Avusturyalı Yahudi yazar Stefan Zweig, ülkesi 1938 yılında Nazi kontrolüne girince büyük bir umutsuzluğa düşerek 22 Şubat 1942’de Brezilya’da intihar eder ve arkasında bir mektup bırakır. Zweig’ın yaşamına son vermeden önce yazdığı bu son mektubu Brezilyalı bir doktor, 1960’larda bir polis memurundan alır ve 30 yıl sonra da İsrail Ulusal Kütüphanesi’ne bağışlar. Yazarın ölümünün 70. yıldönümünde İsrail Ulusal Kütüphanesi tarafından yayınlanan bu mektupla ilgili olarak arşiv müdürü Dr. Stefen Litt şöyle der: “Yazarın intihar sebebi Brezilya’da düştüğü ekonomik sıkıntılar değildi, asıl sebep Zweig’ın Avrupa kültürünün Nazi hegemonyası altında yok edilişine üzülmesi ve tüm umutlarını kaybetmesi idi.” Savaşların tüm hızıyla sürdüğü, sürekli savaş çığlıklarının atıldığı günümüz dünyasında en değerli şey olan yaşamların son bulmaması dileğiyle…
1. Küçük yaştan itibaren ciddi bir eğitim alır
Stefan Zweig, 28 Kasım 1881 tarihinde Avusturya’nın Viyana şehrinde dünyaya gelir. Varlıklı bir ailede büyüyen Zweig, küçük yaştan itibaren ciddi bir eğitim alır. İngilizce, Latince, Yunanca, Fransızca gibi dilleri konuşabilen Zweig, lise çağlarında şiir yazmaya başlar. İlk gençliğinde okumaya başladığı Alman şair Rilke onun yaşamında önemli bir yer tutar, bu yıllarda Rilke’nin etkisi ile kalemine yön verip şiire başlayan Zweig, üniversitede de felsefe eğitimi alır.
2. Ünlü şair ve yazarlarla arkadaş olur
Birinci Dünya Savaşında gönüllü olarak savaş karargâhında arşiv memurluğu yapan Zweig, savaştan sonra Avusturya’ya dönerek Salzburg’a yerleşir ve 1920 yılında Frederike Von Winternit ile evlenir. Yaklaşık 20 yıl yaşadığı bu şehirde James Joyce, Paul Valery, Thomas Mann, Franz Werfel ve Romain Rolland gibi önemli şair ve yazarlarla yakın arkadaşlıklar kurar. Edebiyat dünyası içinde büyük bir ağırlığa sahip olan Stefan Zweig, 1928 yılında Lev Tolstoyun 100. Doğum Günü nedeniyle düzenlenen kutlamalara katılır.
3. Kitaplar Nazilerce yakılmaya başlanır
1933’te Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig’ın eserleri de yer alır. 1934’te Gestaponun villasını basıp, silah araması üzerine yazarımız ülkesini terk etmek zorunda kalır ve Londra’ya yerleşir. Ancak kendini burada da rahat hissetmez. 1939 yılında “Kalbin Sabırsızlığı” adlı romanını yayımlayan Zweig, ilk evliliğini de burada sonlandırır.
4. Faşizmin yarattığı umutsuzluk ve karamsarlık
1940’ta İngiliz vatandaşlığına geçen yazar, II. Dünya Savaşı sırasında New York, Arjantin, Paraguay ve Brezilya’ya yolculuklar yapar. Huzura kavuşmak için yaptığı bu yolculuklar sırasında yanında olan Lotte Altman ile ikinci evliliğini gerçekleştirir. Daha sonra Brezilya’ya yerleşir. Burada çeşitli eserler ve ünlü “Bir Satranç Öyküsü”nü kaleme alır. Ancak Stefan Zweig; İkinci Dünya Savaşı’nın, Hitler’in yarattığı kaosun ve Faşist düzenin kalıcı olacağına inandığı için büyük bir umutsuzluk ve karamsarlık içine düşer.
5. Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski
Bir aydın olarak da anılan ve savaş karşıtlığı ile bilinen Stefan Zweig, kitapların yakılarak imha edildiği bir dönemde her şeye rağmen yazma işini bırakmaz, yaşamı boyunca oldukça fazla eser kaleme alır. Çok yönlü bir yazar ve şair olarak, özellikle yazdığı biyografi kitapları ile edebiyat tarihinde önemli bir yer kazanır. Biyografilerini yazdığı kişiler arasında Stendhal, Romain Rolland, Erasmus ve Nietzsche gibi önemli isimler bulunmaktadır. Zweig’ın özellikle de “Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski” adlı kitabı edebiyat dünyası açısından büyük önem taşır. Biyografi yazarlığı ve şairliğinin yanı sıra dram ve trajedi türlerinde de birçok tiyatro oyunu kaleme alan Zweig en çok ”Satranç” adlı kitabıyla ün kazanır. Zweig, henüz ilk gençlik yıllarında ise Paul Verlaine ve Charles Baudelaire gibi Fransız şairlerinin şiirlerini Almancaya aktarır.
6. Dünya bize kapılarını kapatacak
Zweig; insanlığın faşizm karşısında aşağılanmasını, erdemlerin yok edilmesini, ötekileştirme sonucu gitgide çoğalan nefreti, kini bir türlü kabullenemez. O günlerde yakın dostu Joseph Roth, Zweig’a şöyle yazar: “Çok büyük bir felakete sürüklendiğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak.” Gerçekten de Roth’un yazdığı gibi olur, kısa bir süre sonra, kitapları yakılır ve sevdiği dostları Almanya’dan ayrılır. Zweig bu duygularını bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle dile getirir: “Bir nefretin çift taraflı ağırlığıyla yere serilmiş durumdayım, savaşa neden olan Almanya’ya duyduğum nefret ve savaşın galibi olan Avusturya’daki Yahudilere duyduğum nefret benim gibi insanları yok edecek, yaşamak için birazcık hava bile bırakmayacaklar. Peki, nereye kaçmalı? Dünya bize kapılarını kapatacak, bense yabancı ve düşman olarak hor görüleceğim bir devletin tutsaklığında yaşamayı istemiyorum.”
7. Yabancı Düşman
İntihar öncesi umutsuzluk hissinin oluşmaya başlamasında Londra’da oturma vizesi alamaması ve pasaportuna ‘Yabancı Düşman’ damgası yemesi en önemli etkendir belki de. İkinci eşi Lotte’yle birlikte rüyalarını yaşamak umuduyla gittikleri Amerika’da kısa bir süre her şey yolunda gitse de bir süre sonra yaşadıkları yerin havası ve suyu Lotte’nin astımına dokunmaya başlar. Zaten bir türlü kuramadıkları düzen yeniden bozulur. Böylece tekrar toparlanıp, son durakları olan Brezilya’ya doğru yola koyulurlar.
8. Tek çare ölüm
Zweig, kaçarak geldiği bu son durakta tüm haber kanallarına, gerçeklere, olan biten her şeye kulaklarını kapatır. Ailesi ve geride bıraktığı geçmişi işgal altındadır. Zweig o zaman haberciler için, ‘ağızlarından kan akıyor’ tabirini kullanır. Bir Satranç Öyküsü’nün finali, yazarın 1942 yılı başlarındaki ruh halini yansıtır. Umutsuzluk içindeki Zweig, en sevdiği yazarlar olan Goethe, Homeros ve Shakespeare’de teselli arar. Okumak için bir şeyler ararken, tesadüfen Montaigne’in “Denemeler” adlı eserine rast gelir. Ölüm karşısında özgür olmak isteyen Montaigne gibi Zweig da Nazilerden kurtuluş için tek çare olarak ölümü görür.
9. Ve yaşama veda
1942 yılının 14 Şubat’ında karı-koca Zweiglar Rio festivalini izlemeye giderler. Ama o gün gazetelerde manşet olan haberi görünce huzurları yeniden yok olur. Nazi güçleri Süveyş Kanalına doğru yönelmişlerdir ve Libya’ya doğru ilerliyorlardır. Stefan Zweig ve eşi festivali izlemeden apar topar Brezilya’daki evlerine dönerler. 22 Şubat 1942 sabahı, Zweigların yatak odalarının kapısı, öğleye kadar açılmaz. Bu durumdan şüphelenen hizmetçiler polise haber verirler. Yatak odasına giren polisler sırtüstü yatan Stefan ile elini onun göğsüne koymuş olan eşi Lotte’nin cansız bedenlerini bulurlar. Zweiglar “Veronal” adındaki ilaçtan içerek intihar etmişlerdir. Titizce düzenlenmiş masanın üstünde pulları bile yapıştırılmış olan veda mektupları durmaktadır…
10. Kendi isteğimle ve bilinçli olarak veda ediyorum
“Kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum. Bana ve çalışmalarıma böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. Benim lisanımın konuşulduğu dünya, bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendisini yok etmesinden sonra hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu. Ama hayata 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı.