Ana sayfa » Tarih » Tutankhamun’un Laneti: Firavunun Mumyası Tarafından Büyülendiğini İddia Eden Kişilerin Hikayeleri
Tutankhamun’un Laneti: Firavunun Mumyası Tarafından Büyülendiğini İddia Eden Kişilerin Hikayeleri
Firavunun altın kaplama mezarından yayılan gerçekten de binlerce yıllık bir lanet miydi, yoksa arkasında çok daha dünyevi ve bir o kadar ilginç açıklamalar mı yatıyordu?
Bir arkeolog, yüzyıllardır uyuyan bir firavunun kapısını açtığında ne olur? Dünyanın gözünü kamaştıran hazineler bulunur, tarih yeniden yazılır… ve tabii ki insanlığın en sevdiği şeylerden biri olan ürkütücü söylentiler hızla yayılır. Tutankhamun’un mezarı açıldığında yaşanan tam olarak buydu. Howard Carter’ın 1922’de Krallar Vadisi’nin derinliklerinde karşılaştığı altın parıltılar, arkeolojinin ve modern çağ mitolojisinin de fitilini ateşledi. Çünkü o andan itibaren ardı ardına gelen gizemli ölümler, dünyayı tek bir soruya kilitledi: Bu bir tesadüf müydü, yoksa gerçekten uyanmak istemeyen bir firavunun öfkesi mi? Kral Tutankhamun mezarı gerçekten lanetli mi?
Sizi önce 1920’lerin Krallar Vadisi’ne götürelim. Arkeolog Howard Carter, neredeyse herkesin vazgeçtiği bir hedefin peşindeydi: Küçük yaşta ölen, hakkında çok az şey bilinen Tutankhamun’un mezarını bulmak
On beş yıl boyunca yapılan kazılar çoğu zaman yalnızca taş, toz ve hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştı. Arkeoloji macerasının maddi yükünü üstlenen Lord Carnarvon’un sabrı da nihayet tükeniyordu. Bir ara projeyi tamamen bırakmayı bile düşünmüştü. Ama o kasım günü Carter merdiven basamaklarına benzer bir yapı keşfettiğinde her şey değişti. Mühürlü kapı açıldığında içeriye sızan ilk ışık sadece altını değil, tarihin kalbini de aydınlattı.
Üç bin yıldır dokunulmamış bir kral mezarı, savaş arabalarından heykellere, takılardan meşhur altın maskeye kadar binlerce eserle doluydu. Carter, “Bir şey görebiliyor musun?” diye sorulduğunda yalnızca “Harika şeyler görüyorum” diyebilmişti. Haklıydı; o an bilimsel bir zafer ve dünya çapında bir kültürel çılgınlık başlıyordu. Her gün gazeteciler, turistler, siyasetçiler ve akademisyenler mezarın etrafında toplanıyordu. Fakat kalabalığın içinde dolaşan bir söylenti vardı ve zamanla hazine kadar parlayacaktı: Firavunun laneti.
Firavun laneti söylentilerinin fitilini ateşleyen ilk isim, kazının finansörü Lord Carnarvon oldu
Mezarın açılmasından birkaç ay sonra, oldukça basit görünen bir sivrisinek ısırığı hayatının yönünü değiştirdi. Tıraş olurken ısırık yerini kesmiş, bu da enfeksiyonu tetiklemişti. Zayıf bağışıklık sistemi nedeniyle enfeksiyon kısa sürede zatürreye dönüştü ve Carnarvon Kahire’de yaşamını kaybetti.
Dönemin gazeteleri bu olayı yalın bir tıbbi vaka olarak anlatmak yerine, “Firavun’un öfkesi” klişesinin içine çekti. Artur Conan Doyle gibi ünlü isimlerin bile doğaüstü açıklamalara yönelmesi, söylentinin büyümesine yardımcı oldu. Doyle gazetelere, Carnarvon’un ölümüne kötü bir ruhsal varlığın sebep olmuş olabileceğini söyleyince olay artık yalnızca bir ölüm değil, manşetlik bir efsane haline geldi. Artık Dünya şunu konuşuyordu: Firavun gerçekten huzuru bozanları cezalandırıyor muydu?
Lanet söylentisi kısa sürede domino etkisi yarattı. Carnarvon’un ardından ölen her kişi, firavunun görünmez listesine bir isim daha ekliyormuş gibi algılanıyordu
İlk olarak Lord’un üvey kardeşi Aubrey Herbert, bir diş operasyonu sonrasında enfeksiyon nedeniyle hayatını kaybetti. Ardından Tutankhamun mezarını ziyaret eden Amerikalı iş insanı George Jay Gould, Mısır’dan döndükten kısa süre sonra zatürreye yakalanarak öldü. İnsanlar artık mezarın kapısından içeri adım atan herkesin kaderinin mühürlendiğine inanıyordu. Fakat işler bu noktadan sonra daha da karanlık ve tuhaf bir hal aldı. Carter’ın ekibinden arkeolog Arthur Mace, kronik solunum sorunları yüzünden ülkesine dönüp birkaç yıl sonra öldü. Morg odasında çalışan Hugh Evelyn-White, kendini asarak hayatına son verdiğinde, bazı kaynaklara göre bir not bırakmıştı: Lanete dayanamadım.
Bu noktada halkın gözünde olay çoktan doğaüstü bir boyut kazanmıştı. Oysa dikkat çekici olan, bazı kurbanların mezarla yalnızca dolaylı bir bağı olmasıydı. Mısırbilimci Aaron Ember, mezardan çıkan bir eserle değil, evindeki yangında Ölüler Kitabı el yazmasını kurtarmaya çalışırken öldü. Carter’ın arkadaşı Sir Bruce Ingram’ın başına gelenler ise basının iştahını iyice kabarttı: İnşa ettiği ev bir yangınla yok oldu, yeniden yapıldı, bu kez sel bastı. Her felaket, “Firavun dokunuşu” olarak yorumlanıyordu. Hatta bazı gazeteler, Carnarvon öldüğü anda Kahire’deki tüm ışıkların söndüğünü ve İngiltere’deki köpeğinin o an uluyarak can verdiğini yazacak kadar ileri gitti. Elbette bunların doğruluğu hiçbir zaman kanıtlanmadı.
Bugün bu gizemli ölümlere daha serinkanlı bakabiliyoruz. Mezarın açıldığı gün orada bulunan 58 kişiden yalnızca sekizi 12 yıl içinde öldü
Bu oran, o dönem için olağanüstü sayılmaz. Üstelik mezarla en uzun süre çalışan Carter, 64 yaşına kadar yaşadı ve hastalığı tamamen doğal nedenlere dayanıyordu. Bilim insanlarının çoğuna göre lanetin ardındaki gerçek, büyü veya intikam değil, dönemin sağlık koşullarıydı. Antibiyotiklerin henüz yaygın olmadığı bir çağdan bahsediyoruz. Küçük bir enfeksiyon bile hızla ölümcül hale gelebiliyordu. Zatürre, kan zehirlenmesi ve solunum yolu rahatsızlıkları, özellikle sıcak, tozlu ve kapalı alanlarda çalışan arkeologlar için oldukça yaygındı.
Ayrıca, binlerce yıldır kapalı kalan mezarlarda hava kalitesinin zayıf olması şaşırtıcı değil. Mantar sporları, küf, toz ve yarasa guanosu, solunum sistemi hassas olan kişiler için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Arthur Mace gibi mezarın içinde uzun süre vakit geçirenlerin solunum sorunları yaşaması bu açıdan oldukça mantıklı bir açıklama sunuyor. Meslek hastalıkları da ölüm zincirine katkıda bulunuyordu. Örneğin Sir Archibald Douglas Reid’in genç yaşta ölümü, o dönemde radyologların yaygın olarak maruz kaldığı kontrolsüz radyasyon nedeniyle gerçekleşmiş olabilir. Hugh Evelyn-White’ın trajik intiharı ise muhtemelen depresyon ve medyanın yarattığı baskıyla ilişkiliydi.
Bugün geriye dönüp baktığınızda, lanetin devamlılığı büyük ölçüde gazetecilerin yaratıcı manşetlerinden beslenmiş gibi görünüyor
Çünkü Tutankhamun mezarında, halkın yıllarca anlattığı gibi duvarlara kazınmış tehditkar bir uyarı hiçbir zaman bulunmadı. Mezarın içindeki yazıtların tümü dini metinler ve cenaze ritüellerine dair dizelerdi. Yine de lanet efsanesinin kaybolmamasının güçlü bir nedeni var: İnsanlık tuhaf, açıklanamayan ve biraz da ürpertici hikayeleri seviyor. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrası dönemde, egzotik diyarlara ve mistik güçlere duyulan ilgi zirvedeydi. Tutankhamun’un mezarı bu hayal gücünün en uygun sahnesi haline geldi.
Gerçekçi bir gözle bakarsak, firavunun insanları kovaladığına dair bir kanıt yok. Ama başka bir bakış açısıyla, bu lanet hiç de zararlı değil. Çünkü bugün bile Tutankhamun’un adı geçtiğinde hepimiz biraz tüylerimiz ürperiyor, biraz hayran oluyor, biraz da meraklanıyoruz. Belki de gerçek büyü tam olarak budur: Binlerce yıldır insan zihnini etkileyebilmek.