“Ulan bir zevkimiz vardı be!” yaklaşımını bu ara o kadar çok duyar olduk ki. Gerçekten bambaşka listelerin, makalelerin ve yazıların konusu olan Türkiye’nin yıllardır yavaş yavaş bitiyor olması bir yana, bütün bu karamsarlık içerisinde insanların keyif aldıkları son kalelerden biri yıkıldı yıkılacak. Evet, Türk futbolundan bahsediyoruz.
Futbol romantikliği, bir takıma âşık olmak, maça gitmek, futbolun matematiği, nasıl oynanması gerektiği, taktiksel yapı vb. konular artık anlamlarını yitirmeye başladı. Futbol hakkında özlediğimiz tek şey onun her zaman eleştirilen tarafı, yani “toplumların afyonu” olması haline geldi. Artık sadece ona bile razıyız fakat gidişat gerçekten çok kötü ve bu sezon dibi görmeye başlamış durumda.
Peki 90’ların sonunda zirvesini gören Türk futbolu neden kısa bir süre içerisinde bu hale geldi? Ülkenin son yıllardaki formsuzluğuna baktığımızda buna çok da şaşırmamak gerekiyor ama bir futbolsever olarak insan bunu düşünmeden edemiyor. Bakalım başımıza neler gelmiş ve ülke futbolu nasıl bu hale gelmiş bir göz gezdirelim. Bu listede çözüm üretmeyeceğimizi de belirtmek isteriz, belki o ileride başka bir listenin konusu olabilir, belki de haddimiz değildir. Ama tek bir isteğimiz var o da futboldan yeniden zevk alabilmek.
İronik Ama Galatasaray’ın Avrupa Başarısı
Türk insanı olarak pozitif bir değeri yok etmekte ya da onun potansiyelini kullanamamakta çok başarılı insanlarızdır. Galatasaray’ın 4 sene üst üste şampiyon olmasının ardından aldığı UEFA Kupası ve yakaladığı Süper Kupa başarısı, dönemin yöneticileri tarafından iyi yönetilemedi. Euro 96’ya katılmamızın ardından oluşan futbol adına ülkedeki olumlu havanın yine harika futbolcuların liderliğinde Avrupa’nın zirvesine varması bütün dünyanın dikkatini çekmişti fakat biz bu değere sahip çıkamadık ve bunu büyütemedik.
Hepsinden daha önemlisi bu büyük başarının diğer kulüplerdeki bazı yöneticilerin sahip oldukları fanatizm ve ego yüzünden kıskanılması ve bu başarının önüne geçebilmek ya da yakalayabilmek için sadece kendi kulüplerinin çıkarları için bencil davranmaya başlaması işleri yanlış yola soktu.
Değişen Yönetici, Teknik Direktör ve Futbolcu Profilleri
Başarı yanında ne yazık ki ego getiriyordu. Özellikle bu dönemde Fatih Terim gibi isimlerin egosu tavan yaptı. Teknik direktörün sahip olduğu bu ego pek tabii futbolcularına da yansıdı. Genç futbolcuların kendilerine rol model seçtikleri bir hoca ve abileri onlara yanlış örnek olmaya başladı ve ülke genelinde fanatizm ve başarıya aç olmanın da verdiği katkı ile futbol dünyasında teknik direktöründen, futbolcusuna -özellikle yöneticilerine- kadar profil gitgide değişmeye başladı.
Artık ülkedeki futbolu hep beraber kazanma arzusu değil, hırs ve fanatizm yönetiyordu. Gerek saha dışında yöneticiler, gerek basın ve taraftar karşısında teknik direktörler, gerekse de saha içinde futbolcular bu egonun kurbanı olmaya başladı.
Türk futbolu yavaş yavaş halkın, taraftarın, kulübe âşık romantiklerin değil sadece kendi sektörü içindeki kodamanların oyuncağı olmaya doğru yol aldı.
Sözde Marka Değerinin Artması
Bakınca aslında ne kadar pozitif bir büyüme gibi görünüyor değil mi? Ama ne yazık ki burası Türkiye. Herhangi bir konuda pazar ne kadar büyürse, sıcak para ne kadar çok cepleri ısıtmaya başlarsa ortaya çıkan bambaşka profiller kendi çıkarları uğruna hemen o pazarın içine etmeye başlar. Ne yazık ki ülke futbolunun başına da bu geldi.
Yukarıda bahsettiğimiz yönetici profillerinin değişmesi de bununla alakalı aslında. Fanatik zenginler futbol kulüplerine daha fazla salça olmaya başladı. Kulüp başkanlığına, hatta TFF başkanlığına oynamaya başladılar. Çünkü ülke insanının odağındaki bu spor dalında isminizin duyulması pek tabii iş hayatında da isminizin duyulmasına yol açacaktı. Yoksa kim tanırdı Aziz Yıldırım’ı, Fikret Orman’ı ya da Ünal Aysal’ı. Kulüp başkanlığını ya fanatik hırsları uğruna ya da kariyerleri uğruna seçen bu tip insanlar bazen farkında bile olmadan ellerine yüzlerine bulaştırarak, bazen bile bile ülkenin başarıya koşan bir spor dalının yoluna taş koymaya başladılar.
Büyüyen Pazar ve Tekel Yayıncı Kuruluş
2001 yılından bu yana Türkiye Futbol Ligi maçlarının yayın haklarını elinde bulunduran Lig TV de ülke futbolunun bu hale gelmesinde rol alanlardan biri. Öncelikle ortada gerçekten çok büyük bir paranın döndüğünü belirtelim. Lig TV’nin TFF’ye son olarak ödediği 4 yıllık telif ücreti toplamda 350 milyon doları buluyor.
Peki sizce Türk futbolu gerçekten bu kadar değerli mi? Pek sanmıyoruz… En parlak döneminde bile bu kadar büyük bir değeri yoktu bize sorarsanız.
Yayıncı kuruluşun TFF’ye bu kadar büyük bir para ödemesi kazanmak istediği miktar hakkında az çok kafanızda rakamlar oluşturmuştur. Lig TV’nin kendi elleri ile bu pazarı şişirmesi ve artık bir balona dönüştürmesi büyük bir hata idi. Bu tutum daha sonra toplum ve kulüpler üzerinde yarattığı bir psikolojik baskıya dönüştü. Ama bir türlü beklenen başarılar, burada sayacağımız birçok sebepten ötürü gelmedikçe balon sönmeye başladı. Bu kadar büyük yatırım yapan bir şirketin TFF üzerinde yaptırımlara varacak kadar etkisinin olmadığını düşünmek biraz saflık olacaktır. Geçtiğimiz yıllarda bir anda ortaya çıkan ne idüğü belirsiz play-off sistemini hatırlamamız bu saflığı göstermemek için yeterli. Buradan yola çıkarak sizler de evinizdeki malzemeden irili ufaklı birçok komplo teorisi üretebilirsiniz.
Endüstriyelleşen Futbol
Tamam bu sadece bizim ülkemize özel değil ama dünya genelinde 2000’ler ile birlikte gittikçe büyüyen pazar, halkın en sevdiği sporu gittikçe endüstriyel hale getirdi. Yüz milyon dolarlara transfer edilen futbolcular mı dersiniz, yüz yıllık kulüplerin batması mı dersiniz, artan bilet fiyatları mı dersiniz, büyük takımların seçmelerine katılanlardan bile para alması mı dersiniz, artık ip kopmuştu. Futbolu artık alkış ya da tezahürat değil, yukarıdaki birkaç maddenin özetinde olduğu gibi sıcak para yönetiyordu. Sıcak parayı başarı getiriyordu, başarılı olmak için ise artık her şey mübahtı.
Muppet Show Kıvamında Futbol Programları ve Spor Medyası
“Vay anam vay, neler dönmüş Serhat ya!” repliğinde yer alan sevgili Serhat Ulueren’in başlattığı bir akım oldu adeta futbol programları. Artık eski yöneticisinden, sanatçısına kadar herkes futbol yorumcusuydu. Bilen bilmeyen, analiz eden edemeyen herkes bu büyük pazardaki para kokusunu alıp TV’de ya da gazetelerde ahkâm kesiyordu.
Fanatizm, ego ve hırs yine başroldeydi. Milyonlarca liraya yorumcu transferleri yapılıyor, canlı yayında küfürler ediliyor, nefret kültürü onu almak isteyen fanatiklere aşılanıyor, gazetelerin spor sayfalarında alakasız kişiler köşe yazıyor ve bazen koca bir futbol programı boyunca futbol dışında her şey konuşuluyordu. Toplum futbol hakkında bazen güdümlü bazen ise gerçekten hiç bir halttan anlamayan kişiler tarafından yanlış yönlendiriliyor ve daha da dolduruluyordu.
Milli Takımın Başarısızlıkları
Uzun bir süre sonra katıldığımız ilk uluslararası turnuva olan Euro’96, ardından 2002 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki 3.lük başarısının yine pozitif bir değere dönüştürülememesi, hatta ardından milli takımın büyük bir düşüşe geçmesi, sırası ile dört büyük turnuvayı kaçırması, sonuncusu kaçmak üzere, takım ve futbol severler üzerinde olumsuz bir etki yarattı. Futbolcuların yaşadığı güven kaybı yanlış motivasyon ile, taraftarın yaşadığı güven kaybı ise oluşturulan huzursuzluk ve gerginlik ortamı ile herkesin milli takımdan soğumasına yol açtı.
Hal bu ki bir ülkenin futbolu adına önemli vitrinlerden biri olan milli takım, Türk futbolunun egosu, kötü teknik yönetimi ve daha sonra değineceğimiz Türk futbolcusunun kendini geliştirmemesi gibi nedenlerden ötürü dibi gördü. Bu da spesifik olarak bir takıma olmasa da milli takıma sempati duyan ve onunla gurur duyan futbolsever kitleyi bu ortamdan soğuttu.
Takımların Transferlere Harcadığı Paralar ve Başlayan Ekonomik Krizler
Milli takım başarılı değil, yaratılan balon marka değeri ve geçmişte sadece bir takımın Avrupa’da başarı yakalamış olması kulüplere baskı yapıyor, başarı yakalayan o takımın bu başarıyı tekrar etmek ya da aşmak zorunda olması o takımı zorluyor ve bir yandan da taraftar sürekli yeni yıldızlar istiyor; bu yıldızlar taraftarı tribünlere çekiyor ya da en kötü ihtimalle yayıncı kurumun ürününü satmasını sağlıyor. Bütün bunların yol açacağı senaryo belli; neredeyse kazandıklarından çok harcayan kulüpler.
Marka değeri bizim kendi kendimize gelin güvey olduğumuz rakamlardan ya da değerden düşük olduğu için büyük futbolcular ancak vergisiz ve çok büyük kazançlar uğruna ülkemize geliyor. Daha fazlasını getirmek ve daha sonra takım içi ücret dengesini sağlamak adına yüksek ücret skalalarına yerli futbolcuları da sokup cüzdanlarını zorlayan kulüpler bir bir ekonomik kriz içerisine giriyor. Başka takımlar kapmasın diye yurtiçindeki bir yabancı futbolcuya çok büyük para verilebiliyor. Ya da yabancı kuralı yüzünden yerli futbolcular ederlerinin çok üstü rakamlara transfer oluyor. Türkiye’deki büyük takımları yolmak isteyen yerli ya da yabancı menajerleri de unutmamak gerek tabii.
Nihayetinde şu an ki tablo ortada; çoktan UEFA’nın ekonomik kurallarının dışına çıkmış kulüpler yakında ülkeyi Avrupa’da temsil edememe durumu ile karşı karşıyalar. Yabancı kuralının da ekonomik krize etkisi var tabii, birazdan değineceğiz.
Kulüplerin Altyapıya Önem Vermemesi
Şimdi burada kulüplerin olduğu kadar, takımların da, hazır yıldız futbolcu görmek isteyen taraftarların da suçu var. Teknik direktörlerin hataları yüzünden ya da taraftarların ve yönetimin istekleri doğrultusunda genç isimlere çok fazla şans verilmediğine şahit oluyoruz. Bir de buna yine bize özel, hatta halihazırda deyimi bile bulunan “Meyve veren ağaç taşlanır” eylemi eklenince genç futbolcuların kulüplerinden ve taraftardan görmedikleri destek ve sabır, onların gelişimine negatif katkıda bulunuyor.
Bu noktada Arda Turan örneğini verebiliriz. Burada özel hayatından ve sakatlıklarından yola çıkarak üzerinde kurulan baskı sonucu yurtdışına transfer olması ve ardından orada henüz genç bir oyuncu olarak kendini hem fiziksel hem de mental olarak geliştirmesi hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü orada hem kulüplerin hem de taraftarın genç bir futbolcuya bakış açısı bizden çok farklı. Sporcuyu sadece kendi kulüpleri için değil ülke futbolunun değeri adına yetiştiren bu ülkelerin çoğu hem lig kalitesi hem de milli takım kalitesi bakımından bizden çok ilerideler.
Bir Noktaya Geri Dönüyoruz; Değişen Futbolcu Profili
Altyapıda taşlanmaya, eleştirilmeye başlayan bir sporcu, ünlü olmasının üstüne ve birçoğumuzun rüyasında göreceği abartı paraları kazanmaya başladığı zaman çok daha büyük baskı altında kalıyor. Bununla beraber bazı sporcunun altyapıdan itibaren hayali, şişirilen pazarda milyon eurolar kazanmak haline geldiğinde, hele ki bunu çabucak elde ettiğinde artık kendini geliştirmekten vazgeçiyor. Başkanının ya da teknik direktörünün profilinden örneklenen futbolcu ise hırslı, fanatik ve hırçın oluyor.
Yönetimin ve taraftarın kayırdığı yabancı futbolcular da buna eklenince birbirinden farklı ama birçoğu sadece kendisini düşünen futbolcu profilleri ortaya çıkıyor. Para, ün, şöhret ve kendilerine verilen gereğinden fazla değer sonucu bir yandan egosu şişen ve artık gelişimini gereksiz bulan, vizyonsuz ve eğitimsiz futbolcular farkında olmadan Türk futbolunu öldürmeye devam etmekte, ediyor.
Şike Süreci
2000’lerin başından itibaren hedefledikleri amaca bir türlü ulaşamayan bazı kulüplerin ve yöneticilerinin başvurduğu “kısa yoldan başarı” formülü olan şike, ülke futbolunun bir yüzünün mezara bakması konusuna ivme kazandıran, son 3 yılın en büyük olayı olduğu kesin. Bu ülkede daha önce hiç mi şike yapılmamıştı? Bizce yapıldı ama hiç bir şike daha önce yargı kurumları tarafından ispat edilmediği için bir şey diyemeyiz. Kaldı ki 3 Temmuz sürecinin ülke futbolu üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi daha önce hiç bir şike söylentisi yaratmadı.
Bu sürecin gerçek futbolseverleri ülke futbolundan soğuttuğu bir gerçek. Süreç boyunca bu duruma fanatik bir bakış açısı ile yaklaşan takım taraftarlarının da yanlış bir tutum içinde olduğunu belirtmek gerek. Şike yüzünden siyasetin bile futbola burnunu sokmuş olması, hatta buradan üretilen komplo teorileri, kötü gidişatı çok daha hızlandırarak ortalığı iyice bulandırdı. Zaten ülkenin durumundan bezmiş halk, tek afyonunu da siyasetin eline kaptırmış gibi hissedip futboldan iyice soğudu.
Demirören ve TFF’nin Süreci Yönetememesi ve Yabancı Sınırlaması Gibi Diğer Hataları
Şike sürecinin başlamasının hemen ardından istifa eden TFF başkanı Mehmet Ali Aydınlar’ın yerine gelen eski Beşiktaş Spor Kulübü Başkanı Yıldırım Demirören, göreve geldiği ilk andan itibaren şike sürecini hasıraltı etmeye çalışarak güven kaybetti. Türk yargısı ve yurtdışında konu ile ilgilenen tüm kurumlar şikeyi doğrularken, TFF sanki hiç şike yapılmamış gibi kulüplere ve şahıslara hiç bir ceza vermedi. Hatta Yıldırım Demirören “Gerekirse bir kaç yıl Avrupa’ya gitmeyiz.” gibi talihsiz açıklamalar yapınca, şike yapmayan takımlar ve özellikle her sene Avrupa kupalarına gitmeyi hedefleyen Galatasaray tarafından büyük bir tepki ile karşılaştı. Bu tepkinin ardından şikeye karışan kulüplerle, ülkenin diğer büyük kulüplerinden Fenerbahçe ile Galatasaray’ın arası çok daha fazla açıldı. Kulüplerin bu tutumu taraftarlarına da yansıdı ve özellikle iki kulüp arasında tarihte hiç olmadığı kadar büyük bir düşmanlık boy göstermeye başladı.
TFF’nin bir diğer hatası ise yabancı sınırlamasında yaptıkları değişiklikler oldu. Bunun arkasındaki neden olarak kulüplerin sorumsuz harcamalar yapması, Anadolu kulüplerinin sırf ucuz diye birçok niteliksiz futbolcuyu kadrolarına doldurması, ülke futbolcularının daha az forma şansı bulması ve bunun milli takımın başarısızlığına dönüşmesi gibi nedenler vardı. Fakat uzun vadede bu sınırlama hiç bir işe yaramadı.
Tribünden Soğutma Uygulaması: Passolig
Bütün bu gerileme döneminin tuzu biberi eksikti ki bu uygulama yetişti. Birkaç yıl önce çıkan bir yasanın meyvesi olarak maça giden bütün taraftarlar artık bu kartı kullanmak zorunda bırakıldı. Bu zorunlu kartın ücreti kulüplere göre 15-25 TL arası değişiyor ve maç başına yine ufak bir komisyon alınıyor. Bunun üstüne bir de fişlenme durumu vardı ki zaten futboldan gittikçe soğuyan taraftarlar, ismi bile duyulmamış bir bankanın bir anda ortaya çıkarak bu uygulamadan sorumlu olmasına güvenmeyerek bu uygulamaya karşı tavır aldı. Siyaset açık açık tribünlere girmeye çalışıyor, fanatizm şiddetini önlemek bahanesi ile bir yandan da muhalif kesimin sesini kısmak istiyordu. Bu uygulamanın birazcık bile iyi niyeti varsa da, ölen ülke futbolunu görmezden gelip yanlış bir zamanda ortaya çıkması tribünleri iyice isyan ettirdi ve ortaya çıkan durumu hepimiz biliyoruz, bomboş tribünler.
Keyfi Cehenneme Çeviren Körlük: Fanatizm
Yorumcusu, yöneticisi ve hatta futbolcusu bile bu hissiyatı yaşarken, bu sporu en amatör boyutuyla seven taraftarların, özellikle de tribündeki futbolseverlerin bu moda girmemesi kaçınılmazdır. Kazanmak ve rakibinden daha başarılı olma hırsı ile ortaya çıkan fanatizm size bir takımı sevmek gibi gelebilir ama aslında futbolun özüne bir nevi ihanettir. Çünkü fanatizm hissine kapılan insanlar futbolu değil sadece taraftarı oldukları kulüpleri severler.
Objektiflikten uzaklaştıkça, fanatizm sizi şiddet ortamına kadar götürür. Bunun sonucunda ortaya çıkan kaosun futbol sevgisi ile uzaktan yakından alakası yoktur. Hem kulübünüze hem ülke futboluna hem de masum futbol seyircisine çok büyük zararlar verir. Ve ne yazık ki ülkemizde 2000’ler ile birlikte “takım tutmak” eylemi “fanatizm” algısına dönüşüyor. Kulüp yönetimleri, medya ve futbolcuların tavırları da -isteyerek ya da istemeyerek- bunu körüklüyor.
Bonus 1: Fatih Terim Loop’u
Önce Türk Milli Takımı’nı Euro 96’ya götüren, ardından Galatasaray’ı 4 sene üst üste şampiyon yapan ve üstüne birde ülke tarihinin ilk Avrupa kupasını kazandıran futbolcuların başarısı ile şu anki konumunda olan sinyor, ülke futbolunun bir bug’ı, bir loop’udur sanki. Her kapı dönüp dolaşıp Fatih Terim’e çıkar. Kendisinin egosu yüksek karakteri ve gaz vermek üzerine kurulu taktiği aslında tam da bize yakışandır fakat son yıllarda bu formül de tutmamakta, hatta ülke futbolunun daha da gerilemesine yol açmaktadır.
Yukarıda saydığımız bütün nedenlerin içerisinde biraz da olsa Fatih Terim’in olması hiç de sürpriz değildir. Belki de Türk futbolunun en kısa zamanda Fatih Terim Effect’den kurtulması gerekmektedir.