O büyüklere; büyücülü, ejderhalı, hayaletli veya başka evrenlerde geçen masallar anlattı. Bazen cinsiyetsiz bir toplum tahayyül etti Ursula K. Le Guin, bazen mülkiyetsiz.
Le Guin sadece bilimkurgunun veya fantastik dünyaların kapısını aralamadı; hep hayaller kurdu, kurdurdu. Sonra ne yapıp edip bizim hikâyelerimizi anlattı. Üstelik egemenin diline karşı uyanık durarak.
Kültürleri uyduran edebiyatçı
Ursula Kroeber, 21 Ekim 1929’da Kaliforniya’da doğdu. Adını doğum tarihi olan Azize Ursula Günü‘nden aldı. Annesi Theodora bir etnoloji klasiği kabul edilen İki Dünyada Ishi kitabının yazarıydı. Babası Alfred ise antropologdu.
Radcliff ve Columbia üniversitelerinde edebiyat eğitimi alan ve yıllar sonra annesi gibi yazarlığı seçen Ursula, “Babam kültürleri araştırırdı, bense uyduruyorum. Bir bakıma aynı şey” diyerek babasına göz kırpacaktı.
Öyküler, dersler, çeviriler, üç çocuk…
Henüz 22 yaşındayken tarihçi Charles A. Le Guin ile evlenen Ursula, 1951’den itibaren Ursula K. Le Guin’di. Bu evlilik onun hızını hiç kesmedi. Bitmez tükenmez enerjisiyle edebiyat dünyasında adını duyurup akademi koridorlarında gezinirken bir de dünyaya üç çocuk getirecekti.
Hugo ve Nebula ödülleri Le Guin’e
20’li yaşlarında fantastik öyküler yazmaya başlayan Le Guin’in ilk bilimkurgu öyküsü 1962’de, ilk romanı ise dört yıl sonra yayımlandı. İleride çok ses getirecek Yerdeniz serisinin ilk kitabı Yerdeniz Büyücüsü 1968’de raflardaydı.
Ama Le Guin dikkatleri bu kitapla değil; bir yıl sonra yayımladığı Karanlığın Sol Eli romanı ile çekti. Çünkü bu roman ile bilimkurgunun iki büyük ödülünü, Hugo ve Nebula’yı kucakladı.
Cinsiyet meselesiyle meşgul: Karanlığın Sol Eli
İnsana benzeyen yaratıklar arasındayız. Ama burada herkes çift cinsiyetli. Sadece üreme zamanlarında kadın veya erkek olmaya karar veriyorlar. Bu dünyayı gezegenler arası birliğe katmayı düşünen bir gözlemci bize yarenlik ediyor.
Peki, erkek nedir, kadın nedir?
Le Guin, Hainish Evreni’nde geçen bu romanında cinsiyet meselesiyle okuru meşgul ederken, kendi de feminist edebiyatın merkezine oturuyordu. Artık yazıları eleştirmenlerce didik didik edilebilir, eserlerinde Jung‘un, Taoizmin ve Yunan mitolojisinin etkileri irdelenebilirdi.
Uzak diyarlarda: Hainish Evreni
Yazarın ilk romanı Rocannon’un Dünyası, Karanlığın Sol Eli, Mülksüzler ve Dünyaya Orman Denir kitaplarını da içeren dokuz kitabı Hainish denilen 84 gezegenli bir evrende geçiyor.
Bu serideki kitaplar belli bir sıra izlemeksizin ayrı ayrı da okunabiliyor.
Erkek dilini reddediyor
İlk eserlerinde iktidar meselesini daha çok erkekler üzerinden tartışan ünlü yazar, annesinin kadınları neden yazmadığı sorusu üzerine sanki silkindi. Artık dilini, erkeklerin kurguladığı kelimelerle kurmayacaktı.
Kaleminin ucuna, kişinin kendi bedenine hâkimiyetini, çekirdek aileye ve heteroseksüelliğe alternatifleri, bağımsızlık ve mülkiyet gibi meseleleri oturttu.
Kadim zamanlarda: Yerdeniz serisi
Hayal dünyasında yarattığı ülkenin haritasını bile çizdi Le Guin. İrili ufaklı pek çok adadan oluşan ve Yerdeniz dediği bu kurgusal evrende kullandığı metaforlar ve olay örgüsüyle bizi sarstı.
Beş roman ve bir öykü kitabından oluşan seri, kadim zamanlarda geçiyordu ve bir keçi çobanının baş büyücülüğe yolculuğunda elbette barbarlar, krallar ve ejderhalar cirit atıyordu.
Çobandan baş büyücüye: Yerdeniz Büyücüsü
Serinin ilk kitabı büyüme temasını işledi. Keçi çobanı Ged (Çevik Atmaca), gelecekte Yerdeniz’in en büyük büyücülerinden biri olacakken, kimmiş, neciymiş bu romanda okuduk.
Ged bu hikâyede kendini tanıyarak birey olmaya çalıştı; biz de Yerdeniz evrenini keşfetmeye.
Kadınlığın merhaleleri: Atuan Mezarları
İkinci kitap 1970’de yayımlandı. Le Guin’e göre bu roman cinsellik ve bir kadının büyümesi hakkındaydı. Temalar, doğum, yeniden doğum, yıkım ve özgürlüktü. Kargad Diyarı‘nda geçen roman, İsimsizler’in Rahibesi Ölümsüz Arha’nın Tenar’ın bedeninde yeniden doğuşuyla başladı. Tenar ile Arha’nın mücadelesi aslında erkek egemen toplumda kadınların kadınlığını ve özgürlüğünü bulma çabasıydı.
Türkiye’de bu roman 2008’de Oyuncular Tiyatro Grubu’ndan Selma Köksal tarafından oyunlaştırıldı.
Ged varsa ölüm yok: En Uzak Sahil
Enland Krallığı’nda büyü artık unutulmak üzereydi. Genç Arren bu durumu engellemek için Roke Adası’ndaki baş büyücü Ged’e ulaşıp derdini anlattı. İkisi birlikte büyünün kırıldığı yeri aramaya başladı.
Yazarın 1972’de kaleme aldığı En Uzak Sahil, başta üçleme olarak kurguladığı serinin sonuydu. Bu yüzden ölüm temasını işledi ve ölümden korkmamayı öğretti.
Kadınlar artık susmayacak: Tehanu
Üçlemeden 20 sene sonra, 1990’da Le Guin bir ejderha kadın ile çıkageldi, Tenar’ın evlat edindiği Tehanu’yla. Aslında bu roman ilk üç kitapta yaşananların perde arkasıydı.
Burada artık bir sürü yetenekleri ile kadınlar ortaya çıktı. Onlar Yerdeniz’i kurtarırken Le Guin de toplumsal cinsiyet rollerini okurun yüzüne vurmakla meşguldü. Üstelik eleştirmenlere göre; pek şikâyet ettiği eril dilden artık kurtulmuştu.
Seriyi bağlayan köprü: Yerdeniz Öyküleri
2001’de yine tanıdık sulardaydık. Yerdeniz Öyküleri bir köprü gibiydi. Bütün maceraların öncesi ve sonrasını birbirine bağladı. Serideki diğer kitaplarda merak ettiğimiz, üstün körü geçildiğini düşündüğümüz detaylar ve Roke’taki büyücülük okulunun kurulma süreci bu kitaptaki beş masalda anlatıldı. Bu eser aynı sene yayımlanan Öteki Rüzgâr’a bir nevi hazırlıktı.
Yanıtsız soru kalmıyor: Öteki Rüzgâr
Kitap Yerdeniz Öyküleri’nin son hikâyesi olan Ejderböceği sonrasında geçen bir dizi olaya odaklandı. Yaratıcısı bile “Yerdeniz’e yeniden gidip onu hâlâ hatırladığım haliyle bulmak, ama değiştiğini ve değişmekte olduğunu görmek beni çok memnun etti” dedi.
Serinin bu son kitabında artık yanıtsız soru yoktu. Ejderhalar ve insanların kökeni, büyünün keşfi, ölülerin ölüm sonrası gittiği çorak diyarın ne olduğu Öteki Rüzgâr’da bir bir avucumuzdaydı.
Miyazaki’nin animasyonu: Yerdeniz Öyküleri
Serinin animasyonu 2006’da yapıldı. Üçüncü ve dördüncü kitaplardan konuları ve karakterleri içeren, hatta ilk kitaba da ufak selamlar gönderen bu animasyonda, babası da Le Guin hayranı birinin imzası vardı.
Hayao Miyazaki‘nin oğlu Gorō Miyazaki, dengesi bozulan Yerdeniz’i anlatırken yine Ged’in peşindeydik. Canlıların dünyası ile ölülerinkini ayıran kapı açılmış ve ortalık karışmıştı.
Yerdeniz’in sırları
Bu seride elbette hiçbir şey alışıldık değildi. Mesela ejderhalar, Batı’nın alev saçan canavarları, hiç de öyle kâbusları süslemiyordu ya da kahramanların teni, alışıldık kalıpların aksine beyaz değildi. Bu dünyanın barbarları önyargılarımızın aksine sarışındı.
Le Guin’in hiçbir kahramanı dört dörtlük değildi. Kötü kararlar veriyor, hatalar yapıyor ama değişmekten korkmadıkları için büyüyüp bilgeleşiyorlardı.
Gördüğün rüyayı unutma: Rüyanın Öte Yakası
George Orr, sabahları kendi rüyalarının gerçekliğine kalkarken Dr. Haber onun bu yeteneğini faydalı işler için kullanmak peşindeydi. Ne de olsa Orr’un rüyalarıyla dünyayı değiştirebilirlerdi. Le Guin 1971’de yayımladığı bu romanında rüyalara odaklandı. Elbette kendi tarzında…
1980’de ve 2002’de iki kere sinemaya uyarlanan eser, okurlarını rüyalar âleminin tekinsiz koridorlarında gezdiren usta yazarın beyazperdede yeni hayranlar kazanmasını sağladı.
Mesela üç, beş ağaç değil: Dünyaya Orman Denir
1972’de Le Guin bu romanı yazarken dünyanın derdi Vietnam’dı. Sözde gelişmişlerin az gelişmişlere uygarlık taşıması söz konusuydu. Tıpkı Arz’ın, Athshe’nin ormanlarını kesip ağaçta yaşayan yaratıklarını yere indirmesi gibi, güçlü olan hep güçsüze nasıl yaşayacağını söyleyecekti.
Gezi Direnişi’nde Türkiye’li okurun sık sık hatırladığı bu roman, şimdilerde belediye otobüslerinin tepesine, rezidansların çatılarına ot ekenlere de selam gönderiyordu.
İkircikli ütopya: Mülksüzler
Le Guin, 1974’te yazdığı Mülksüzler’de “Bir hırsız yaratmak istiyorsanız sahip yaratın. Suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun.” diye seslendi. Yazarın bu kült romanında, bir kısmı kapitalizm, bir kısmı sosyalizmle yönetilen Urras ve onun uydusu Anarres’e konuk olduk.
Bu romanı için “ikircikli ütopya” ifadesini kullandı kendisi. Çünkü ona göre anlattığı, ütopyadaki gibi ideal toplum değildi. Yine de o kurgusal dünya bile yaşadığımız dönemden daha imrendiriciydi.
Devlet, para ve mülkiyet olmadığında
150 sene önce Urras’ta isyanlar artınca Anarres’e gönderilen Odocular orada anarşist bir düzen kurmuştu. Ama bir yerde devlet, mülkiyet ve paranın olmayışı, otoriterliğin oluşmaması için kâfi miydi? Bu düzende yetişen parlak fizikçi Shevek işte bu sorunun peşine düşüyordu.
“Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir”
Kendini anarşist olarak tanımlayan Le Guin, Mülksüzler’de hiçbir zaman bir anarşizm güzellemesine gitmedi. Aksine hangi sistem olursa olsun otoriterleşme başladığında ona direnmeyi ve işbirliğini önerdi.
Bu yüzden de ütopyasını şu cümlelerle süsledi: “…Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.”
Erkeklere bir doz feminist teori
Temel feminist teoriye hâkim olan Le Guin asla erkek okuru rahatsız etmedi; onun kalemi sihirliydi. Teorisini gizlice zerk ediyordu. Anarşist eğilimli veya anaerkil toplumlar yaratırken elbette şu çıkışı yapacaktı:
“Kadınlar, kadın olarak kaldıkları sürece, erkek egemen düşüncesiyle oluşturulmuş bir toplumda, insanın insanoğlu diye adlandırdığı, tanrının erkeklerin diliyle konuştuğu, tek gidilebilecek yönün ileri, daima ileri olduğu toplumdan, zaten büyük ölçüde dışlanmış durumdalar. Bu onların ülkesi, biz kendimizinkine bakalım.”
Hayali kelimeleri hayalleri zenginleştirdi
Hayali diyarlarda kullanılan hayali kelimeleri vardı. Mesela Uçuştan Uçuşa kitabında kuzeybatıdan gelen Sosalar ile güneybatıdan gelen Astasalar, Obtry’nin zengin ovalarını işgal ediveriyordu. Bazen de Yerdeniz serisinde adalarda pek lezzetli kahverengi bir çay olan “Ruşvaş” içiliyordu.
İnsana dair ne varsa
Le Guin en başından itibaren sadece bilimkurgu veya fantastik edebiyatın yazarı olarak görülmedi hiç. O en fantastik kurgusunda bile hayata dair ikilemleri, ahlaki tuzakları veya özgürlüğün ne olduğunu sorguladı.
Eserlerinde büyümenin insanı nasıl değiştirdiğini tartışırken, karanlık yönlerimizi cesurca kurcalayabildi. Bu yüzden de en gerçekçi okurlar bile onun kitaplarını okurken, olmayan gezegenlerde, olmayan ülkelerde dolaştıklarını umursamadı.
5.30 kalkış, 7.15 çalışma
85 yıllık yaşamına 20’den fazla roman, pek çok hikâye, şiir ve çocuk kitabı sığdıran bu bilge yazar, üretkenliğini sınırsız hayal gücüne, bir de disiplinli hayatına borçlu.
Akşam 10’da yatıp sabah 5.30’da uyanan Le Guin sıkı bir kahvaltıdan sonra 7.15’te çalışmaya başlıyor. 1’deki öğle yemeğine kadar masadan kalkmayan ünlü yazar sonraki iki saatini ise okumaya ayırıyor.
Kulağımıza küpe bonusu
“Sadece insan olduğunuz için başarısızlıkla tanışacaksınız. Güçlü olduğunuzu sanırken, adaletsizlik, ihanete uğrama ve yerine konmayacak kayıplarla karışılacaksınız. Güçlü olduğunuzu sanırken zayıf olduğunuzu öğreneceksiniz. Mülk edinmeye çalışacaksınız ve mülkleriniz size sahip olacak. Kendinizi, bu güne kadar da bunu yaşamış olmalısınız, karanlıkta yalnız ve korkuyor bulacaksınız…”
Kadim zamanların sözcüsünün 1983’te Mills Koleji’nin mezuniyet töreninde yaptığı bu konuşma modern zamanların okurlarına bir nasihat gibiydi.