe taşımaktan beli büküldü
Ha, bir de egzoz niyetine cigara içer
Kanserli,
bir de ülser
Tekerlekleri laçka, benden söylemesi
Memleketin bütün yollarında bunun yazısı var
13. Onu yiyip bitiren hastalık: Kanser
Hastaydı, gırtlak kanseriydi. Özel Okmeydanı Hastanesi’nde 501 numaralı odada yatıyordu. Yatağa bağımlıydı ve yanında sevgili eşi Hacer kalıyordu.
Ben kendimi dağ sanırdım Hacer
Enginimde Konya Ovası, Çukurova, Harran
Eskiden benim de bir yurdum vardı
Yağmura direnen limon çiçeklerine benzer
Ben kendimi sarhoşken tanırdım
İnce belli bardaklarda anason kokusu
Kuşların bile kıskandığı piknikler
Karıncaezmez gençliğim yaşlılığı abarttı
Kalp kırıklığı, güz esintisi, kanser
Gün gün damlayan zaman – o da su
Ama şöyle bir gürül gürül akmadı
Ben kendimi ırmak sanırdım Hacer
14. Tam da bir şairin doğum gününde…
Ahmet Erhan, 4 Ağustos 2013’te, yani tam da Turgut Uyar’ın doğum gününde “Göğe Bakma Durağı”nda iniverdi. Geride “üç beş şiir kaldı, iyi kötü”.
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Sesini arıyor şimdi, unutulmuş bir yazın kuruyan dallarında
Masasını topluyor, kitaplarını, sigarasını
Yazı makinasını kapatıyor usulca.
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Onu artık kim sorar, kim anımsar?
Soluk dergi sayfalarında kalmış birkaç şiiri
Nasılsa bir yerde su eritir, ateş yakar.
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumu
Karlarına gömülürken dumanlı bir kentin
Belki bundan, uzak bir denizin inleyişleri duyuldu.
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı
Sevdi çoğu insanı, tükenircesine sevdi
Çoğu sevgisinde yanıldı.
Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden
Bir portakal ağacı fışkırdı, dersin
Kanı özsu oldu, dallara yürüdü
Öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü.
15. Babasına, annesine ve Behçet Aysan’a kavuştu
Cenazesi 5 Ağustos’ta kaldırıldı. Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
Bırak kalsın masada ekmek,
testide su
Ayna puslu, pencere camı kirli
Bırak kalsın saçların dağınık,
Gözlerin uykulu.
Saksıdaki çiçek susuz, kedi
yalını bekler bir köşede
Bırak kalsın meyve ağaçta,
kırlangıç havada
Dama düşen ince yaz yağmuru…
Yoruldun artık, bütün gün
Didinip durdun
Toprak bile, gök bile, deniz bile
bir yerde yorulur
Bırak kalsın süpürge duvarda,
sabun kovada
Anne, gel yanıma otur.
16. “Bardaktan boşanırcasına ağlamak”
Acı, bir ırmak gibi
Doluyor yüreğime.
Bardaktan boşanırcasına ağlamak istiyorum.
Beni artık ne çiçekler,
Ne çocuklar kurtarır;
Ne de o her gün
Yinelenen doğum.
Fırtına ektim
Rüzgâr biçtim şu dünyada.
Acı, tepeden tırnağa
Acı çekiyorum.
Ey, yüreğimde hep ölüme doğan İsa!
Haydi, yeniden çarmıha geril
Bu son ölümün olsun
Ve bir daha doğma!
17. Ahmet Erhan yazdı, Teoman söyledi
Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan
Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bir adam
Kurumuş kuyunun suyu, incirin
Sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş
Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda
Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın…