Bir sabah uyanıyorsunuz ve banka hesabınıza erişemiyorsunuz. İşinize gidemiyorsunuz. Konuştuğunuz şeyler izleniyor, yazdıklarınız yasak, itiraz etmek ise suç. Daha kötüsü, bedenin sana ait değil. The Handmaid’s Tale’deki Gilead tam olarak böyle bir yer. Dizi boyunca izlediğimiz bu düzen, sadece karanlık bir hayal gücünün ürünü değil; tarih boyunca yaşanmış baskı rejimlerinin, dini otoritelerin ve kriz dönemlerinde alınan olağanüstü kararların bir birleşimi. The Handmaid’s Tale Gilead, bir distopyadan çok, “olursa böyle olur” dedirten bir uyarı hikâyesi.
Gilead, The Handmaid’s Tale evreninde Amerika Birleşik Devletleri’nin yerini alan, aşırı dindar ve totaliter bir teokratik rejim
Demokrasi, hukuk ve bireysel özgürlükler tamamen ortadan kaldırılmıştır. Devlet, dini metinleri yasa haline getirerek toplumu korku, itaat ve ceza sistemiyle yönetir. Bu düzende insanların kim olduğu değil, ne işe yaradıkları önemlidir. The Handmaid’s Tale Gilead rejiminin temel amacı “toplumu kurtarmak” gibi sunulur. Ancak bu kurtarma, özgürlüğün yok edilmesi pahasına gerçekleşir. Özellikle kadınlar, bu düzenin merkezinde ama aynı zamanda en büyük mağdurlarıdır.
Gilead’ın kuruluşu ani bir devrimle değil, adım adım gerçekleşir. Çevresel felaketler, nükleer kirlilik ve hastalıklar dünyayı ciddi bir doğurganlık krizine sürüklemiştir
Doğum oranları hızla düşerken toplumda panik başlar. İşte tam bu noktada radikal bir grup olan Jacob’un Oğulları sahneye çıkar. Bu grup, krizin sebebini “ahlaki çöküş” olarak açıklar ve çözüm olarak dini kurallara dayalı bir düzen önerir. Önce terör saldırıları ve suikastlarla hükümet destabilize edilir, ardından anayasa askıya alınır. Halkın büyük bölümü ne olduğunu anlamadan haklarını kaybeder. The Handmaid’s Tale Gilead rejiminde kaosu fırsata çevirerek iktidarı ele geçirir.
Gilead’da kadın hakları tek bir gecede değil, sistemli bir şekilde ellerinden alınır. Önce çalışmaları yasaklanır, ardından banka hesapları erkek akrabalarına devredilir
Okuma ve yazma yasaklanır çünkü bilgi, sorgulama doğurur. Sorgulama ise rejim için tehdittir. Kadınlar artık birey değil, devletin kontrol ettiği varlıklardır. Evlilik, cinsellik ve doğurganlık tamamen devletin denetimine girer. Bu noktada Gilead, kadın bedenini politik bir araca dönüştürür.
Doğurganlık krizinin ortasında Gilead’ın en “değerli” kaynağı doğurgan kadınlardır. Bu kadınlar, geçmişte “ahlaki olarak uygun” görülmeyen hayatlar yaşamış olsalar bile doğurgan oldukları için Handmaid ilan edilir. Amaçları nettir: çocuk doğurmak. Handmaid’ler, Komutan ve Eşi’nin önünde, dini bir ritüel eşliğinde zorla hamile bırakılır. Bu süreçte rıza diye bir kavram yoktur. Hamilelik bir görev, doğan çocuk ise devletin malıdır. Handmaid’lerin isimleri bile yoktur; “Of-Fred”, “Of-Joseph” gibi ait oldukları Komutan üzerinden tanımlanırlar.
Gilead’dakitoplumsalsınıflar 👇🏻
Gilead düzeni, net ve acımasız sınıflara ayrılmıştır. Herkes yerini bilir ve yerini aşamaz.
Commanders (Komutanlar): Devleti yöneten erkek elit kesimdir. Yasaları koyan, sistemi şekillendiren onlardır.
Wives (Eşler): Komutanların eşleri statü sahibidir ama güçleri sınırlıdır. Çoğu sistemin mağduru olduklarını fark etseler bile ses çıkaramazlar.
Handmaids: Sadece üreme amacıyla kullanılan kadınlardır. En ağır psikolojik ve fiziksel şiddeti yaşarlar.
Marthas: Ev işlerini yapan kadınlardır. Görünmezdirler ama sistemin devamı için gereklidirler.
Aunts: Handmaid’leri eğiten ve cezalandıran kadınlardır. Rejimin kadın yüzüdürler.
Gilead’da düzen, sevgiyle değil korkuyla sağlanır. En küçük itaatsizlik bile ağır cezalarla karşılık bulur. Kamuya açık infazlar, duvarlara asılan cesetler ve zorla yapılan toplu cezalandırmalar sistemin sıradan bir parçasıdır
Ama belki de en korkutucu olan, insanların bu şiddete zamanla alışmasıdır. Gilead, bireyleri sadece korkutarak değil, duyarsızlaştırarak da kontrol eder. Gilead’ı rahatsız edici yapan şey, tamamen hayal ürünü olmamasıdır. Dizide gördüğümüz yasaların ve uygulamaların tamamı, tarihte farklı ülkelerde gerçekten uygulanmış politikalardan esinlenmiştir. Kadınların okuma yasağı, zorla doğum politikaları, dini gerekçelerle yapılan baskılar… Hepsi geçmişte yaşanmıştır. Bu yüzden Gilead, uzak bir gelecekten çok, yanlış kararlar alındığında ulaşılabilecek bir nokta gibi durur.
Gilead’ın gücü, silahlarından değil; insanların yavaş yavaş duruma alışmasından geliyor. Bu da onu sadece korkutucu değil, düşündürücü de kılıyor
Gilead; din, korku ve kontrolün birleştiği baskıcı bir rejimdir. Kadınların bedenleri devletin malı haline gelmiş, özgürlükler güvenlik ve ahlak bahanesiyle yok edilmiştir. The Handmaid’s Tale, bu düzeni anlatarak bize şunu hatırlatır: Özgürlük kaybolduğunda, karanlık sandığımız şeyler bir anda “normal” hale gelebilir.