Çocuk hakları, kanunen veya ahlaki olarak dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu; eğitim, sağlık, yaşama, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi haklarının hepsini birden tanımlamakta kullanılan evrensel kavramdır, Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi ile şekillenmiştir. Günümüzde çocuk hakları ile ilgili olan uluslararası belge 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve 193 ülke tarafından onaylanmış olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmedir.
Buraya kadar her şey iyi güzel peki bunun uygulaması nedir nasıl olur diye Türkiye özelindeki duruma baktığımızda karşımıza Başak Çubukçu’nun Al Jazeera için Çocuk ve Haklarını Koruma Platformu Hukuk Komisyonu Başkanı Bahadır Erdem’le yaptığı röportaj çıktı. Biz de konuyla ilgili aynı zamanda 14 sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu Çocuk ve Hakları Koruma Platformu’nun da Hukuk Komisyonu başkanı olan Bahadır Erdem’in bazı cümlelerini alıntılayalım ve Türkiye çocuk hakları konusunda nerede netleştirelim istedik.
“Türkiye ev ödevlerini her zaman güzel yapar. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde aslında herkesi şaşırtacak kadar demokratik, insan haklarına ve Avrupa standartlarına uygun, çocuğu da koruyan bir sisteme sahibiz.”
“Ama burada önemli olan uygulama. Uygulamanın hukuk mevzuatına uygun olarak gelişmesidir. Ona uygun olarak uygulanmasıdır. Kim sorumlu? Hem sosyal kurumlar hem de yargı. Savcısıyla, hâkimiyle.”
“Yakın zamanda basına yansıyan bir dava var. Küçük çocuğa amcası 5 yıl boyunca cinsel istismar suçunda bulunuyor. Kız ancak 5 sene sonra yani 10 yaşına geldiğinde bunu annesine söyleyebiliyor.”
“Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesi, sanığa 18 yıl hapis cezası veriyor. Bu kararı, sanığın iyi halinden 14’e düşürdü. Sonra mahkeme, Yargıtay’a gitti. Yargıtay bunu bir alt cezaya soktu ve bozdu. Bozma kararını da, kızın bakire olmasına bağladı.”
Erdem, çocuğa karşı işlenen suçlarda -örneğin istismar, tecavüz, cinayet- bunun en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğinin altını çiziyor. Özellikle çocuğa karşı suç işleyenlerin devlet görevlileri olduğu takdirde sonucun çok da değişmediğinden dert yanıyor.
Erdem bu tip davalarda hâkimlerin devleti koruduğunu söylüyor.
“Affetme duygusu ağır basıyor. ‘Aman düzen bozulmasın anlayışı’ devreye giriyor. Bu yanlış bir anlayış. Ama acı olan şu: Bu aslında toplumun anlayışı. Burada korunması gereken kim? Çocuktur.”
“Hükümet çıkardığı yasalarla bu suçları ağırlaştırdı. Ceza Kanunu’nda çocuğa karşı işlenen cinsel istismar suçlarına çok ağır hükümler geldi. Bunlar, ciddi ve önemli adımlardır. Adli Tıp’a gidip gelmeyi kaldırdı. Bu çok can sıkıcı bir durumdu örneğin.”
Ancak uygulamaya ve rakamlara baktığımız zaman ne yazık ki iyi yöne bir gidişten bahsedemiyoruz.
“Gelin, toplum tarafından sevilen bir unsurdur. Gelin, gelinlik, düğün gibi şeyler bir heveslendirme bir özendirme içerir. Dolayısıyla gelin lafını hiç kullanmamamız lazım.”
“Biz reşit olmayan küçük kızımızı eğer dini yolla beraberliğe zorluyorsak, burada evlilikten bahsedemeyiz. Bu resmen tecavüzdür. Dolayısıyla ‘çocuk gelin’ lafını toplum da medya da unutsun.”
Kızların çocuk yaşta evlendirilmelerinin, toplumun kanayan yarası olduğunu söyleyen Erdem, bunun önüne ancak ağır ceza hükümleriyle geçilebileceğini düşünüyor.
Dini nikah kıyan imamlara bu sebepten dolayı 6 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası verilmesi gerektiğini savunuyor.
Türkiye, 1994 yılında Çocuk Sözleşmesi’ni imzaladı. 54 maddeden oluşan bu sözleşme, çocuk haklarının korunmasını amaçlıyor ve taraf devletlere belli yükümlülükler getiriyor.
Ancak Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 17, 29 ve 30. maddeleri hükümlerini Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Lozan Anlaşması hükümlerine uygun olarak çekince koydu.
Bu maddeler, farklı dile mensup çocukların kendi dilini kullanma hakkını içeren maddeler.