Bağ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rüzgârın görmüşüz
“Dünya bağının hem ilk hem de sonbaharını görmüşüz; biz neşenin de gamın da rüzgârını görmüşüz.” diyor 17. yüzyıl şairi Nâbî.
Biz de “geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar” diyerek başlıyoruz söze…
“Zaman” hem çabucak geçmesini istediğimiz hem de yaşlandıkça durdurmak istediğimiz; ama hiçbir zaman başa çıkamadığımız zalim kavram! Biz de zaman kavramını işleyen; içinde günler, haftalar, aylar, mevsimler geçen şiirleri sizler için derledik.
Okul kitabı şiirleri
Pazartesi sevilmez
Kıymeti hiç bilinmez
Diğer günler yanında
Ona değer verilmez
Cuma geldi hoş geldi
Birden kurtuluş geldi
Bu gün akşam olunca
Vakti çerağan geldi
Günlerle ilgili şiirlerin çoğu galiba sadece okul kitaplarında saklı. Aradık taradık pek de dişe dokunur bir şey bulamadık. “Hangimiz pazartesiyi severiz de cumayı sevmeyiz” diyen bir okul şiiri hariç.
Cuma
Büyükannemi hatırlıyorum,
Dolayısiyle çocukluğumu.
Uzun olaydı o günler;
Yere düşen ekmek parçasını
Öpüp başıma götürdüğüm günler.
O zaman da inandığım gibi,
Sahiden bir öbür dünya varsa eğer,
Orada da cumaysa bugün,
Başında bulutlardan beyaz örtüsü,
Büyükannem namaz kılmaktadır,
Namahrem eli değmez seccadesinde;
Mekke-i Mükerreme’den getirilmiş.
Dilerim duasinda unutmasın beni;
Günahkar olduğumu hatırlayarak.
Bugünün Cuma olduğunu hatırlatıyor Cahit Sıtkı Tarancı “Bugün Cuma” ile. Günler hep aynı hızla geçer de “Cuma”nın ayrı bir yeri vardır bizim buralarda…
Sevgililer Günü
Sırtımda çıplak
Islak nefesin
Bi gidip bi geliyor
Biz senlen yatmıyoruz ki
Yaşamıyoruz da
Hep yarışıyoruz
Sen mi ben mi
Önce kim
Ölümü öldürecek diye
Haftanın günleri ile ilgili şiir az olunca, anlamlı günlere şiirler yazılmış. İşte böylesi günlerden biri Can Yücel’in “Bu da Öyle Bir Aşk” şiirinde anlattığı unutulmaması gereken ya da unuttuğunuzda canınızı yakan.
Anneler Günü
Sen bir avuç bebektin
Kimdi süt veren sana,
Hastalandın ölecektin
Kim kanat gerdi sana?
Senin minik başını
Avuçlarına alıp
Gece uykusuz kalıp
Kucağında kim salladı
Ağladın, seninle kim ağladı
Annen!
Sana ilk adımını attıran kimdir
Konuşmayı öğretti sana bir bir
Annen!
Sadece bir günle sınırlanmayacak, yılın her gününü içine alacak kadar büyük günlerden biri olduğunu hatırlatıyor bize Nazım Hikmet, “Annen” şiirinde.
İnsan Hakları Haftası
Doğmaya hasret bir güneşti aradığımız
Bulutlar arkasına gizlenmiş ay’dı
Ve günde beş vakit dilimizde duaydı
Bir sevgiydi söylemeye korkardık
Çiçekleri uzaklardan koklardık
Kar altında açmak için çabalayan bir çiçek
Doğar doğmaz yitirdiğimiz gerçek
Umutsuzca beslediğimiz umut
İnsan hakkı iki dudak arasında bir komut
İnsan hakkı siyah beyaz tenimdir
İnancımdır yaşadığım dinimdir
İnsan hakkı oturduğum meskenim
İnsan hakkı konuştuğum dilimdir
Herkesin rengi farklı,dilleri çeşit çeşit
Yıldızlar kadar özgür
Yıldızlar gibi eşit
Diyor Abdülkadir Turgut “İnsan Hakları” şiirinde. Aslında haftaların boynu bükük, boş geçmesin diye çoğuna bir şeyler sıkıştırılmış… İnsan Hakları Haftası, Enerji Tasarrufu Haftası, Yerli Malları Haftası (Yerli malı kaldı mı ki?), Yaşlılara Saygı Haftası… Galiba haftalar hep “yok olan şeylere” ayrılmış.
Nisan
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar da yılları kovalar. Bir bakarsınız geçivermiş hepsi ömrümüz gibi. Tıpkı insanlar gibi ayların da kimisi şanslı kimisi şanssız, kiminin adına sayfalarca şiirler yazılırken kiminin adı bile anılmaz. Ocak; yılın ilk ayı, hep sevinç ve coşkuyla karşılanan, oysa zavallı Şubat “cücedir”, Mart deyince aklımıza önce “vergiler” sonra da “kediler” gelir nedense… Ama Nisan öyle midir? Baharın en güzel ayı. Tomurcukların patladığı, aşkların çiçeğe durduğu, yeni umutların filizlendiği ay. Tıpkı Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Desem ki” şiirindeki gibi.
Bir başka Nisan
Ben yine bir nisan beklesem mi ki
Bir ümit, bir ışık, bir düş çiçeği
Ne arzu ne sevinç ne ümit yaşar
Ne bir gonca verir ne çiçek açar
Belki de zamanın üstünde uçar
Bir ümit, bir ışık, bir düş çiçeği
Ben yine bir nisan beklesem mi ki…
Girsem mi sıradan bir güzergâha
Varsam mı müritsiz böyle dergâha
Gidip huzurunda dursam bir daha
Hedef olur muyum ben bir nigâha
Cevap verir mi ki ettiğim âha
Bir ümit, bir ışık, bir düş çiçeği
Ben yine bir nisan beklesem mi ki…
Der Mehmet Aksoy, “Ben Yine Bir Nisan” adlı şiirinde.
Mayıs
ben seni bir mayıs gibi sevdim
sokaklara dökülüp haykırırcasına
kalabalıklaşarak ve coşarak
ben seni bir mayıs gibi sevdim
sokaklara dolarcasına
pankart pankart, afiş afiş,
slogan slogan büyüyerek
ben seni bir mayıs gibi sevdim
birlikte kuvvet doğururcasına
işçilerin kardeşliğini türküleştirircesine
ben seni bir mayıs gibi sevdim
sesim kısılırcasına
ayaklarım yorulurcasına
ben seni bir mayıs gibi sevdim
yüzbinler olup seni haykırırcasına
türküler söyleyip halaya katılırcasına
ben seni bir mayıs gibi sevdim
Mayıs gelince aklımıza önce baharın coşkusu sonra rengarenk çiçekler, erguvanlar, mimozalar gelir… Bir de işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü, yani İşçi Bayramı gelir. Murat Tali’nin “Ben Seni 1 Mayıs Gibi Sevdim” şiiri gibi.
Haziran
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara
Diye anlatır “Haziran”ı Ümit Yaşar Oğuzcan. Yaz mevsiminin başlangıcı, güneşin, doğanın, duyguların coştuğu ayı…
Zordur Haziran’da ölmek…
işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur
“Haziran’da ölmek zor!” deyiverir bir diğer yandan Hasan Hüseyin Korkmaz ve hatırlatır Nâzım Hikmet‘i, Orhan Kemâl’i, Ahmed Arif’i…
Temmuz
Biraz da siz beni dinleyin hatıralar
Temmuz dağlarına yağmur bekliyorum şimdi…
Aynalar çağıracak bir gün sizi,
Bir gün tutacak geçitleri kar
Tutacağım biraz pişman, biraz yorgun ellerinizi
Çalmayın onsekiz yaşımın kırık sazını
Şimdi temmuz dağlarına yağmur bekliyorum
Bırakın, biraz da çekeyim bulutların nazını
Step türküsüne konmuş yüreğim,
Çağırdıkça yokuş yokuş gideceğim.
Gündüz lodos, gece poyrazdan
Bir donar bir çatlar dudaklarım
Sabah akşam belki birazdan
Çıkar gelir sağanaklar gurbetçi gibi
Çıkar bir ömrün ezgisi bir sazdan
Sevenin şarkısı kalmaz yarım…
Umutla eskittim, umutla yeniledim kalbi
Bir yaz bulutunun peşindeyim şimdi
Dizimde derman, gönlümde ateş var
Derviş sabrına şiirler ekliyorum
Baharı size verdim hatıralar,
Temmuz dağlarına yağmur bekliyorum…
Yazın ortası, sıcaklardan bunaldığımız, yağmurları özlediğimiz ayda “Temmuz Dağlarına Yağmur Bekliyorum” der Yahya Akengin.
Mevsimlerin şahı: Sonbahar
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
Demiş Atilla İlhan, “Adım Sonbahar” şiirinde. Sararan yaprakları, solmaya başlayan çiçekleri, ayrılıkları, bir başka deyişle hazan mevsiminin başlangıcını tanımlarken.
Eylül
Günler kısaldı… Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa…
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa…
İçtik bu nâdir içki’yi yıllarca kanmadık…
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor.
Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.
Diye anlatır Yahya Kemâl “Eylül Sonu”nu. Yansımalar ise şarkıdaki gibi…
Kadınlar da mevsimler gibidir
Kadınlar sonbahar yapraklarını dökmeye başlar
Titrek dudaklarında sarışın bir keder
Nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar
Sisli bir nebuloz gökte yazılmamış şiirler
Dargın sevgililer yalnızlıklarına uzaklaşıyor
Anlaşılmaz çocukluğun ortaokullarından ders zilleri
Kilitli defterlerde kurutulmuş menekşeler
Tehlikeli yolculukların kanat çırpan mendilleri
Sazdan saza azalan hicranlı köçekçeler
Dünkü delikanlıları yaşlılığa taşıyor
Eylül şehirleri yağmurlu gürültülerle alır yerlerini
Deniz kahvelerinde son kadehlerde bulutlar birikir
Ilık bir aydınlıkla yıkayıp yorgun ellerini
Görgülü ihtiyarlar bir bir ortalıktan çekilir
Yaşlandıkça insan dünya başkalaşıyor.
Der Attila İlhan “Kadınlar Sonbahar” şiirinde, gerçekten de “Yaşlandıkça insan dünya başkalaşıyor.” dedirtir bizlere.
“Durdurun, inecek var”
adım eylül benim
soyadım sonbahar
yoksan eğer, gelmiyorsan
mevsimlerin, ayların ne önemi var?
bilirim ki
bende dökülecek daha çok sarı yaprak var
yetti canıma
durdurun artık şu dünyayı
durdurun ne olur
durdurun, inecek var…
Diye anlatır Ayhan Helvacıoğlu, sonbaharın ve Eylül’ün yarattığı kederi.
Özetin özeti
şubat delisi elmayım ben, ağustosa zor kızarırım
hainler ne zaman taşlar, onu bilmem
yağmur görmüşüm, kurtlanmam kolay kolay
ömrüme düşen dördüncü cemrem
taşlarda kalmasın kokum
konuşabildik mi, helalleşebildik mi mevsim derin kıştı
söz yağmurlarıma küfrün doluları karıştı
düşlerim çürüdü, eller su’dan ben su’suzluktan
yağmur neyime, kasım yeli çıktı
aralıkta eğlen
susmayı öğretme, kaç dilsizin mezarından gelirim
kırık gönül sayısı kabil’de toz bulutu
coğrafyanda ayak izlerim, kar yağsın örtsün
görmesinler, duymasınlar, bilmesinler
sızı martta kalsın
söyle şu elmaya yağmur
fırsat bu fırsat deyip göğsümü delmesin
derinlerde başka kökler var
başka mevsimler
nisanca
Der Barış Erdoğan “Şubat Delisi Elma” şiirinde, özetlercesine tüm seneyi.