Bir şair düşünün ki profesyonelliği değil acemiliği merkezine alsın. Acemiliğin içinde yanıp tutuşan alevin, ”amatör ruhun” ayrıcalığını keşfetsin ve devrine aykırı bir görüş olmasına rağmen bunu savunduğu bir metin yazsın. Turgut Uyar: 1927 – 1985 yıllarında yaşadı. Ağustos’un 4’ünde doğdu, 22’sinde öldü. Vefatının 34. yıl dönümünde büyük bir kıvançla hala diyebiliyoruz ki: Ona ayrılan sürenin sonuna gelmedik, gelmeyeceğiz. Büyük şairi, ”büyük saat”i bir yazısını hatırlayarak, okuyarak analım dedik. 1956’ta yazdığı, ”Efendimiz Acemilik” başlığını verdiği yazısında şiire hala sokulamamış yeni teknolojik gelişmeleri, herkesin birbirine benzeme telaşını, çağ insanın miskinliğe esir düşmesini ve daha nicesini anlatıyor. Onun anlattığı minvalde diyebiliriz ki: Efendimiz acemiliktir, acemilik olmalıdır. Işıklar içinde uyu büyük usta…
…Oysa acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden
Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız
Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak kaygısının zevkiyle çalışacaksınız
Gelin böyle yapın demiyorum. Durduğum yerde kalmaktan korkuyorum. Şiir bir sanat olayı değildir. Bir yaşama çabasıdır önce
Yaşadığımıza tanıklık eder. Her gün yeni bir dünya içinde, her gün yeniden ve başka etkilerle duygulanan insan, her gün bunları yeni biçimlerle söylemelidir
Diyeceksiniz ki: böylece ancak bir azınlığa seslenmiş olacaksınız. Bir kere, bu işin kötü yönleri beni hiç mi hiç korkutmuyor
İkincisi sanat bir ceht işidir, eğitim işidir. Tembel kalabalığın keyfine uymak istemiyorum. Sanatçı nasıl uzun çabalamalarla yetişiyorsa okuyucudan da bu gayreti bekler
Çağımız insanı gitgide rahatına daha düşkün olmaya başladı. Belki her çağda böyleydi. Ama bugünkü kadar mıydı bilmem
Bunda bilimin, endüstrinin büyük payı var. Herkes birbirinin örneği olmayı hiçbir çağda bu kadar istemedi
Yeni Dünya’nın gerçekleşmesi yakın belki de. Bir örnek giyimler, bir örnek şarkılar, bir örnek aşklar. Uçaklar, radyolar, sinemalar durmadan bizi birbirimize benzetmeye çabalıyorlar
Kişiliksiz bir yaşamayı baştacı ettik. Gönüllüyüz. Kişiliksiz bir çağın şiiri de ister istemez kişiliksiz olmak zorundadır
Bu kadar yenilenmiş bir çağın şiiri, şiirin kelimeleri ne kadar eski, bir düşündünüz mü? Hâlâ uçağı, hâlâ Penicilini, hâlâ 70 katlı evleri, hâlâ hesap makinelerini, asfaltları, otoları şiire rahatça yerleştiremedik
Bunları kelime olarak, düşünce/duygu hayatımıza getirdikleri değişmelerle hâlâ şiire getiremedik. Barlarda kadınlarla saygısızca sevişiyoruz, sokaklarda açık saçık gördüğümüz kadınları hayvanca istiyoruz ama şiirde aşık olduk mu hâlâ ağlıyoruz
Bir de bir kenarda sessiz sedasız bir insanoğlu var. Uyamadığı, maddi manevi her türlü imkânsızlıkları ile uyamadığı değişmenin farkında
Önünden iyice kavrayamadığı bir şeyler akıp gidiyor. Durmuş da eskiye hasret mi çekiyor. Hayır. Kendisi ile çekişiyor
Ağır aksak yaşamasının hesabını vermeye çalışıyor. Dünyadan bildik tanıdık şeyler yakalamaya çalışıyor kısacası
Sorun bir şiir sorunu değildir. Yaşama sorunudur. Zaten ben hiçbir zaman şiiri hayattan ayrı düşünmedim
Hayatımızda olmayan sorun şiirimizde de olamaz. Evet değişmek. Anlamlı bir yaşama için değişmek