Ana sayfa » Yaşam » Tinkerbell Sendromu: Başkalarının Onayı ve İlgisine Bağımlı Olma Durumu
Tinkerbell Sendromu: Başkalarının Onayı ve İlgisine Bağımlı Olma Durumu
Her masalın bir perisi var. Işıltılı, minik ve her derde deva olan… Peter Pan'in vazgeçilmez yardımcısı Tinkerbell de masalları süslemiyor muydu? Peki ya o sevimli peri aslında göründüğünden çok daha karmaşık, hatta biraz da karanlık bir ruh haline sahipse?
Hepimizin içinde küçük bir peri saklıdır, kimimiz ışıltımızla büyüleriz, kimimizse görünmez kanatlarımızla sessizce var oluruz. Ancak bazılarının hayatı, Peter Pan’ın sihirli yol arkadaşı Tinkerbell’e fazlasıyla benzer. Dışarıdan bakıldığında ışıl ışıl, başarılı, güzel ve etkileyici… Fakat perde aralandığında tüm bu parıltının ardında derin bir yalnızlık ve bitmeyen bir onay arayışı gizlidir. İşte Tinkerbell sendromu da tam olarak bu çelişkiyi anlatan psikolojik bir kavramdır. Parıltılı bir masal gibi başlayan hikâye, aslında hiç de göründüğü kadar büyülü olmayabilir.
Tinkerbell sendromu nedir?
Masallarda peri tozuyla etrafı aydınlatan Tinkerbell, Peter Pan’ın maceralarında vazgeçilmez bir figürdür. Ancak psikoloji dünyasında Tinkerbell sendromu terimi, dışarıdan kusursuz görünen ama içsel olarak derin çatışmalar yaşayan insanları tanımlamak için kullanılır.
İlk kez bir terapist tarafından dile getirilen bu kavram, özellikle dışarıdan bakıldığında başarılı, özgüvenli ve etkileyici görünen bireylerin aslında kırılgan bir iç dünyaya sahip olduğunu vurgular. İşleri, kariyerleri, ilişkileri ve görünümleriyle ışıldayan bu insanlar, aslında içsel boşluklarını mükemmeliyetçilik ve başarıyla örtmeye çalışırlar. Dışarıya karşı göz alıcı ve güçlü bir yüz sergileseler de kendilerini kanıtlamadıkları zaman derin bir yetersizlik hissiyle baş başa kalma durumu mevcut. Bu da onları daha fazla onay arayışına ve sürekli bir tatminsizlik döngüsüne sürükler.
Tinkerbell sendromuna sahip kişiler genellikle hayranlık uyandıran bir yaşam tarzına sahiptir
İyi maaşlı işlerde çalışır, şık evlerde yaşar, lüks otomobiller kullanır ve son moda kıyafetlerle dikkat çekerler. Sosyal ortamlarda enerjileri ve karizmalarıyla göz doldururlar, aşk hayatlarında da sıklıkla başarı hikâyeleri vardır. Çevrelerinden takdir toplamak, onların adeta yakıtı gibidir. Ne var ki bu ihtişamın ardında, aslında kendilerine dair kırılgan bir algı gizlidir. Başarı ve cazibe, onlar için yalnızca birer kalkan işlevi görür. Bu nedenle çevresindekilere daima daha iyisini göstermek isterler. Bir peri tozu misali parıltı saçarlar, fakat bu ışıltının ardında çoğu zaman derin bir yalnızlık barınır.
Tüm bu parıltının bir de gölgeli tarafı vardır. Tinkerbell sendromuna sahip kişiler, yoğun bir güvensizlik duygusuyla mücadele ederler
Mükemmeliyetçilikleri, aslında bu güvensizliklerini telafi etme çabasından kaynaklanır. Kontrolcü, manipülatif ve zaman zaman zalim bir tutum sergileyebilirler. İnsanları etkilemekte ustadırlar fakat uzun vadeli ilişkilerde istikrar sağlamakta zorlanırlar. Talepkâr ve eleştirel tavırları, partnerlerini ya da yakın çevrelerini tüketebilir. Kendilerini başkalarından üstün görme eğilimleri, aslında özgüvensizliklerinin dışa vurumudur. Yani gösterdikleri ihtişamlı maskenin ardında, sürekli onay arayan ve sevilmeme korkusuyla yaşayan bir taraf vardır. Bu durum onları hem yorucu hem de anlaşılması güç insanlar hâline getirir.
Bu sendromun izleri çoğu zaman çocukluk dönemine kadar uzanır
Duygusal ihmal, yeterince ilgi görmeme ya da sevilmediğini hissetme, Tinkerbell sendromunun temelinde yatan deneyimler olabilir. Bir çocuk, başarılarıyla takdir beklediğinde karşılık bulamazsa, bu durum derin bir reddedilme yarası açar. Yetişkinlikte ise bu yara, başkalarının onayını sürekli kovalayan ve sevgiyi başarıyla eşdeğer gören bir kişilik yapısına dönüşebilir. Tenenbaum’un da altını çizdiği gibi, duygusal yoksunluk fiziksel ihmallerden bile daha yıkıcı olabilir. Tinkerbell sendromuna sahip kişiler aslında hâlâ “sevilmek isteyen küçük bir çocuk” taşır içlerinde. Başarıya, güzelliğe ve mükemmeliyete yükledikleri anlam, bu yaralı çocuğun görülme arzusundan beslenir.
Masaldaki Tinkerbell’in gücü, aslında insanların ona olan inancıyla doğrudan ilişkilidir. Çocuklar ona inanıp sevgi gösterdiğinde güçlenir, ilgisizlik karşısında ise zayıflar. Bu sembolik anlatı, Tinkerbell sendromuna sahip kişilerin yaşamıyla şaşırtıcı derecede paralellik gösterir. Onlar da çevrelerinden aldıkları onayla güçlenir, ilgisizlik ya da reddedilme karşısında kırılırlar. Elbette masaldaki peri tamamen kurgusal bir figürdür, fakat verdiği mesaj gerçektir: özgüven ve başkalarının desteği, motivasyonumuz üzerinde güçlü bir etki yaratır. Tinkerbell sendromunda ise bu ihtiyaç, sağlıklı bir motivasyon kaynağı olmaktan çıkıp hayatı yöneten bir takıntıya dönüşür.
Tinkerbell sendromuna sahip kişiler, mükemmel görünmek için büyük enerji harcar
Ancak bu çaba sürdürülemez bir noktaya geldiğinde içsel boşluk kendini göstermeye başlar. Beğenilmeme korkusu büyüdükçe, yaşlanma ya da cazibeyi kaybetme endişesi de yoğunlaşır. Bu nedenle sık sık estetik müdahalelere başvurabilir, sürekli dış görünüşlerini korumaya çalışabilirler. Fakat tüm bu uğraş, yalnızca içsel acıyı bastırmaya yarar. Zamanla bu durum anksiyete, uyku problemleri, depresyon ve bağımlılıklara yol açabilir. Alkol ya da uyuşturucu gibi maddeler, yalnızlık hissini bastırmak için bir kaçış kapısı hâline gelir. Yani dışarıdan güçlü görünmeye çalışan bu bireyler, iç dünyasında kırılgan bir tavır sergiler.
Bu döngüyü kırmanın yolu öncelikle içsel farkındalıktan geçiyor
Kendi duygularını tanımak ve çocukluk yaralarını fark etmek, iyileşme sürecinin ilk adımıdır. Ancak bu tek başına kolay bir yol değildir. En önemli adım ise, kendi davranışlarının başkalarını da incitebileceğini kabul etmektir. Bu yüzleşme zor olsa da iyileşmenin kapısını aralar. Sevilmeme korkusunu kabullenmek, kişinin kendisiyle barışmasını sağlar. Çünkü gerçek iyileşme, sürekli onay aramak yerine, kendini koşulsuz kabul etmekten geçer. Tinkerbell sendromuna sahip bir kişi için belki de en büyük zafer, başkalarının alkışına ihtiyaç duymadan kendi değerini görebilmektir.