Uzayan günler, ılınan iklimler ve aklımızı başımızdan alacak yüzlerce film! Yılın o en sevdiğimiz zamanı geldi yine. 34. İstanbul Film Festivali başlıyor. 4 – 19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek festival, 62 ülkeden 204 film ile aklımızı çelecek. Dev çizelgeli programlarda kaybolacağız. Onca film ve kategori arasından seçim yapmak bir hayli zor oldu tabii ama biz de film önerilerimizi listelemeden geçemedik. Festivaliniz bol olsun.
Not: Sıralama alfabetiktir.
1. 45 Years / 45 Yıl
Evliliklerinin 45. yıldönümüne sadece günler kala gelen bir mektupla tarumar olan bir kutlama, 50 yıl öncesinde kalan sevgilinin İsviçre Alpleri’nde “donarak” saklı kalmış ölü bedeni, sorgulanan bir evlilik, izleyene varoluşsal sorular sordurtan bir drama. Olayları realist bir “soğuklukla” hikayeleyen, Britanya sinemasının gelecek vaat eden yönetmenlerinden Andrew Haigh’in bu son filmi bir hayli kafa karıştırıyor. Film, Charlotte Rampling’in hayran olunası ifadeleri ve duvara toslatan mimikleri ile iyiden iyiye zenginleşiyor.
2. A Most Violent Year
New York sokaklarında şiddet ve yağmalamaların kol gezdiği tehlikeli bir zamanda, işini ve ailesini korumaya çalışan bir göçmenin hikayesini anlatan A Most Violent Year, künye itibari ile senenin iddialı filmlerinden biri olarak öne çıkıyor. İlk filmi Margin Call (Oyunun Sonu) ile Hollywood camiasına fırtınalı bir giriş yapan J. C. Chandor, yine hem senarist hem de yönetmen koltuğunda. Coen Biraderler’in Inside Llewyn Davis (Sen Şarkılarını Söyle)’iyle kümülatif bir şekilde bağırlara basılan Oscar Isaac ve Hollywood’un son “kadrolularından” Jessica Chastain başrollerde.
3. Amsterdam Express
Arnavut yönetmen Fatmir Koçi’nin bu son filmi, para kazanmak için ne iş olsa yapmak ümidi ile Amsterdam’a göçen Tiranlı Bekim’in kederli hikayesini anlatıyor. Avrupa’nın uzaktan fazlasıyla albenili görünen zenginliği, içine girildiğinde uyuşturucu ve seks kartellerinin tehdikar dünyasını barındıran bir ilüzyona dönüşebiliyor. Hele bir de çalışma vizesi olmayan bir göçmen için bu göç macerası hesapta olmayan bedeller ödetebiliyor.
4. Catch Me Daddy / Baba Beni Yakalasana
Yönettiği reklam ve müzik videoları kadar Jake Gyllenhaal’a bir seri katili oynattığı kısa filmi The Shoes: Time to Dance ile de takdir gören Daniel Wolfe’nin ilk uzun metrajlı filmi; Catch Me Daddy. Pakistan asıllı Britanyalı bir genç kızın erkek arkadaşının peşinde, ailesinden kaçışını konu alan film, namus belasının ne hayatları karanlıklara sürüklediğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Film, gerek Wolfe’un gerçekçi anlatım dili gerekse Sameena Jabeen Ahmed’in oyunculuğu ile dünya çapında övgülere mazhar oldu.
5. The Duke of Burgundy / Burgundy Dükü
İki kadın arasındaki kışkırtıcı ve saplantılı ilişkiye odaklanan film, genç kariyerine bol yıldızlı filmler sığdıran Peter Strickland‘ın imzasını taşıyor. Ormanın ortasında büyük bir malikanede yaşayan ve kelebeklerle ilgilenen Cynthia, hizmetçisi Evelyn ile cinsel ritüellerle dolu olan ilişkisinin boyutlarını değiştirmek istediğinde, ikili saplantılı bir bağımlılığın içine çekiliyor. Sayısız olumlu eleştiri alan film, başarılı bir karakter konumlandırması ve sahici içeriği olan bir erotik sinema örneği olarak yorumlanıyor.
6. Far From the Madding Crowd / Çılgın Kalabalıktan Uzakta
Far From the Madding Crowd, en son The Hunt (Onur Savaşı) ile cümle alemi hayretlere gark eden Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in yepyeni filmi. Thomas Hardy’nin aynı isimli romanından -kim bilir kaçıncı kez- uyarlanan film; mağrur çiftlik sahibi Bathsheba Everdene ve nevi şahsına münhasır üç farklı talibinin hikayesini anlatıyor. Victoria İngilteresi’nde geçen hikayede başrol Carey Mulligan’ın. Evet evet, biz de baya bir şaşırdık başrollerde “kadrolu İngiliz dönem hanımefendisi” Keira’yı göremeyince!
7. Güeros
Meksikalı genç yönetmen Alonso Ruiz Palacios’un bu ilk uzun metrajı, bugüne dek aldığı birçok ödülün yanında Berlin’de de “En İyi İlk Film” ödülünü kimselere kaptırmadı. Tomas’ın haytalıkları ile başedemeyen annesi onu Mexico City’e abisinin yanına gönderince, başlıyor olaylar. Öğrenci grevlerinden, zamanın efsanevi müzisyeni Epigmenio Cruz’u hastanede ziyaret etmeye varan tempolu bir yol macerası siyah-beyaz ekranda bizi bekliyor.
8. Im Keller / In the Basement / Bodrumda
Cennet üçlemesinin ardından kadim izleyicilerine bir nefeslik mola verdirten Ulrich Seidl, özlenen belgeselciliği ile geri dönüyor. Takıntılı insanları konu alan bu belgesel, bu insanların özel hayatlarında bodrum katlarında neler yaptığının peşine düşüyor. Tabii ki her zamanki gibi Ulrich Seidl usulü karanlık bir ironi ve açıklıkla. Filmi izledikten sonra içine girilen hissiyatla, Haneke’nin ve diğer “arıza” Avusturyalılar’ın da kulakları bol bol çınlatılacak elbette.
9. Inherent Vice / Gizli Kusur
Inherent Vice, Hard Eight’ten sonra Paul Thomas Anderson’ın “crime” janrına geri dönüşü sayılır mı bilmeyiz ama filmin bizi fazlasıyla heyecanlandırdığını gizleyemeyeceğiz. Thomas Pynchon’un aynı isimli romanından uyarlanan filmin senaryosu, eleştirmenlerce biraz karmaşık bulunmuş olsa da; film, oyuncuların beş yıldızlı performansları ile kabına sığmıyor.
Uyuşturucu bağımlısı bir özel dedektifin, eski sevgilisinin yeni sevgilisini araştırdığı filmin kadrosu evlere şenlik: Joaquin Phoenix, Josh Brolin, Owen Wilson, Katherine Waterston ve Joanna Newsom. Filmin müziklerinin Jonny Greenwood’un elinden çıkmış olduğunu da ekleyelim; hevesler tavan yapsın madem.
10. It Follows / Peşimdeki Şeytan
Festivallerin en sevdiğimiz parçalarından biri de geceyarısı izlenen korku filmleridir. Bu alanda senenin tartışmasız en iyilerinden, belki de en iyisi It Follows. Korku filmlerinde nicedir yoksun kaldığımız orijinal senaryo ve gerçeğe yakın ambiyans vaadi veren filmde, cinsel ilişki sonrası musallat olan doğaötesi bir varlık söz konusu. David Robert Mitchell’ın özgün senaryosu ve etkileyeci yönetmenliği, bu ismi daha uzun yıllar duyacağımıza işaret.
11. La Isla Mínima / Marshland / Bataklık
Neredeyse süpürülmedik Goya ödülü bırakmayan bu iddialı gerilim; İspanya’nın diktatör bir yönetimden silkinme sancıları yaşadığı 1980 yılında, politik görüşleri itibari ile farklı iki kutupta olan iki cinayet dedektifinin, iki genç kızın cinayetini çözmek üzere ücra bir kasabaya sürülmesini konu ediniyor. Bu acayip kasabada kalakalan iki polis, farklılıklarının üstesinden gelip birlikte çalışarak katili adalate teslim edebilecek mi? Gerilim izleyiciyi ne hissiyatlara sürükleyecek? Ne diyelim, yönetmen Alberto Rodríguez’in ellerine sağlık.
12. Listen Up Philip / Bana Bak Philip
https://vimeo.com/102425413
Amerikan Sineması’nın pozitif manevralarla yükselen isimlerinden Alex Ross Perry. Listen Up Philip de, 1984 doğumlu yönetmenin üçüncü uzun metrajı. Yeni romanının hazırlıkları içinde olan narsist bir genç yazarın, şehrin gürültüsünden ve sinirine dokunan çevresinden kaçarak -kız arkadaşı da bu gruba dahil- idolü olan usta bir yazarın yazlık evine sığınmasını konu alan film, zekice kurgulanmış komedi unsurları ile entelektüel cenaha yer yer çuvaldızlar batırıyor.
Film, eleştirmenlerce olduğu kadar New York’un “hip” ortamlarınca da pek beğenildi. Baş karakter Philip’i Jason Schwartzman’ın canlandırdığını da eklemeden geçmeyelim.
13. The Postman’s White Nights / Postacının Beyaz Geceleri
Rusya’dan Hollywood’a yayılan hareketli filmografisinin bizi nerelere götüreceğini hiçbir zaman kestiremediğimiz usta Rus yönetmen Andrei Konchalovsky’nin son filmi, dış dünya ile tek bağlantısı bir postacı olan ücra bir Rus köyünün sakinlerini anlatıyor. Anakara ile tek ulaşımı motorla geçilecek bir göl olan bu köyde; hayal ile gerçek, geçmiş ile bugün arasında gidip geleceğimiz küçük ölçekli şoklar yaşayacağız.
Filmle ilgili bir diğer önemli bilgi de; tamamı amatör olan ve gerçek karakterlerden oluşan oyuncu kadrosu yaklaşık bir yıl içinde belirlenmiş. Beraberlerinde kendi hikayelerini de getirerek.
14. Taxi / Taksi
İranlı yönetmen Jafar Panahi’nin kural, kaide ve sınırlamalara meydan okuyan som filmi Taxi, belgesel havasında seyreden bir drama. Tahran sokaklarında dolaşan bir taksi ve bu taksiye yolu düşen genç-yaşlı, zengin-fakir, modernist-muhafazakar; toplumun her kesiminden çeşit çeşit yolcular.
Taksi, Tahran sokaklarında süzüldükçe, şoför ve yolcular arasında İran toplumuna dair konuşulmayan da kalmıyor neredeyse. Direksiyondaki adamımız da Jafar Panahi’den başkası değil elbet. Bu arada, Panahi’nin kendisine dayatılan seyahat ve film yapma yasağı nedeniyle, Berlin Film Festivali’nde filmine verilen Altın Ayı ödülünü almaya gidemediğini de not düşelim.
15. Victoria
Henüz Birdman’ın “tek-plan” büyüsünün etkisinden çıkamamışken biz, bir “tek planlı” film güzelliği de Almanya’dan düşüyor radarımıza. Bir gece kulübünde sosyalleşmeye çalışan Victoria’nın o gece tanıştığı adamların peşinde Berlin sokaklarında partilemesi ve bu bir nevi çılgın gecenin acayip bir banka soygununa dönüşmesini anlatıyor film.
16. Vonarstræti / Life in a Fishbowl / Fanusta Yaşayanlar
https://vimeo.com/105589581
İzlanda’nın yeni sayılabilecek keşiflerinden Baldvin Zophoníasson’ın ikinci uzun metrajı Fanusta Yaşayanlar, İzlanda’da gişelerin altını üstüne getirmekle kalmayıp şanını okyanus ötelerine taşıyan, senenin en iyi filmlerindendi.
Kızını geçindirebilmek için olmadık işler yapmak zorunda kalan bir anne, kendini alkole vurup geçmişini unutmaya çalışan bir yazar, iş dünyasının alengirli halleri ile başa çıkmaya gayret eden eskinin futbolcusu şimdinin hırslı iş adamı…
Beklenmedik olaylarla hayatları kesişiyor gibi olan bu üç karaktere odaklanan filmin müzikleri de İzlandalı sevdiceğimiz Ólafur Arnalds’tan.
17. While We’re Young
Noah Baumbach’ın farklı segmentlerden farklı karakterleri ustaca gözlemlediği filmi; orta yaşlı bir çiftin alıştıkları sosyal ortamdan uzaklaşarak, 20 yaşlarındaki çılgın bir çiftle takılmaya başlamasıyla meydana gelen tuhaf-komik-dramatik olaylar silsilesini anlatıyor. Kariyer ve evlilik gibi “ciddi” mevzular tepetaklak olmuş imajlara dönüşebiliyor gözümüzde. Baumbach’ın Greenberg’den yol arkadaşı Ben Stiller, Frances Ha’daki “hip ikonu” Adam Driver, ve Naomi Watts başrollerde.