Ana sayfa » Tarih » Diş Çürüğünden Damar Tıkanıklığına: Tarihte Zengin Hastalığı Olarak Bilinen 9 Sağlık Sorunu
Diş Çürüğünden Damar Tıkanıklığına: Tarihte Zengin Hastalığı Olarak Bilinen 9 Sağlık Sorunu
Zenginlik denilince aklınıza ne geliyor? Lüks arabalar, göz alıcı mücevherler, şatafatlı malikaneler… Peki ya asil bir duruşun ardına saklanmış, gizli bir zenginlik göstergesi olarak görülen hastalıklar?
Tarih boyunca zengin olmak sadece lüks kıyafetler, altın tabaklar ya da geniş malikânelerle ölçülmedi. Bazı dönemlerde, hatta bazı yüzyıllarda, sahip olduğunuz hastalık bile statü göstergesi olarak kabul ediliyordu. Bugün kulağa garip gelse de, geçmişte bazı sağlık problemleri yalnızca üst sınıflarda görülüyordu. Yani eğer ayak baş parmağınız ağrıyorsa, dişiniz çürüyorsa ya da melankolik bir ruh hali içindeyseniz, insanlar size “kraliyet kanı taşıyor olmalı” gözüyle bakabiliyordu. Şimdi, tarihin ilginç bir dönemine ışık tutalım. İşte tarihte zengin hastalıkları olarak kabul edilen sağlık sorunları…
1. Diş çürüğü
Bugün diş çürüğü dendiğinde akla kötü beslenme ya da yetersiz bakım geliyor. Ancak tarihte çiş çürüğü tam anlamıyla zengin hastalığı olarak kabul ediliyordu! 16. ve 17. yüzyıllarda diş çürüğü, tatlıya para yettirebilenler arasında görülüyordu. Şekerin hem pahalı hem de nadir olduğu dönemlerde, dişleri çürüyen biri aslında şekerli yiyeceklerle arası oldukça iyi olan, hali vakti yerinde biriydi.
Öyle ki Kraliçe I. Elizabeth’in siyaha dönen dişleri, halk arasında zenginliğin göstergesi sayılıyordu. Hatta o kadar yaygınlaştı ki, bazı yoksullar dişlerini bilerek karartarak zengin görünmeye çalışıyordu! Düşünsenize, bugün kimse çürük diş modası peşinde koşmaz ama 16. yüzyılda çürük dişler bir tür statü sembolüydü.
2. Kurşun zehirlenmesi
Gümüş tabaklarda yemek yemek, kristal kupalarda içki içmek kulağa şatafatlı geliyor olabilir ama geçmişte bu alışkanlıkların ciddi bir bedeli vardı: kurşun zehirlenmesi. Özellikle Orta Çağ’da üst sınıflar, kurşunla kaplanmış porselen ve seramikleri tercih ediyordu. Bu ürünler pahalıydı ve zenginliğin göstergesiydi ama uzun vadede sağlığa zarar veriyordu.
Yüksek tansiyon, eklem ağrıları, depresyon ve hatta delilik belirtileri… Bu semptomlar, tarihteki zengin hastalıkları arasında en gariplerinden birisini gösteriyordu. Üstelik dönemin sanatçılarında ve aristokratlarında sıkça görülüyordu. Bilim insanlarına göre Beethoven’ın sağırlığının, Caravaggio’nun dengesiz ruh halinin arkasında bile kurşun olabilir. Kısacası gümüş bir kaşıkla doğmak bazen sanıldığı kadar şanslı bir durum değildi.
Bir dönem zenginliğin sembolü sadece ipek ceketler ya da gümüş çatal bıçaklar değildi! Aynı zamanda ağrılı bir eklem hastalığı olan gut da tarihte zengin hastalıkları olarak kabul ediliyordu. Özellikle ayak baş parmağında şişlik, kızarıklık ve dayanılmaz ağrılarla kendini gösteren bu hastalık, fazla et ve şarap tüketiminden kaynaklanıyordu. Antik Mısır’dan Avrupa aristokrasisine kadar uzanan bu hastalık, aslında çok iyi yaşamanın yan etkisiydi.
O dönemde halk, et yemeyi lüks bir zevk olarak görürken, aristokratlar günde birkaç kez etli yemekler ve içkiler tüketiyordu. Bu da vücutta ürik asit birikmesine, dolayısıyla gut hastalığına yol açıyordu. Hatta VIII. Henry gibi kralların bu hastalık yüzünden yürüyemediği bile kayıtlara geçmiş. Yani bir anlamda, ayak baş parmağınızın ağrıması o dönemde servet göstergesiydi. Ne ironik değil mi?
4. Kalp hastalığı
Bugün kalp hastalıkları genellikle hareketsizlikle ilişkilendirilir. Ancak binlerce yıl önce bile kalp hastalığı, zengin sofraların kaçınılmaz yan etkisiydi. Eski Mısır’da yapılan mumya incelemelerinde, özellikle firavunların damar tıkanıklığı yaşadığı görülmüştü. Çünkü sadece onlar ördek, sığır eti, peynir ve tuzlu balık gibi yağlı yiyeceklere erişebiliyordu.
Alt sınıf halk tarlada çalışıp hareket ederken, elitler gölgede oturup ziyafet çekiyordu. Bu da zamanla obezite, yüksek kolesterol ve kalp sorunlarını beraberinde getirdi. Bugün bile iyi yaşamın bazen kalbe fazla geldiğini söylemek yanlış olmaz. Firavun Merneptah’tan Bing Crosby’e kadar birçok zengin isim, bu hastalığın gölgesinde yaşadı.
20. yüzyılın başında gelişen modern hijyen alışkanlıkları, aslında zenginleri beklenmedik bir tehlikeyle tanıştırdı: çocuk felci. Alt sınıf çocuklar kirli suyla erken yaşta poliovirüsle tanıştıkları için bağışıklık kazanıyordu. Ancak daha steril ortamlarda büyüyen zengin çocuklar, virüsle daha geç tanıştıklarında çok daha ağır belirtiler gösteriyordu. Franklin D. Roosevelt ve Frida Kahlo gibi isimler bu hastalıktan etkilendi. Yani bazen temiz yaşamak bile riskli olabiliyordu. Zenginler steril evlerinde yaşarken, görünmez bir düşmanla karşı karşıya kalmışlardı.
6. Hemofili
Avrupa saraylarının karmaşık soy ağacı, hemofili gibi genetik hastalıkların yayılmasına neden oldu. Özellikle Kraliçe Victoria’nın taşıyıcısı olduğu hemofili geni, neredeyse tüm Avrupa hanedanlarına yayıldı. Hastalık, kandaki pıhtılaşma faktörlerinin eksikliğinden kaynaklanıyor ve küçük bir yaralanma bile ölümcül hale gelebiliyordu. Bu nedenle hemofili, kraliyet hastalığı olarak anılmaya başladı. Tsarevich Alexei’den İspanyol prenslerine kadar birçok soylu, bu rahatsızlıkla mücadele etmişti.
Bugün depresyon olarak bildiğimiz melankoli, 19. yüzyılda neredeyse moda haline gelmişti. Sanatçılar, yazarlar ve aristokratlar arasında melankoli, derin düşünce ve entellektüel duyarlılık göstergesiydi. Biraz hüzünlü olmak, biraz karanlık düşünmek; tüm bunlar zenginliğin ruhsal bir yansıması olarak görülüyordu.
Virginia Woolf, Emily Dickinson ve Lord Byron gibi isimler, melankoliyi neredeyse bir sanata dönüştürdü. Yani depresif hissetmek o dönemde felsefi bir duruştu. Gerçek şu ki, yoksulların melankoliye zaman ayıracak lüksü yoktu; hayat mücadelesi buna izin vermiyordu.
8. Porfiri
18. yüzyılda Kral III. George’un ani öfke patlamaları ve tuhaf davranışları, onu halk arasında delirmiş kral ilan ettirdi. Ancak sonradan ortaya çıktı ki, sebep aslında porfiri adlı genetik bir hastalıktı. Bu rahatsızlık belirli bir enzimin eksikliği nedeniyle karın ağrısı, mide bulantısı ve hatta ruhsal çöküntülere yol açıyordu.
Kral George’un yanı sıra Stuart soyundan gelen birçok asil de aynı hastalıktan muzdaripti. Hatta bazı tarihçiler, bu durumun İngiltere’nin politik geleceğini bile etkilediğini söyler. Çünkü deli bir kral, sadece kendi sağlığını değil, bir imparatorluğun dengesini de sarsabilirdi.
Tarihte zengin hastalıkları listemizin sonuna geldik. Yeme bozuklukları tarih boyunca farklı biçimlerde var oldu, ancak anoreksiya nervoza özellikle modern çağın üst sınıf kadınlarıyla özdeşleşti. Medya, zarif ve ince bedenleri başarı sembolü haline getirdikçe, birçok kişi bu algının baskısıyla mücadele etti.
Audrey Hepburn, Prenses Diana ve hatta Elton John gibi ünlü isimler, bu hastalığın görünür örnekleri arasında yer aldı. Anoreksiya, sadece fiziksel bir rahatsızlık değil, aynı zamanda sosyal bir statü göstergesi olarak da algılandı. Zayıf olmak, bir dönem soylu görünmek anlamına gelmişti.