Edebiyatımızda şiir şeklinde, yani ölçülü ve uyaklı yazılan hikâyelere manzum hikâye denir. Manzum hikâyelerin öykülerden tek farkı, şiir biçiminde yazılmış olmalarıdır. Didaktik (öğretici) özelliği bulunan bu şiirlerde, normal hikâyelerde bulunan bütün özellikler bulunur. Batı Edebiyatından alınan bu türün bizdeki ilk temsilcileri Tanzimat dönemi sanatçılarından Recaizade Mahmut Ekrem ile Muallim Naci’dir.
Servet-i Fünun döneminde daha çok gelişen manzum hikâye, özellikle sosyal konuları anlatmada en etkili edebi tür haline gelir. Bu türün en önemli iki temsilcisi; “Balıkçılar, Hasta Çocuk” gibi manzum hikâyeleriyle Tevfik Fikret ile; “Küfe, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta” gibi hikâyeleriyle Mehmet Akif Ersoy’dur.
Yalnız ve kırılgan, inandıklarından hiçbir zaman taviz vermeyen, dürüstlük timsali “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bir şair olan Tevfik Fikret yazdığı şiirlerle devrin yöneticilerini kızdırır ve muhafazakâr çevrelerden aldığı ağır eleştiriler nedeniyle Aşiyan’da inzivaya çekilir. Bu olumsuz tepkiler şairde büyük bir moral çöküntüsüne sebep olsa da o yaşadığı müddetçe toplumsal olaylara, İstibdat yönetimine, halkın dertlerine, yoksulluğa duyarsız kalamaz… Balıkçılar şiiri de onun manzum hikâye tarzında yazdığı ve yoksulluğun çaresizliğini anlattığı en güzel manzum hikâyelerinden biridir.
1. Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder, Bugün açız yine; lâkin yarın, ümid ederim, Sular biraz daha sakinleşir… Ne çare, kader!
2. Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta
3. Olur… Biraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabala Ninen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz Çocuk düşündü şikâyetli bir nazarla: Ya biz Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz?
4. Hâlâ Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi Döğerdi sahili binlerce dalgalar asabi…
5. Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme…
6. Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme
7. Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha!
8. Deniz dışarda uzun sayhalarla bir hırçın Kadın gürültüsü neşreyliyordu ortalığa
9. Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi, balığa – O gitmek istedi; “Sen evde kal!” diyor… – Ya sakın O gelmeden ben ölürsem?
10. Kadın bu son sözle Düşündü kaldı; balıkçıyla oğlu yan gözle Soluk dudaklarının ihtizaz-ı hasirine Bakıp sükût ediyorlardı
(Titremeye başlayan solgun dudaklarına bakıp susuyorlardı.)
11. Başlarında uçan Kazayı anlatıyorlardı böyle birbirine
12. Dışarda fırtına gittikçe pür-gazab, cuşan Bir ihtilaç ile etrafa ra’şeler vererek Uğulduyordu… – Yarın yavrucak nasıl gidecek?
(Dışarda fırtına gittikçe öfkelenerek coşan bir çırpınmayla etrafı titreterek uğulduyordu.)
13. Şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak İlerliyordu
14. Deniz aynı şiddetiyle şırak – şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin Siyah kaburgasını… Ah açlık, ah ümid
15. Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid (beyaz bir hayal) Eliyle engini güya işaret eyleyerek Diyordu: “Haydi nasibin o dalgalarda, yürü!”
17. Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne?
(Yürür, fakat suların bu öfkeli yıkıcılığına nasıl dayanır eski, hasta bir tekne?)
18. Deniz ufukta, kadın evde muhtazır… Ölüyor Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle Bütün felaketinin darbe-i hasariyle
(Deniz ufukta, kadın evde can çekişiyor. Kadın, kenarda üç gecelik bekleyişin yüküyle, bütün felaketlerin yıkıcı darbesiyle ölüyor…)
19. Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikâyetler…
(Baba, sahile vuran boş, parçalanmış teknenin karşısında; yüzünde belirsiz, ağlamaklı bir gülüşle ve boğuk şikâyetlerle uzakta bir yerleri gösteriyor yumruğuyla…)