Konuk yazarımız Esra Yılmaz listeledi, haberiniz olsun. (@hoosierr)
Malumunuz Nuri Bilge Ceylan’ın son yapıtı ‘Kış Uykusu’, Cannes’dan Altın Palmiye ile döndü ve böylelikle yönetmenin takipçisi olsun olmasın sinemayı seven herkes filme merak saldı. Ancak film 3 saati aşan bir süreye sahip olunca en benim diyen sinefil bile bir miktar çekinmiyor değil.
Peki sinemanın süresiyle 3 saate yakın ve 3 saati aşan efsaneleşmiş filmleri nelerdir, ne anlatırlar, niye bu kadar uzundurlar ve seyretmeye değer mi? İşte yönetmenlerinin süresiyle seyirciden azim isteyen efsaneleşmiş uzun sinema filmleri…
1- Para Avcısı
Listemize son dönemde 5 dalda Oscar adayı olması ve Scorsese-Di caprio ikilisinin son filmi olan Para Avcısı ile başlayalım. Film 180 dakika. Amerikan tarihinin en büyük dolandırıcılarından Jordan Belfort’un para içinde yüzdüğü, hedonizmin dibine vurduğu dünyasına davetlisiniz. En çılgınından partiler, uyuşturcu, alkol, seksle harca harca bitiremedikleri para ile Scorsese olanca açık seçikliğiyle paranın baş döndürücülüğünü kimi zaman Di Caprio’ya kamerasının içine baktırarak gözler önüne sermiş. Film Jordan’ın dolandırıcılık hikayesini es geçmesiyle eleştirildi ancak cevabı Jordan’dan duyalım:
‘Bu kadar parayı nasıl kazandığımızla zaten ilgilenmiyorsunuz. İlgilendiğiniz tek şey, bu kadar parayla ne yaptığımız.’ Seyrederken insan ‘Ne para be!’ demeden edemiyor doğrusu. Di Caprio çok başarılıydı ancak yine kıramadı şeytanın bacağını ve 4. kez de adaylıktan eli boş döndü.
2- Rüzgar Gibi Geçti
Sinema tarihinin seyirci tarafından en sevilen filmi olarak kabul edilen Rüzgar Gibi Geçti 238 dakika. Margaret Mitchell’in Pulitzer ödüllü romanından uyarlanan film; 1939 yılında 8 Oscar almıştı. Amerikan iç savaşının güneyli çitflik sahibi zengin aileler üzerindeki etkisi ve değişen dönemi Güney’in merkezi Atlanta’da seyrediyoruz.
Savaş gibi bir gerçeğe dahi sırtını dönebilen kahramanımız Scarlett, Vivien Leigh tarafından o kadar başarılı canlandırılıyor ki bazen gülerek bazen kızarak seyrediyoruz filmi. Scarlett nerdeyse filmin her karesinde mevcut ve tabi ona delicesine aşık cüretkar ve küstah Rhett Butler ile çekişme, tutku ve yanlış anlaşılmalarla dolu aşkları çifti sinemanın unutulmaz aşıkları arasında yerleştirdi. Scarlet’in vazgeçilmez teselli cümleleri ile son verelim:
Bunu yarın düşünürüm. Çünkü yarın başka bir gün.
3- Blue is the Warmest Color
2013 Cannes Festivali’nin de gözdelerinden olan film, BAFTA da dahil o kadar çok adaylık ve ödül aldı ki festival sinemasıyla ilgilenmeyenlerimiz dahi filmi duymuştur. Baş karakterimizin adı Adele kendisi çok genç ve arayış içinde, genç tabi normal. Derken mavi saçlı Emma ile karşılaşıyor ve aşık oluyor ona. Arayışı son buluyor mu, bulmuyor tabii.
Aşıklar iki kadın olunca hassas ve çok tutkulu bir ilişki yaşanıyor ancak bu da neticede bir ilişki ve her ilişkinin kaçınılmaz safhalarından nasibini alıyor. Film 179 dakika. Film boyunca Adele’in peşindeyiz ama Emma’ya da hafiften aşık olmamak pek mümkün değil. Bir de filmi izlerken canınız çok makarna çekebilir keza Adele’in öyle iştahlı bir yeyişi var ki insan acıkıyor.
4- Jeanne Dielman
Baştan söyleyeyim film 201 dakika ve neredeyse tamamını Jeanne’ın evinde onun peşinden oda oda gezerek geçiriyoruz. Film feminist sinemanın baş tacı ettiği bir yapımdır çünkü Jeanne gerçek bir ev hanımı. Dünya değişiyor ve değişen dünya Jeanne’ın düzenini korumak için bütün gücüyle çabaladığı evine de giriveriyor. Dikkatli bir seyirci için film aslında adım adım o son sahneye hazırlıyor sizi. Delphine Seyrig; Jeanne’a başarıyla hayat veriyor. Her mimiğin anlam ifade ettiği filmi feministlere ve azimli sinefillere tavsiye ediyoruz.
5- Yedi Samuray
Akira Kurosawa’nın klasiklerinden olan film 207 dakika ve listedeki gizli favorimiz. Japonya’da orta çağ; samuraylığın toplumda büyük saygı gördüğü, samurayların onurla yaşadıkları dönemdeyiz. Haydutlar köylere saldırıp yağmalamaktadır. Çaresiz köylü onları koruyacak samuray aramaya çıkar. Bir araya gelişlerini gülümseyerek izlediğimiz yedi samuray köyü koruma altına alır ve haydutları beklemeye başlar. Japon sinemasının kadim oyuncuların Toshiro Mifune bu filmde de inanılmaz, köylüyü savaşmak üzere eğittiği sahnelerde çok eğleneceksiniz.
6- Serüven
İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük bir ruhi boşluk ve anlam arayışı içine giren İtalyan üst orta sınıfı Antonioni sinemasının ana konu başlıklarından biridir. Film 143 dakika ancak listedeki 3 saati aşkın filmlerden daha çok bunaltma kapasitesine sahip. Yönetmen bunalmış insanları seyirciyi de bunaltacak bir üslupla ele elıyor.
Filmin başında karşımıza çıkan atarlı ablamız arkadaşları ile çıktığı tekne gezisinde sırra kadem basınca, en yakın arkadaşı ve sevgilisi mümkün olan her yerde onu aramaya başlarlar bu esnada kaybın verdiği şokun etkisiyle yakınlaşırlar. Filmde çok absürt birkaç sahne var ki fark etmek için eleştirmen olmanıza gerek yok izleyince anlayacaksınız.
7- Leopar
Film 1860’lı yıllarda Garibaldi’nin reformları, İtalya’nın birleşmesi ihtimali üzerine dönemin asillerinin endişeleri, orta sınıfın yükselişi gibi pek çok yönüyle bir panoroma. Mekanlar, kostümler, oyunculuklar zarif ve etkileyici. Visconti filmografisinin seçkin örneklerinden. Karakter seçkisi zenginliği kadar onların yer yer gülünçleşen hareketlerini takip etmek de keyifli. Sizi cezbedemedik mi o zaman şöyle diyelim; Alain Delon ve Claudia Cardinale’in güzellikleri 19.yy atmosferiyle birleşince baş döndüren birer bebeğe dönüşmüş. Film 187 dakika.
8- Göklerin Hakimi
Scorsese-Di Caprio işbirliğinin bir diğer eseri. Oscar açısından Di Caprio’nun kalbinde bir diğer yara diyelim. Film biyografik. Di Caprio’nun bir iş adamı, havacı, film yapımcısı ve yönetmen olan Howard Hughes’u canlandırdığı filmde, Cate Blanchett Hollywood’un zamansız güzellerinden Katherine Hepburn’u canlandırırken, Kate Beckinsale de dönemin bir diğer unutulmaz güzeli Ava Gardner’a hayat veriyor. Howard’ın kariyeri, ruhsal rahatsızlıkları üzerine 20 yıla yayılan bir dönemi izliyoruz. Film 170 dakika süresine değer diyen de çok, sıkıntıdan patlayan da. Evet seyrederken bir yerde tıkanabiliyor insan cidden.
9- Tatlı Hayat
Şimdi de 1960 Roma sosyetesinin hayatına konuk oluyoruz. Fellini ele aldığı meseleyi festival tadında kalabalık, absürt ve hareketli işleyen bir üsluba sahip olduğundan Fellini filmlerinin en dolcesi olan filmi 174 dakikayı ızdıraba çevirmeden seyrediyorsunuz. Marilyn Monroe’dan ödünç alınmış tavırlarıyla hem Anita Ekberg’in büyüsüne kapılıyor hem de ayan beyan bir ironi içinde kalıyorsunuz. Baskın ahalinin Meryem ana göründü diye toplandığı bir sahne var ki gülmekten kendinizi alamıyorsunuz.
10- İz Sürücü
Tarkovsky’nin olmadığı bir efsane film listesi düşünülebilir mi? Bu filmin farkli bir etkisi oluyor insan üzerinde. Bir kere konu da mekan da farklı. Öyle ki Estonya’da terk edilmiş bir sanayi bölgesinde çekilen filmin ekibinden yönetmen ve eşi dahil pek çok kişi bölgedeki kimyasal atığın etkisiyle kansere yakalanmış. Konusuna gelince askeri koruma altına alınan ‘The Zone’ düşlerin gerçekleşeceğine inanılan bir yerdir. İnsanları buraya götüren iz sürücü bu defa da bir yazar ve bilim adamıyla yola çıkar. Diyaloglar oldukça manidar yazar ve bilim adamının duyusal ve rasyoneli temsil ettikleri gün gibi aşikar. Bol bol Hristiyan ve mitoloji sembolleriyle dolu film insana ‘Orada olsaydım ben ne isterdim?’ sorusunu sorduruyor ve inanmak fiilini sorgulatıyor. Film 163 dakika.
11- Son İmparator
Listemizde kendine has bir yeri olan filmde mekan Çin ve Mao dönemindeyiz. Yasak Şehir’e hapsedilen Çin’in son imparatoru sarayından alınarak işçi olarak çalıştırılmak üzere götürülür. O da artık herkes gibidir. Film flashback’lerle bize son imparatorun hayatı ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne geçiş dönemini anlatıyor. Kurgusu dolayısıyla 163 dakikası da dolu dolu ve akıcı. Bertolucci’in en favori filmlerinden olan Son İmparator, aday olduğu 9 dalın hepsinde de Oscar’ı kucaklayan bir film. Estetik sinema dili ve manidarlığıyla kaçırmayın deriz.
12- Baba
IMDB top 250’nin her daim üyesi olan bu elitize mafya hikayesini henüz izlemeyen çok ayıp etmiş demektir. Kendilerine söyleyecek söz bulamıyoruz. Daha da sinemayı severim demeye dilleri varmasın. Film 175 dakika. Al Pacino’nun genç dönemleri ve farklı bir oyunculuğu var. Marlon Brando filmografisinin de gözdesi olan filmi madem bunca zaman ihmal ettiniz bari telafi namına hemen başına oturun ama olmaz ki böyle.
13- Baba II
Baba serisinin devam filminde bu defa Vito Carleone’nin nasıl daimi Godfather’lığa terfi ettiğini izliyoruz. Al Pacino’nun hayat verdiği Michael Carleone filmin güncelinde otoritesi ve saygınlığını korumaya çalışırken, geçmişte de babasının gençlik yılları, yaşadığı sefalet ve bir gün karşısına çıkan fırsatı kullanmasıyla giderek artan gücüyle Don Carleone’ye dönüşmesinin hikayesini izliyoruz. Vito Carleone’ye Robert De Niro’nun hayat verdiği film kimilerince ilkinden bile daha iyi ve kesinlikle çok sürükleyici. 200 dakika.
14- Ran
Kurosawa’nın kendine has bir Kral Lear uyarlaması olan film o kadar başarılı çekilmiş ki trajedinin ruhuna hakim bir uyarlama olmuş. Günümüz teknolojisiyle çekilenlerini sollayacak etkileyicilikte savaş sahneleri barındıran filmimizde Orta Çağ Japonyasında bir ailenin güce sahip olmak adına tükenişini izliyoruz. İnanın parmaklarımız titriyor tuşlara basarken. Film 162 dakika, insanın ağzında acı bir tat bırakıyor. Soytarının cümlelerini dikkatle takip edin deriz:
İnsan doğarken ağlar ve yeteri kadar ağladığında da ölür.
15- Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi
Oscar adaylıkları ve ödülleriyle duyduğumuz bir David Fincher filmi. Benjamin gençleşsin doya doya seyredelim Brad Pitt’i diye öyle bir sabırsızlıkla izlemiştik ki filmi! Bnejamin’in çok yaşlı doğup giderek gençleşmesi olayını biliyorsunuzdur elbette. Sinemanın en farklı aşk hikayelerinden biri Daisy ve Benjamininki, ilk karşılaşmalarında biri yetmişlerindeyken diğeri küçük bir çocuk, sonundaysa Benjamin minik bir bebek Daisy ise yetmişlerinde. Film adaylıklarından yalnızca üçünde Oscar’ı kucakladı ancak Brad de Cate de çok başarılıydı bunu belirtelim, 200 dakika.
16- Magnolia
Listedeki favorilerimizden bir diğeri 188 dakikası boyunca bir an bile sıkılmadan izleyeceksiniz. Paul Thomas Anderson alamet-i farikalarından olan karakterler ve Tom Cruise, Julian Moore gibi oyuncuları barındıran Manolya’da, Philip Seymour Hoffman da en naif performanslarından birini sergiliyor. Yer yer yolları kesişen bu kaybolmuş karakterlerimizi kendilerine getiren şey işe bir kurbağa yağmuru. Evet gökten kurbağa yağıyor filmde. Tom Cruise’un karakterinin aşk hayatı başarısız erkeklere seminer verdiği sahnelerde gülmekten kırılacaksınız.
17- Rocco ve Kardeşleri
Yerli sinemamızda örneğini bolca gördüğümüz kırsal alandan endüstrileşen büyük şehre göçün ardından sönüp giden bir ailenin hikayesi. Yer yer bizdeki örneklerini hatırlasak da film müzikleriyle Alain Delon’un samimi oyunculuğuyla farklılaşan bir Visconti filmi. Kendinizi filme kaptırıp gidiyorsunuz ve Rocco için çok üzülüyorsunuz. Resimdeki sahnede Rocco’nun söyledikleri insanda soğuk duş etkisi yapıyor. Son olarak Rocky’nin filmimizdeki boksör Rocco ilhamiyle yaratılmış bir karakter olduğunu belirtelim. Ah be Rocco diye iç çekerek bitirelim.
18- Ağlayan Çayır
Theo Angelopoulos’un üçlemesinin ilk filmi. Bolşevik Devriminden kaçan Rumları konu alan film gerçek bir sanat eseri. İzleyecek filmseverlere itina ile yaklaşmaları gerektiğini belirtelim yoksa sıkıntıdan çatlarlar. Sahneleri, müzikleri insanın içine işleyen bir filmdir, bol bol da sembol içerir. Angelopoulos’un bir filmi de yok ki her düşündüğümüzde içimiz titremesin. Trajedinin en yüreğe işleyen örneklerinden biri. 170 dakikalık bir şaheser.
19- 1900 Efsanesi
Listemizin son filminde 1900 yılının ilk günü Virginian isimli transatlantikte terk edilmiş halde bulunan bir bebek olan ve tüm ömrünü o gemide geçiren kahramanımızın müzik ve denizle dolu hikayesini izliyoruz. En duygusalından diyaloglar mı dersiniz, parmak ısırtan oyunculuk mu ne ararsanız var. Filmin baş rollerinden biri de müzik. Bir piyano düellosu sahnesi var ki aman aman.