Ana sayfa » Tarih » Nazi Liderlerinden Roket Bilimcilere: Doğaüstü Güçlerin Peşinde Koşan Tarihin En Ünlü 7 Okültisti
Nazi Liderlerinden Roket Bilimcilere: Doğaüstü Güçlerin Peşinde Koşan Tarihin En Ünlü 7 Okültisti
Kimi yeni dinler kurarken, kimi imparatorlukları yönetti! Kimi de bilimle büyüyü birleştirdi. Gelin, tarihin en ünlü 7 okültistinin sıra dışı dünyalarına birlikte yolculuk yapalım.
Karanlık sırlar, spiritüel semboller ve insanın sınırlarını aşma arzusu… Tarih boyunca bazı insanlar, görünmeyeni görmeye ve bilinmeyeni anlamaya takıntılı hale geldi. Onlara “okültist” deniyordu. Gizli bilginin, kadim enerjilerin ve doğaüstü güçlerin peşinde koşan kişiler. Kimi kendi dini hareketini başlattı, kimi kraliyetleri etkisi altına aldı, kimisi de tüm bir imparatorluğun aklını zehirledi. İşte tarihin en ünlü okültistleri …
1. İlk ünlü okültistlerden biri: Eliphas Levi
19. yüzyılın ortalarında Paris’te doğan Eliphas Levi, gençliğinde Tanrı’ya adanmış bir hayat yaşamayı planlıyordu. Ancak rahip olmasına sadece bir hafta kala, içindeki merak duygusu kutsal yoldan saptı. Dini dogmaların ötesine geçmek, daha derin bir bilgiye ulaşmak istiyordu. Bu arayış onu mistisizmin kalbine, okültizme götürdü.
Levi, büyüyü batıl bir inanış değil, insan ruhunun bilimi olarak tanımlıyordu. Ona göre büyü, irade, hayal gücü ve astral ışık adını verdiği gizemli bir enerjiyle çalışıyordu. Tarot kartlarının sembollerine anlamlar yükledi, pentagramı evrensel bir simgeye dönüştürdü ve Baphomet adlı keçi başlı figürü, bugün bile okült kültürün en bilinen sembollerinden biri haline getirdi.
2. Tarihin en kötü şöhretli okültistlerinden biri olan şifacı Rasputin
Rusya’nın sisli topraklarından çıkan Rasputin, tarihin en tuhaf figürlerinden biriydi. 1869’da Sibirya’da doğan bu köylü, genç yaşta dini bir uyanış yaşadığını iddia ederek manastır yoluna girdi. Ancak çok geçmeden manastır hayatını terk etti ve “göksel vizyonlar gördüğünü” söyleyerek dolaşmaya başladı. St. Petersburg’a geldiğinde, Rus aristokrasisi okültizme fazlasıyla meraklıydı. Rasputin’in adı kısa sürede kulaktan kulağa yayıldı. En sonunda, Çar II. Nikolay ve Çariçe Alexandra ile tanıştı.
Hemofili hastası oğulları Aleksey’in kanamalarını “dua gücüyle” durdurduğu söylendi. Gerçekteyse Rasputin, doktorların kullandığı Aspirin’i yasaklayarak çocuğun durumunu tesadüfen iyileştirmişti. Zamanla saray üzerindeki etkisi arttı, politik kararlar bile onun fısıltılarıyla şekillenmeye başladı. Ancak bu güç, onun sonunu hazırladı. Aşırı nüfuzu ve ahlaki çöküntüsü, soyluların sabrını taşırdı. 1916’da bir grup asilzade onu zehirledi, vurdu, bıçakladı ve sonunda dondurucu bir nehre attı. Ama söylentilere göre, ölmeden önce bile direnmeyi başarmıştı. Yine de onun ismi tarihin en ünlü okültistleri arasında olmayı başardı.
3. Şeytan kilisesini kurmuş okültist Anton LaVey
20. yüzyılın ortalarında San Francisco sokaklarında siyah pelerini, keçi başlı asası ve evcil leoparıyla dolaşan bir adam vardı: Anton LaVey. Gençliğinde Hristiyanlığın ikiyüzlülüğünden tiksinmişti. Bir gece panayırda yarı çıplak kadınlara bakan adamların ertesi sabah kilisede dua etmeleri, onda derin bir alaycılık yaratmıştı. 1966’da LaVey, Şeytan Kilisesi’ni kurdu. Ancak onun şeytanı, dini bir figür değil, insanın içindeki özgürlük, arzu ve isyanın simgesiydi. Şeytani İncil adlı kitabında, insanların günah sayılan arzularını bastırmak yerine kucaklaması gerektiğini savundu.
LaVey’in “Kara Evi” adlı evi, hem tapınak hem tiyatro gibiydi. Ayinlerinde çıplak kadınları sunak olarak kullanıyor, üyelerine “kendinizin tanrısı olun” mesajı veriyordu. Eleştirmenler onu sahtekar, hayranları ise bir devrimci olarak gördü. 1997’de öldüğünde, ardında ne tam bir din ne de tamamen bir oyun bıraktı, tarihin en ünlü okültistleri arasında olarak yalnızca insan doğasının karanlık yanına ayna tutan bir fikir bıraktı.
4. Jack Parsons, hem okültist hem de roket bilimcisi
Jack Parsons, bilimle büyü arasında sıkışmış bir dehaydı. Bugün NASA’nın temelini atan Jet Tahrik Laboratuvarı’nın arkasındaki isimlerden biriydi. Ancak geceleri laboratuvardan çıkıp Thelema ayinlerine katılan, Aleister Crowley’nin öğretilerini takip eden bir okültistti. Genç yaşta roket bilimine merak salmış, arkadaşı Ed Forman’la birlikte “İntihar Timi” adı verilen bir grup kurmuştu. Ancak aynı zamanda Ordo Templi Orientis adlı gizli bir topluluğun da aktif bir üyesiydi. Ritüellerinde “cinsel enerjiyle evrenin kapılarını aralama” fikrini deniyordu.
Daha da ilginci, Scientology’nin kurucusu L. Ron Hubbard ile arkadaş olmuş, hatta birlikte bir iblis çağırma deneyi yaptığı iddia edilmişti. Ancak Hubbard, sonunda Parsons’ın parasını alıp ortadan kayboldu. 1952’de kendi evinde meydana gelen gizemli bir patlamada hayatını kaybeden Parsons’ın ölümü hâlâ tartışmalı. Bilim insanı mıydı, büyücü müydü, yoksa her ikisi mi? Kimse kesin olarak bilmiyor.
5. Heinrich Himmler ve Holokost’u “teşvik eden” Nazi okültistleri
Birçok okültist gizli bilgeliği insanlığın aydınlanması için kullanmak isterken, Heinrich Himmler bu gücü ırkçı bir ideolojiyi beslemek için kullandı. Nazi Almanyası’nın SS lideri olan Himmler, “üstün Aryan ırkı” fikrini mistik kökenlerle meşrulaştırmaya çalıştı. Ahnenerbe adlı bir araştırma enstitüsü kurarak, Almanların kadim tanrısal ırklardan geldiğini kanıtlamaya çalıştı. Runik semboller, eski pagan ritüelleri ve doğaüstü güçlere dair inançlar, Nazi propagandasının parçası haline geldi.
Himmler, cadı avlarını bile “Yahudi-Hristiyan komplosu” olarak nitelendirip Alman halkını mistik bir intikama çağırdı. Sonunda bu karanlık ideoloji, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biri olan Holokost’un arka planını oluşturdu. Himmler, savaşın sonunda yakalanmamak için siyanür içti.
Helena Petrovna Blavatsky, gizemin ete kemiğe bürünmüş halini andıran bir kadındı. 1831’de bugünkü Ukrayna sınırlarında doğan Blavatsky, genç yaşlardan itibaren görünmeyen varlıklarla iletişim kurduğunu iddia etti. Onun için dünya, yalnızca görünenin ötesindeydi. Yıllar süren Asya ve Avrupa seyahatlerinin ardından Amerika’ya yerleşti ve burada Henry Steel Olcott ile birlikte Teosofi Cemiyeti’ni kurdu. Bu hareket, Doğu dinlerinin öğretilerini Batı’nın felsefesiyle harmanlayan bir inanç sistemiydi. Blavatsky, tüm insanlığın ortak bir ruhsal kaynağa sahip olduğunu savunuyordu.
Ancak ünü büyüdükçe eleştiriler de çoğaldı. Kimileri onu bir sahtekâr olarak gördü, kimileriyse modern okültizmin annesi olarak kutsadı. Telepati, durugörü ve “Kadim Bilgeliğin Üstatları” adını verdiği ruhani varlıklardan aldığı mesajlarla adını efsaneler arasına yazdırdı. Blavatsky olmasaydı, muhtemelen bugünkü ezoterik akımların çoğu da doğmayacaktı.
7. Aleister Crowley, “dünyanın en kötü adamı”
Eğer şeytanın bir halkla ilişkiler danışmanı olsaydı, muhtemelen Aleister Crowley olurdu. Dindar bir İngiliz ailesinin oğlu olarak doğan Crowley, çocuk yaşta kutsal metinlerden sıkılıp yasak bilgiye merak saldı. 1898’de gizli bir topluluk olan Altın Şafak Hermetik Tarikatı’na katıldı ve orada büyü, simya, kabala ve astral seyahatle tanıştı. Crowley, 1904’te Mısır’da geçirdiği balayı sırasında “Aiwass” adında bir ruhun kendisine ilahi bir mesaj ilettiğini iddia etti. Bu vahiy, onun kurduğu Thelema adlı dinin temelini oluşturdu. “İstediğini yap, kanunun tamamı olacaktır” sözü, Thelema’nın merkez ilkesi haline geldi.
Kendini peygamber ilan eden Crowley, Sicilya’da “Thelema Manastırı” adlı bir topluluk kurdu. Burada seks büyüsü deneyleri, Güneş tanrısı Ra’ya yapılan ritüeller ve tuhaf ayinlerle ün kazandı. Basın onu “Dünyanın En Kötü Adamı” olarak adlandırdı. Fakat ölümünden sonra, Crowley popüler kültürün karanlık ikonlarından biri haline geldi, müzisyenlerden okültistlere kadar sayısız kişiye ilham verdi.