O badem gözlerini devirir, ok gibi kirpiklerini nazlı nazlı havalandırırken bizim içimiz titrerdi. Türkiye sinemasının Sultan’ı Türkan Şoray, bugüne kadar 200’den fazla filmde rol aldı. Bazılarını yazdı, yönetti.
Salon komedilerinde güldürdü, acılı aşk filmlerinde ağlattı. Türkiye’de töre belasının mağdurunu da, ayakları yere basan, özgürleşen kadını da başarıyla canlandırdı. O kadar popülerdi ki adı bir örgü modeline bile verildi; Türkan Şoray Kirpiği.
Sultan’ın bugün doğum günü. Şoray şarap gibi yıllandıkça güzelleşirken, biz de Türkiye sinemasının mütevazı starına iyi ki doğdun diyelim!
Çocukluktan Yeşilçam’a giden yol
28 Haziran 1945’te İstanbul’da doğdu. Babası Halit devlet demiryollarında memur, annesi Meliha ev hanımıydı. Babası bir süre sonra işini bırakıp polis memuru oldu, annesi ise bir lastik fabrikasında çalışmaya başladı. Aile ekonomik açıdan zor günler geçirirken Şoray, küçük yaştan itibaren evle ilgilenmek zorundaydı. 1954’te kız kardeşi Nazan’ın doğumundan sonra anne babası boşanmaya karar verdi. Kız kardeşiyle birlikte annesinde kalan Şoray, liseye devam ederken Karagümrük’teki Sarmaşık Sokak’a taşındı.
Şoray yeni muhitlerinde ev sahiplerinin kızı aktris Emel Yıldız ile arkadaş olunca, tesadüfen bir gün onunla film setine gitti. Bu kısa gezinti bakalım nelere vesile olacaktı?
Tesadüflerle yıldız
“Bir film setine gittim ve hayatım değişti… Sevgili Emel Yıldız (Panter Emel) o dönemlerde çok meşhurdu. Ve çok güzel bir kadındı. Annem, babamdan ayrıldıktan sonra bir ev tutmuştu. Tuttuğu evin sahibinin kızıydı Emel Yıldız. Ve çok sevdi beni. Çok sevdik birbirimizi. Bir gün bana okuldan dönüşümde, ‘Gel seni Beyoğlu’na götüreyim’ dedi. Onun da film çekimleri varmış. Ve beni de Beyoğlu’na, film setine götürdü. Ben daha çok küçüğüm tabii, 14 yaşındayım. Türker İnanoğlu Bey, o filmin yönetmeniymiş. Ve beni görünce o filmde oynamamın uygun olacağını düşünmüş. Bir-iki gün sonra eve iki kişi geldi, annemle konuştular. Annem ilk önce itiraz etti ama sonra bir şekilde ikna ettiler annemi. Ve öylece ben film çevirmeye başladım…”
Köyde Bir Kız Sevdim’de başrol
Emel Yıldız o dönemde “Köyde Bir Kız Sevdim” filminde başrolde oynayacakken İnanoğlu bu rolü Şoray’ın oynamasını isteyince Sultan’a Yeşilçam yolu açıldı. Annesi başta kızının oyuncu olmasını istemediği halde maddi sıkıntıları yüzünden çalışmasına onay verdi. İlk filmi için kamera karşına geçen Şoray’ı sinemada uzun soluklu bir kariyer dönemi bekliyordu.
Bu filmle perdede parlamasının ardından Şoray kısa sürede yapımcıların ve magazin basınının dikkatini çekti. Bir yıl sonra dönemin ünlü dergilerinden Sinema’nın kapağını süslüyordu.
Manikürcü Nermin’in ta kendisi: Acı Hayat
İki senede çevirdiği 16 filmde popülaritesi artan Şoray için 1962’de Metin Erksan’ın yönettiği Acı Hayat dönüm noktasıydı. Bu filmdeki manikürcü Nermin rolü kendisine bir yıl sonra Antalya Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi. Artık izleyicide Şoray imgesi oluşuyordu. Senaryo yazarları onun için öyküler yazıyor, yönetmenler filmlerini onun üzerine kuruyordu.
Selim İleri, Şoray’ın bu filmdeki başarısını şöyle özetledi: “1960’lardaydı, Beyoğlu’ndaki Yeni Melek Sineması’nda Acı Hayat’ı seyretmiştim. Acı Hayat, Metin Erksan’ın unutulamayacak filmidir. Ayhan Işık, Nebahat Çehre, Ekrem Bora, Memduh Alpar, Handan Adalı film kadar unutulmayacak oyunculuklarıyla hâlâ belleğimde, hepsini bunca yıl sonra bile sahne sahne hatırlıyorum. Ne var ki, manikürcü kızda Türkân Şoray’ı bir film kahramanı gibi görememiştim. O kızın ta kendisiydi.”
Adlı’nın Sultan’ı halkın Sultan’ı
Sinemaya başladığında Şadi Çadırcı ile nişanlı olan Şoray, kısa süre sonra Çadırcı’dan ayrılıp İnanoğlu ile nişanlandı. Eylül 1962’de ise bir film setinde hayatına yön verecek eski Galatasaray Asbaşkanı Rüçhan Adlı ile tanıştı. Adlı Şoray’dan 23 yaş büyüktü. Ünlü oyuncunun onunla birlikte ayakları yere daha sağlam bastı. 20 yıl süren bu ilişki Şoray’ı süzgün bakışlı şuh kadın imajından sıyırıp yeni kimliğe büründürdü. Bu sürede birkaç defa ayrılıp barışan çift, Adlı’nın eşinden bir türlü boşanamaması yüzünden yollarını ayırdı. Şoray 1983’te Cihan Ünal ile evlendi. Dört yıl süren bu evlilikten Yağmur adında kızları oldu.
Şoray’ın, Sultan olmasında ve ünlü Şoray kanunlarında Adlı’nın payı büyüktü. Adlı, Şoray’a gönderdiği çiçek buketlerine iliştirdiği kartlarda ona hep “Sultanım” diye hitap etti. Bunlar daha sonra basında yer alınca Şoray Türkiye sinemasının ve halkın Sultan’ına dönüştü.
Şoray’lı filmler sinemada rekabette
1965’ten itibaren Şoray Türkiye sinemasının bir numaralı kadınıydı. Bir sene sonra peş peşe çevirdiği filmler sinemalarda gösterilirken ayniıhaftalarda oynayan Şoray’lı filmler kıyasıya rekabetteydi. Şoray ününü zedeleyecek bu tehlikeli durumu atlatınca çareyi ücretini yükseltmekte buldu. Ama yapımcılar bu yüzden onu kara listeye aldı. Bu karara göre ona film çevirttirmeyecek, mukavele süresi uzatılmayacak, sinema salonlarında da filmleri gösterilmeyecekti.
Aleyhine gelişen bu olaylardan sonra Şoray kendini korumak için taviz vermeyeceği kanunlarını devreye soktu.
Şoray Kanunları
Şoray Kanunları şöyleydi: Türkan Şoray film senaryolarını film çekim tarihinden en az bir ay önce beğenir. Senaryoyu beğenmediği takdirde yeni senaryo verilecektir. Her senaryoda beğendi mutabakatı şarttır. Filmde öpüşme sahneleri ve açık sahneler olmayacaktır. Filmdeki modern giysiler Türkan Şoray’a, tarihsel olanlar ise şirkete aittir. Film çekimleri İstanbul’da gerçekleştirilir; çünkü Türkan Şoray İstanbul dışına çıkmaz. Çalışma saatleri sabah 8 ile akşam 19 arasıdır. Pazar günleri Türkan Şoray çalışmaz. Türkan Şoray adı jenerik, afiş, ilan ve sinema fenerlerinde başta ve tek olarak yazılacaktır. Filmlerin seslendirilmesinde kendi sesi için kendi mutabakatı şarttır. Şirket filmi kendi hesabına çeker. Eğer başka şirketle ortak yapıma gidilirse Türkan Şoray’ın mutabakatı şarttır. Film renkli ise kendi mutabakatı ile çekim günleri uzayabilir. Çekilecek filmin rejisörü ve baş erkek oyuncusu için Şoray’ın mutabakatı şarttır. Bu şartlara riayet etmeyen film şirketi 100 bin lira ödemeyi taahhüt eder. Türkan Şoray şirketlerden film başına 60 bin lira alır. Türkan Şoray mecburi gecikmeleri 10 günden fazla beklemez.
En iyi resim veren kadın oyuncu
Şoray 1960’ların sonunda sinemanın en iyi resim veren oyuncusuydu. Ayrıca ünü ve gişe geliri öylesine yüksekti ki yapım şirketleri Şoray Kanunları’na karşı çıkamayıp filmlerde oynatabilmek için adeta yarıştı.
Ünlü yıldız da çok geçmeden perdede yarattığı çekici ve alımlı kadını, halk kızı ve burjuva dilberi arasında kolaylıkla geçiş yapabileceği bir noktaya oturttu.
Gözleriyle oynamayı öğreten yönetmenden: Vesikalı Yârim
1968’de Şoray’a kariyerinde ikinci Altın Portakal ödülünü Safa Önal’ın Sait Faik Abasıyanık’ın Menekşeli Vadi öyküsünden uyarladığı Vesikalı Yârim filmi kazandırdı. Ünlü oyuncu yıllar sonra filmin yenilenmiş kopyasının yayımlandığı İstanbul Film Festivali’nde konuşan Şoray film için şöyle diyecekti: “Türk sinemasının yeri çok zor doldurulacak bir yönetmen olan Lütfi Akad’la çalışmış olmak benim için çok mucizevî bir şeydir. ‘Türkan, gözlerinle oynayacaksın’ diyordu bana. Gözlerimle oynamayı Lütfi Akad öğretti bana.”
Şoray yıldızlara ulaşırken
1960’larda Türkiye sosyoekonomik dönüşüm yaşarken, büyük şehirlerin sakinleri de değişiyordu. O yıllarda yeni kentliler için Şoray perdede eşit oldukları, kendilerinden bildikleri biriydi. Hatta ilk filmlerinden Aşk Rüzgârları’nda Göksel Arsoy, Türkan Şoray’ı seçmediğinde sinema salonundan “Kara kız!” nidaları yükselmişti.
Ama seyircinin ünlü oyuncuyla kurduğu bu yakın ilişki Şoray’ın Sultan’lığa yükselmesiyle değişecekti. Ünlü oyuncu birkaç senede temsil ettiği halk kızı imajından sıyrılıp hayranlık uyandıran yıldız statüsüne ulaşacaktı. Bu değişimi Cemal Süreya “Sinemanın, oyunculuğun ötesinde bir konum kazanmıştır Türkan Şoray. Halk özlemiyle oluşmuş bir mitostur. Ve ulaşılmaz bir yalnızlık içindedir” diye özetliyordu.
Üç de yetmez beş tane: Yedi Kocalı Hürmüz
Türkiye mizahının önemli isimlerinden Sadık Şendil’in oyunundan 1971’de Atıf Yılmaz’ın uyarladığı filmde Türkan Şoray güzeller güzeli Hürmüz rolündeydi. Hapisteki kocası Ömer’in kendine çok sadık olduğunu düşünürken bir gün altı eşi daha olduğunu öğrenen Hürmüz elbette intikam alacaktı.
Hürmüz Hızır Reis, Bekçi Hasan, Tulumbacı Hayri, Hallaç Rüstem ve Berber Hasan ile sırasıyla evlenip hepsini gerdek gecesi kaçırırken Tanju Gürsu, Salih Güney, Süleyman Turan ve Münir Özkul gibi isimler Şoray’ın eşleri rolündeydi.
Gelenekten yansıyan dram: Sultan Gelin
1973’te Halit Refiğ’in Cahit Atay’ın aynı isimli oyunundan uyarladığı filmde Şoray bu kez başlık parası karşılığı evlendirilen ve evlendiği gece kocasını kaybeden Sultan Gelin’di. Kocasının ailesi, başlık parası yanmasın diye Sultan’ı Osman’ın çocuk yaştaki kardeşi Veli ile nikâhlayacaktı.
Sultan 10 yıl boyunca Veli’yi büyütürken, Veli Sultan’a abla diyecek, hatta düğün arifesinde ona başka kıza sevdalandığını anlatacaktı. İzleyicinin payına düşen ise o sırada beyazperdeye yansıyan adına gelenek denilen bu drama kayıtsız kalmamaktı.
Siyasi tarihimizin izdüşümü: Asiye Nasıl Kurtulur?
Asiye’nin kötü yola düşmemek için direnişini, ancak toplumsal koşulların ve erkek bakışının onu bu yola itişini hikâyelendiren filmi Safa Önal Vasıf Öngören’in aynı adlı oyunundan sinemaya uyarladı. Toplumumuzda kadına cinsel bir obje olarak görülmesi ve kadınların bu bakış karşısındaki çaresizliğini vurgulayan filmde Şoray Türkiye’deki sayısız Asiyelerden biriydi.
Öngören’in bu epik oyunu yazdığı dönem, Türkiye siyasi tarihi açısından önemli dönüm noktalarının yaşandığı 1970’lerdi. Bu yüzden de eleştirmenlere göre Asiye’nin kurtulma öyküsü topluma önerilen değişim modelleriyle de yakından ilgiliydi.
Bir büyük aşk çelişkisi: Selvi Boylum Al Yazmalım
Şoray’ın “Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti” cümleleriyle içimizi burkan Selvi Boylum Al Yazmalım’da yönetmen koltuğunda Atıf Yılmaz oturuyordu. Ali Özgentürk’ün Cengiz Aytmatov’un Kırmızı Eşarp isimli romanından uyarladığı film, 1977’den itibaren Türk sinemasının başyapıtlarından biri sayıldı.
Şoray’ın âşık olduğu kamyon şoförü İlyas rolünde Kadir İnanır’ın, Şoray’a âşık olan vefalı Cemşit rolünde ise Ahmet Mekin’in oynadığı filmde seyirci neredeyse ikiye bölündü. Kalbi hızlı hızlı çarptıran, âşık olunan mı, arkanda sımsıkı duran, emek veren mi hak ediyordu sevgiyi?
Töreler bu aşkı sevmez: Dila Hanım
Orhan Aksoy’un Safa Önal’ın senaryosundan uyarladığı 1977 tarihli filmde Şoray mağrur ve güçlü Dila Hanım rolünde izleyicilerin karşısındaydı.
Ağa karısı Dila Hanım kocası öldükten sonra Karadağlı Rıza’yı bulup kocasının intikamını almak için yemin eder Bir rastlantı sonucu, hiç tanımadığı Rıza ile karşılaşır. Onu büyük bir aşkla bağlanır. Peki töreler bu aşka izin verecek midir?
Mücadele hayatın her alanında: Sultan
Yönetmenliğini Kartal Tibet’in üstlendiği, 1978 yapımı Sultan, gecekondu mahallesinde yaşayan, civardaki erkeklerin peşinden koştuğu Sultan ekseninde aslında bir direniş öyküsü anlattı. Muhtarın çapkın oğlu, Sultan’ı elde etmek isterken âşık olunca mahalledeki rant kavgasına ve gecekonduların yerine yapılacak yeni binalara göz diken babasına Sultan ile birlikte direnecekti.
Yılmaz Güney’den tebrik alan yönetmenlik
Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma Girik gibi bir döneme damga vuran isimlerdendi. Hatta bu dörtlüye ileride dört yapraklı yonca denilecekti. Ama Şoray’ın bu isimlerden bir farkı vardı; ünlü oyuncunun sinema ile uğraşı sadece kamera önüyle sınırlı değildi.
1972’de baş rolünde kendisine eşlik eden Kadir İnanır ile oynadığı Dönüş, oyuncunun ilk yönetmenlik deneyimiydi. Hatta o dönemde hapiste olan Yılmaz Güney’den rejisörlüğü için kutlama mesajı alan Şoray’ın Dönüş ile kendine güveni arttı. Bunun üzerine 1973’te Azap ve 1976’da Bodrum Hakimi’ni yönetti, 1981’de ise Yılanı Öldürseler filminde yönetmen koltuğunu Şerif Gören ile paylaştı.
Yaşar Kemal’in romanından: Yılanı Öldürseler
Yaşar Kemal’in aynı isimli romanından Şoray’ın 1981’de uyarlayıp başrolünde oynadığı film Ahmet Mekin, Talat Bulut, Aliye Rona gibi dönemin ağır toplarını ağırladı.
Köyün güzel kızı Esme, onun uğruna elini kana bulayan Eşkıya Abbas’a gönlünü kaptırır. Abbas’ın cezaevinde geçirdiği 11 yılda Esme köyün ağası Halim ile zorla evlendirilir, hatta ağadan çocuğu olur. Abbas hapisten çıktıktan sonra kurulu düzen değişirken töreler yine devrededir.
Coşkun’un çocukluk düşleri: Hayallerim, Aşkım ve Sen
Kimsesizler yurdunda büyüyen Coşkun henüz çocukken dönemin güzel sinema yıldızı Derya Altınay’a aşık olur. Yıllarca süren bu aşk Altınay’ın Coşkun’un yaşadığı yetimhaneyi ziyaretiyle iyice alevlenir. Ancak Altınay Coşkun’un çocukluk aşkı Rukiye’yi evlatlık edinerek yetimhaneden ayrılır. Bu olaydan sonra Coşkun’un tek amacı ünlü oyuncu için başarılı bir senaryo yazmaktır.
1980’ler Şoray’ın kanunlarının epey gevşediği yıllardı. Bu yüzden de 1987’de Atıf Yılmaz’ın yönettiği, senaryosunu Ümit Ünal’ın yazdığı bu fantastik filmde ünlü oyuncu olgunluk döneminde, dört farklı karakteri birlikte canlandırdı.
Oturak âlemlerinin güzeli: Gramafon Avrat
Şoray, Sabahattin Ali’nin aynı isimli hikâyesinden senaryolaştırılan ve Yusuf Kurçenli tarafından yönetilen 1987 yapımı bu filmde bizi Cumhuriyetin ilk yıllarına götürdü.
Konya’da oturak âlemlerinde dans eden Cemile ile onu bu âlemlere taşıyan faytoncu Murat arasında geçen dramı anlatan filmde Şoray içinde bulunduğu ortamlardan kurtulmak için mücadele ederken yine iki erkek arasında felaketlerden felaket beğenecekti.
Damat adaylarının dikkatine: Rumuz Goncagül
“Aile kızıyım, ev işlerini becerir, güzel yemek pişiririm. İlkokul mezunuyum. Babam vefat ettiği için annemle, kendi evimde oturmaktayım. Ahlâklı, geçimliliği olan biriyle evlenmek istiyorum. İç güveyi de olabilir.” Bir gazetenin gönül postasına Goncagül rumuzuyla Gülsün’ün gönderdiği bu mektup 261 koca adayının ilgisini çeker. Gülsün taliplerini tanımak için, onlarla buluşmaya karar verir. Aynı gazetede muhabir olan Sıtkı ise sıkı bir röportaj çıkarabilmek için Gülsün’lerin evine kiracı gibi yerleşir. Bakalım Gülsün kendine uygun bir eş bulabilecek midir?
Oyun yazarı Oktay Arayıcı’nın 1977’de yazdığı eserinden İrfan Tözüm’ün beyazperdeye aktardığı filmde Şoray, Hakan Balamir ile birlikte başroldeydi.
Töreniz batsın: Berdel
1990’ların başında, kadın, aile yapısı ve törenin Atıf Yılmaz perspektifinden anlatıldığı Berdel, Esma Ocak’ın aynı isimli romanından uyarlandı. Şoray yine bu filmde bir töre eleştirisinde baş roldeydi.
Hanım peş peşe beş kız çocuğu doğurmuştur ama oğlu olamadığı için mutsuz kocası Ömer, karısını çok sevmesine rağmen eve kuma getirmeye karar verir. Ancak Ömer’in yeni karısına verebileceği başlık parası yoktur. Bu yüzden de berdele başvurur. Kuma olarak aldığı kadının babasına kendi kızlarından birini verecektir. Henüz 15’indeki kızı Beyaz, gözyaşları içinde berdel olarak verildiği yaşlı adamla evlenmek zorunda kalır. Ancak dram yeni başlıyordur.
Efsanelerden bir kuple: Şahmaran
Bir gün, arkadaşlarıyla macera yaşamak için İstanbul’daki tarihi Anemas Zindanları’na inen Yusuf bu labirentlerde Şahmaran’a (yılanların şahı) benzettiği bir kadınla ve antika kaçakçılarıyla karşılaşır. Artık gerçekler ve efsane birbirine girecektir.
Zülfü Livaneli’nin yazıp yönettiği ve başrolünde Şoray’ı izlediğimiz 1993 yapımı bu film, seyirciyi daha en başında “Bir varmış bir yokmuş” diyerek cama boyanan bir şahmaran resmi eşliğinde kadim bir efsaneye davet etti.
Giden dönüyor acep bu ne iş: Nihavend Mucize
Atıf Yılmaz’ın 1997’de yönettiği bu filmde Şoray yine fantastik bir rolle seyirciye gülümsüyordu. 25 yıl önce hayata gözlerini yuman Suzan, oğlunun bu dünyadaki yalnızlığını gidermek ve ona can yoldaşlığı yapmak için yeniden fanilerin arasına döner.
Ama genç kadının bulduğu dünya bıraktığından epey farklıdır. Suzan, başta uyum sağlamakta zorlansa da oğlunun hayatını düzene koymak için her şeye katlanacaktır. Cefakârlığının ödülü ise gönlünü okşayan bir aşk hikâyesidir.
Eski defterler açılırsa: Gönderilmemiş Mektuplar
Yusuf Kurçenli’nin yönettiği 2003 yapımı bu filmde, Şoray yıllar sonra bir kere daha Kadir İnanır ile kamera karşısındaydı. 12 Eylül döneminde yarım kalan aşk, 20 yıl önce yazılan mektupların gün yüzüne çıkmasıyla yeniden ortaya dökülecekti.
12 Mart’ın yıktığı nesil: Suna
Engin Ayça’nın kendi senaryosundan beyazperdeye aktardığı Suna 1968’de üniversitede çok yakın olan dört arkadaşın hikâyesine odaklandı. Zaman elbette pek çok şeyi değiştirmişti. Yıllar sonra bir sahil kasabasında yeniden bir araya gelen iki kadın ve iki erkek geçmişe yolculuk yaparken gençlik düşleri, buruk anıları ve iç hesaplaşmaları ortaya serilecekti.
Şoray, 12 Mart faşizminin bir kuşağın üzerinden silindir gibi geçişini anlatan bu filmin buhranlı atmosferinde izleyiciyi geçmişle hesaplaştırdı.
Herkese göre farklı kadın: Tatlı Betüş
Şoray 1990’lardan itibaren televizyon dizilerine yöneldi. Aziz Nesin’in 1974’te yayımladığı aynı isimli romanından 1993’te uyarlanan dizi Şoray’ın ilk göz ağrısıydı.
Birçok kişinin bakışıyla anlatılan ama aslında kim olduğu bilinemeyen Betüş isimli kadını konu alan dizi Güllü’nün evlatlık olarak başlayan ve yüksek sosyete salonlarında Tatlı Betüş olarak süren hikâyesine odaklandı.
Çok tanıdık, çok bizden: İkinci Bahar
Ünlü oyuncu, 1998-2001 döneminde beyaz camda izleyicileri ekrana kilitleyen İkinci Bahar dizisinde Şener şen ile başroldeydi.
Samatya’da çekilen ve Gaziantepli kebap üstadı Ali Haydar ile iki çocuklu dul Hanım’ın hayat mücadelesine odaklanan dizi o kadar sevildi ki, dizinin son bölümünün yayımlandığı 11 Ocak 2001’de Türkiye’nin dörtte biri, artık aileden biri olan İkinci Bahar’ın kahramanlarına veda etmek için ekran başındaydı.
Sınıf atlama çabası: Tatlı Hayat
Kasım 2001’de yayına başlayan ve 106 bölüm süren komedi dizisi Tatlı Hayat, ABD yapımı The Jeffersons adlı sitcom’un Türkiye uyarlamasıydı. Kuru temizleme işinden parayı vuran İhsan ve mütevazı eşi Sevinç karakterlerini Haluk Bilginer ve Şoray canlandırırken, sınıf atlamaya hevesli İhsan ve onun hayatta yükselme çabaları TV başındaki izleyicileri bolca güldürdü.
Her şey film icabı
Türkiye sinemasının Sultan’ı 220’den fazla film çevirirken hiçbir filminde dublör kullanmadı. Bazen rolü gereği buz gibi sulara atladı, bazen bir sürat motorunun üstündeydi. Hatta 1972’de Elazığ’da Cemo filminin çekimleri sırasında attan düşüp boynunu kırdı.
Ünlü oyuncu sinema tutkusunu da şöyle anlattı: “Yaptığım işin ne kadar önemli olduğunun farkında değilim; hiçbir sorumluluk hissetmiyorum. Başarılı veya başarısız olmak gibi hiçbir endişem, korkum, hırsım, hedefim yok. Rol yapmıyorum, o gün kamera önünde benden yapmamı istedikleri, benim için sanki gündelik yaşamda yaşadıklarım gibi geliyor.”