Ana sayfa » Teknoloji - Bilim » Artık İhtiyaç Duymuyoruz: Vücudumuzun Evrimle Beraber Körelen 7 Özelliği
Artık İhtiyaç Duymuyoruz: Vücudumuzun Evrimle Beraber Körelen 7 Özelliği
Vücudunuz aslında bir evrim müzesi gibi! İçinde, atalarımızdan kalan ve artık işlevi olmayan ancak bir türlü gitmeyen ilginç parçalar barındırır. Mesela neden hâlâ bir kuyruk sokumumuz var?
Vücudumuz, milyonlarca yıllık evrimsel bir yolculuğun yaşayan bir tanığı adeta. Tıpkı bir antika arabanın içinde eski model bir radyonun kalması gibi, bizler de atalarımızdan miras kalmış, artık işlevini yitirmiş ama bir türlü atamadığımız bazı parçalara sahibiz. İşte bu ilginç kalıntılara, evrimsel süreçte körelmiş organlar veya yapılar diyoruz. Latincede “iz” veya “ayak izi” anlamına gelen vestigial terimi de tam olarak bu durumu tanımlıyor: Tıpkı bir dinozorun çamurdaki izi gibi, vücudumuzda atalarımızın bıraktığı silik ama dirençli izler. Peki evrimle beraber körelen özellikler neler?
1. Bebeklerde kavrama refleksi
Evrimle beraber körelen özellikler listemize başlıyoruz. Yeni doğmuş bir bebeğin avucuna parmağınızı değdirdiğinizde olan şey, aslında inanılmaz bir evrimsel hatıradır. Bebek, parmağınızı o kadar sıkıca kavrar ki, onu yerden kaldırabileceğinizi düşünebilirsiniz! Bu, “palmaris kavrama refleksi” olarak adlandırılan içgüdüsel bir davranıştır ve gebeliğin henüz 16. haftasında, fetüs göbek bağını tutmaya başladığında ortaya çıkar. Bilim insanları, yenidoğan bir bebeğin bu refleks sayesinde, yatay bir çubuğa tutunarak kendi ağırlığını 10 saniye kadar taşıyabildiğini gözlemlemişlerdir.
Peki bu neden önemli? Bu durum, ağaçlarda yaşayan atalarımız için hayati bir öneme sahipti. Yavrular, bu güçlü kavrama refleksi sayesinde annelerinin kürküne sıkıca tutunur ve anneleri ağaç dalları arasında dolaşırken güvende kalırlardı. İnsan yavruları ise bu refleksi genellikle 3-4 aylıkken kaybederler.
2. Kuyruk sokumu
İşte belki de en merak edilen sorunun cevabı: Neden hâlâ bir kuyruk sokumumuz var? Cevap, anne karnında geçirdiğimiz ilk zamanlarda saklı. Yaklaşık altıncı gebelik haftasında, insan embriyosunun, içinde birkaç omur bulunan minik bir kuyruğu vardır. Ancak gelişim ilerledikçe, programlanmış hücre ölümü denen bir süreçle bu kuyruk yok olur ve geride kalan omurlar birleşerek bugün hepimizin bildiği, otururken bile farkında olmadığımız o üçgen şeklindeki kuyruk kemiğini (kokks) oluşturur.
İnsanlar ve büyük maymunlar (goriller, şempanzeler), kuyruksuz primatlar grubuna dahildir. Kuyruğu neden kaybettik? Muhtemelen dik yürümeye başlamamız ve dengemizi sağlamak için kuyruğa olan ihtiyacımızın ortadan kalkmasıyla alakalı. Son derece nadir de olsa, bazen bebekler küçük, yumuşak bir kuyrukla doğabilir.
Yirmilik dişler, neredeyse herkesin bir şikayet konusu. Peki bu kadar sorun çıkaran bu dişler neden varlar? Bu dişlerin hikayesi, atalarımızın yeme alışkanlıklarına dayanıyor. Avcı-toplayıcı atalarımız, çiğnemesi zor olan bitki kökleri, çiğ etler, sert tohumlar ve yapraklarla besleniyordu. Bu sert diyeti çiğneyebilmek için geniş ve güçlü çenelere, dolayısıyla daha fazla azı dişine ihtiyaçları vardı.
Zamanla ateşi bulmamız ve yiyecekleri pişirmemiz, ardından tarım devrimiyle daha yumuşak gıdalara geçiş yapmamız, çenelerimizin küçülmesine neden oldu. Ancak diş sayımız ve genetik planımız aynı kaldı. Sonuç olarak, en son çıkan ve en arkada yer alan bu üçüncü azı dişleri için yeterli alan kalmadı. Bu da gömülü kalmalarına, çarpık çıkmalarına ve iltihaplanmalara yol açtı.
4. Üçüncü göz kapağı (Plica Semilunaris)
Gözünüzün iç köşesine, burnunuza yakın olan kısma dikkatlice bakın. Orada, pembemsi, küçük bir doku kıvrımı görürsünüz. İşte bu yapıya plica semilunaris denir ve aslında körelmiş bir üçüncü göz kapağının kalıntısıdır. Köpekleri, kedileri, kuşları hatta bazı sürüngenleri izlediyseniz, onların gözlerinin içinden yatay olarak kayıp gözü tamamen kapatan şeffaf bir zar görmüşsünüzdür. İşte bu “niktitasyon zarı”, bu hayvanlarda gözü tozdan korur, nemlendirir ve hatta su altında görüş sağlar.
İnsanların en yakın akrabalarından şempanzelerde bile bu zar körelmiştir. Bizim plica semilunarisimiz artık gözümüzü korumak yerine, göz yaşı kanalına yardımcı olmak ve göz küremizin hareketini kolaylaştırmak gibi çok daha mütevazı roller üstlenmiştir. Yani, bir zamanlar gözlerimizi dünyanın tehlikelerine karşı koruyan tam teşekküllü bir organ, bugün minik bir doku parçasına indirgenmiştir.
Kedilerin, köpeklerin kulaklarını sesin geldiği yöne doğru nasıl çevirdiğini hiç merak ettiniz mi? Biz insanlar da bir zamanlar aynı yeteneğe sahiptik! Kulağınızın hemen arkasına elinizi koyun ve kaşlarınızı kaldırmaya çalışın. Eğer şanslıysanız, orada hafif bir kas hareketi hissedebilirsiniz. İşte o kas, arka kulak kasıdır ve insanlarda işlevini yitirmiş üç kulak kasından biridir.
Atalarımız, tehlikeleri sezmek ve avlarını takip etmek için kulak kepçelerini sesin kaynağına doğru hassas bir şekilde yönlendirebiliyordu. Ancak, boyunlarımızın son derece hareketli hale gelmesi ve başımızı sesin kaynağına çevirmemiz, kulaklarımızı ayrı ayrı oynatma ihtiyacını ortadan kaldırdı. Charles Darwin, bu durumu evrimsel bir tasarruf olarak yorumlamıştır. Artık bu kaslar neredeyse gereksizdir, ancak bazı insanlar pratik yaparak bu antik yeteneği bir nebze de olsa geri kazanabilirler.
6. Palmaris Longus kası
Şimdi basit bir test yapalım: Baş parmağınızı ve serçe parmağınızı uç uca getirip bileğinizi hafifçe büktüğünüzde, bileğinizin ortasında belirginleşen bir tendon görüyor musunuz? Eğer görüyorsanız, palmaris longus adlı kasa sahipsiniz demektir. İlginç olan, insanların yaklaşık %10-15’inde bu kas hiç yoktur ve bu durumun el kavrama gücü üzerinde hiçbir olumsuz etkisi yoktur.
Peki bu kas neden var? Muhtemelen atalarımızın ağaç dallarına tırmanırken ve sallanırken daha güçlü bir kavrayışa ihtiyaç duymasıyla alakalı. Ayağa kalkmış ve alet kullanmaya başlamış bir tür olarak, bu kasa olan ihtiyacımız azaldı ve genetik loterya onu bazılarımızdan tamamen sildi. Günümüzde bu kasın en önemli işlevi, rekonstrüktif cerrahlar için mükemmel bir tendon grefti (nakil dokusu) kaynağı olmasıdır.
Evrimle beraber körelen özellikler listemizin sonuna geldik. Karnınızın en alt kısmında, gözle görülmeyen ve hatta herkeste olmayan bir kas olduğunu söylesek? İşte bu kas, piramidalis kasıdır. İnsanların yaklaşık %80’inde bir ya da iki tane bulunur, %20’sinde ise hiç yoktur. Varlığı ya da yokluğu, karın kası gücünüzü veya fiziksel performansınızı etkilemez.
İşlevi, karın duvarının ortasındaki bağ dokuyu (linea alba) hafifçe gerdiği yönündedir, ancak bu görev oldukça küçüktür. Bu kas, keseli hayvanlarda (kanguru, koala gibi) çok daha gelişmiştir ve yavrularını taşıdıkları keseyi desteklemeye yardımcı olur. İnsanlardaki varlığı, uzak bir geçmişten kalan ve artık önemsiz hale gelmiş bir anatomik izden başka bir şey değildir. Cerrahlar için bir işaretleyici olması dışında, sessizce varlığını sürdürmektedir.
Gördüğünüz gibi, vücudumuz geçmişle gelecek arasında bir köprü. Bu körelmiş yapılar, mükemmel bir tasarımın değil, sürekli değişen ve uyum sağlayan bir sürecin kanıtlarıdır.