Bugün hâlâ uygulanan oturma eylemlerinin, savaş aleyhtarı gösterilerdeki pasif direnişin öncüsüydü Gandhi. Ömrü boyunca ırkçılıkla mücadele edip Hindistan’ın bağımsızlığını kazanması için didindi. Defalarca zulme uğradı, hapse atıldı ama bildiğinden vazgeçmedi. İster sabır deyin, ister inat ondaki her neyse, dünya bir daha böylesini görmedi.
“Her zaman zalimler ve caniler olmuştur, bir süre için yenilmez görülebilirler ama sonunda hep yenilirler” diyerek içimize bir nebze su serpen Gandhi, 145 sene önce bugün doğdu.
13 yaşından beri Kasturba hayat arkadaşı
Mohandas Karamchand Gandhi, 2 Ekim 1869’da Porbandar’da doğdu. Babası Karamchand Gandhi başvezir, annesi Putlibai dindar bir Hindistanlı’ydı. Henüz 13 yaşındayken ailesi tarafından akranı Kasturba Makhanji ile evlendirildi.
Kasturba ileride, dört çocuğunun annesi, öğretilerinin sıkı takipçisi ve hayat arkadaşı olacaktı.
Artık o bir Batılı
Ailesi avukat olmasını istiyordu. Bu yüzden ailesine et, alkol ve seksten uzak duracağına söz vererek yollara düştü. Londra’daki yıllarında hukuktan ayırdığı zamanları keman, dans, hitabet ve Fransızca dersleri ile dolduruyordu.
Bir süre sonra University College London’da eğitimini bitirip evine, Hindistan’a döndü. O artık Batılı eğitim almış, şık takımlar giyen bir centilmendi.
“Siyah”lara birinci sınıf yolculuk yasak!
Hindistan’da iki yıl avukatlık yaptı. İşler istediği gibi gitmeyince önce lise öğretmenliğini, ardından arzuhalciliği denedi. Her ikisi de içine sinmeyince Güney Afrika’daki bir Hint firmasının teklifini kabul etti ve birinci sınıf kompartımanda yola çıktı.
Bu yolculuk onun için dönüm noktasıydı; trende ayrımcılığa maruz kaldı. Görevliler biletini göstermesine rağmen onu “siyah” olmasından ötürü üçüncü sınıf kompartımana göndermek istediler. Reddedince trenden atılacaktı.
Hindistanlı göçmenlerin savunucusu
Güney Afrika’daki Apartheid rejiminde ırkçı politikalar alıp başını gitmişti. Beyazlarla aynı kaldırımda yürümek bile imkânsızdı. Bu dönemde Gandhi kısa sürede Hint göçmenlerin savunucusu haline geldi. O ve bazı Hint arkadaşları 1894’te Natal Hint Kongresi’ni kurdu.
Böylece ülkedeki Hindistanlılar bir siyasi çatı altında toplanabilecek, temizlik, sağlık, barınma ve eğitim sorunlarının çözümlenmesi için ortak adımlar atılabilecekti.
Sessiz direnişten Satyagraha’ya
Gandhi, Güney Afrika’da Asyalı göçmenlere yönelik ayrımcı yasalara adeta savaş açtı. Hindistanlı kadınların ve çocukların parmak izinin alınması, Hıristiyan nikâhından başka nikâh tanınmaması gibi uygulamalara karşı ilk defa sessiz bir “yasalara uymama kampanyası” başlattı ve pasif direniş politikasını hayata geçirdi.
Daha sonra “Satyagraha” diye adlandıracağı bu hareket, hiç bir ayrıcalığı olmayan kitlelerin adalet ararken kullandıkları bir güce dönüşecekti.
Kötülüklere karşı şiddetsiz direniş
Uygulamada, belirli bir kötülüğe karşı kararlılıkla ama şiddete başvurmaksızın direnmeyi öngören Satyagraha, Hint halkının İngiliz emperyalizmine karşı savaşımının temel yöntemi olacaktı.
İleride başka ülkelerdeki protestocu gruplar tarafından da benimsenecek Satyagraha, “Ahimsa” (şiddet dışılık) kavramına sıkı sıkıya bağlıydı.
Sadeleşerek özgürleşti
Gandhi, Güney Afrika’daki mücadeleleri boyunca elbette birkaç defa tutuklandı. İlk seferinde iki aylık cezası bitip özgürlüğüne kavuştuğunda o artık bambaşka biriydi.
Üzerinde kendi eğirdiği ipten yaptığı basit beyaz elbisesi ile çıktı cezaevinden. Gandhi yavaş yavaş sadeleşerek, kişisel özgürlüğünü kazanıyor gibiydi.
İki bin Hindistanlı sınıra yürüdü ve sonuç…
Gandhi, Güney Afrika’da Hintleri ezen yasa ve uygulamalarla uzun yıllar uğraştı. İki ileri bir geri şeklindeki kazanımlardan sonra 1913’teki yeni baskı tedbirleri bardağı taşırdı.
Onun önderliğinde iki bin işçi sınıra yürüdü. Bu protesto ciddi bir kamuoyu yarattı. Güney Afrika nihayet Hintlere karşı alınan kararları iptal etmek üzere bir komisyon kurdu. Sıra kendi ülkesindeydi.
Aşramdaki komünal hayat
Ülkesinden ayrılışından tam 21 yıl sonra, 9 Ocak 1915’te Hindistan’a dönen Gandhi’yi on binlerce vatandaşı karşıladı. O Güney Afrika’da verdiği mücadeleler ile artık Hindistan için de simgeye dönüşmüştü.
Hint Ulusal Kongre Partisi’ne katılan Gandhi, kısa sürede kolları sıvadı. Kendisini destekleyenlerle birlikte bir aşram (komün) kurdu. Zor durumdaki köylere destek oldu; okul ve hastaneler kurulmasını sağladı.
Halkın “yüce ruh”lu babası
Gandhi artık halk için “Bapu” (baba) ve “Mahatma”ydı (yüce ruh). Bir yandan köylüler hükümet baskısı ile ezilirken kıtlık bitene kadar vergilerin kaldırılması için uğraşıyor, diğer yandan Britanya’yı Hindistan’ı terk etmeye zorluyordu.
I. Dünya Savaşı henüz bitmişti ki Gandhi 1919’da Pencap’ta çıkan karışıklıkları bastırmak için hükümete olağanüstü yetkiler veren yasalara karşı çıktı. İngilizlerle çalışmama kampanyası başlattı.
Boykot, itaatsizlik, gündelik hayatı sekteye uğratma
Gandhi öncülüğünde protestolar yayılırken, sıkıyönetim ilan edildi ve İngiliz polisi Amritsa’da katliam yaptı. Yüzlerce silahsız insan öldürüldü. Gandhi bu gidişata son vermek için kampanyayı durdurdu. Ama kimse pes etmiş değildi…
Ertesi yıl kocaman bir ateş yakıldı. İngiliz marka kıyafetler cayır cayır yanarken boykot başladı. Böylece Hindular “genel grev” yerine Gandhi’nin çağrı yaptığı dua günü ile gündelik hayatı sekteye uğrattı. Çocuklarını okullara göndermediler, mahkeme kararlarına itaat etmediler.
Protesto et, eyleme çağır, tutuklan, tutuklat
Hindistan’da da pek çok defa cezaevine girip çıkan Gandhi aslında şöyle bir yöntem benimsemişti: Yasakları delip tutuklanıyor, sonra kitleleri eyleme çağırıyordu. Kitleler de yasayı çiğneyip hapse atılıyordu. Bu noktada cezaevinde açlık grevi vesilesiyle kamuoyu yaratılıyordu. Bir süre sonra hapishaneleri kontrol etmekte zorlanan hükümet çaresizlik içinde yasayı kaldırıyordu.
Hindu ve Müslümanlar için arabulucu
Hindistan’ın ve Gandhi’nin tek derdi ne yazık ki bağımsızlık değildi. Gandhi ülkesindeki Hindu ve Müslüman toplulukları için bir arabulucuya dönüştü. Dört sene boyunca diyar diyar gezip uzlaşmalarını istedi.
Son çare olarak 1924’te Delhi’de üç hafta süreyle açlık grevine başladı. Kısa bir süre için taraflar uzlaşacak, çatışmalar duracak ama ufak bir kıvılcım kavgayı daha defalarca alevlendirecekti.
Bu yasayı delmek çocuk oyuncağı
Britanya’nın Hindistan’dan vazgeçmesi elbette kolay değildi. 1928’de İngilizler Hindistan’a bir yıl içinde dominyon statüsü verilmesi teklifini reddetti. Bunun üzerine Hindistan Ulusal Kongresi 26 Ocak 1930’da bağımsızlık ilan etti. 12 Mart’ta da Gandhi ve yoldaşları ünlü “Tuz Yürüyüşü”ne başladı. 1762’de hazırlanan Tuz Yasası sayesinde Britanya, tuz tekeline sahip olmuştu. Gandhi için bu yasayı delmek çocuk oyuncağıydı.
388 kilometre yürüdü ve yasayı ihlal etti
Hint Okyanusu kıyısındaki Dandi köyüne kadarki 388 kilometrelik mesafeyi 24 günde yürüyen Gandhi, 6 Nisan’da peşinde binler varken sakince kıyıya geldi. Yerden çamura bulanmış bir avuç tuz aldı ve temizledi. Tuz yasası ihlal edilmişti.
Çağrısına uyan binlerce köylü de tuz çıkarmaya başlayınca Gandhi istediğini elde etmişti. Bu ihlal nedeniyle 60 bin eylemci hapse atıldı. Ancak yasa işlemez hale getirilmişti bile.
Kişisel arınma ve protesto oruçları arasında
Gandhi II. Dünya Savaşı başlayıncaya kadarki dönemi daha çok inzivadaymış gibi geçirdi. Rajkot şehrine yakın aşramında ziyaretçilerini kabul etti. Yaşamı iyice basitleşmişti. Bazen günü sadece bir meyve ile geçirdiği oluyordu.
Kişisel arınma mevzusunda önemli aşamalar kaydeden Gandhi yine de protesto amaçlı oruçlarını ihmal etmedi. Hem İngilizlerle uğraştı hem de Hindularla Müslümanların arasını düzeltmeye çabaladı.
Can yoldaşı, karısı Kasturbai cezaevinde öldü
1942’de Kongre’nin aldığı “Britanya Hindistan’ı terk etmelidir”’ kararından sonra, yeniden tutuklanan Gandhi, iki sene sonra eşi Kasturbai’yi kaybetti. Can yoldaşı yıllarca kocasının mücadelesine ortak olmuştu ve defalarca onunla birlikte tutuklanmıştı. Kasturbai hayata gözlerini her ikisi de cezaevindeyken kapadı.
İkiye bölünen bir ülke ve ortada Gandhi
Şubat 1947’de İngiltere Hindistan’ı terk edeceğini açıkladı. Ama ülke Hindistan ve Pakistan olarak ikiye bölünecekti. Gandhi ülkesinin özgürlüğünün tadını çıkaramadan yeniden oruca giriyordu. Çünkü Hindular ve Müslümanlar için acilen barış gerekliydi.
25 Ocak 1948’de Gandhi dini bir törende, sonraki toplantılara herkesin yanında bir Müslüman ile birlikte gelmesini önerdi. Bu teklif onu radikal Hinduların hedefine oturttu.
Suikastçının namlusunun ucunda
30 Ocak 1948’de Hindu suikastçı Nathuram Godse 500 kişinin katıldığı dua etkinliğinde namluyu ona çevirdi. Birla Evi’nin bahçesinde gece yürüyüşünü yaparken vurulan Hindistan’ın yüce ruhu aynı gün öldü. Ölümünden sonra külleri kaplara konarak, anma törenleri için Hindistan’ın çeşitli bölgelerine gönderildi.
Tam bir sentez olan Gandhi ilkeleri
Gandhi’nin Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ideolojisinin temellerini, şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasif direniş, doğruluk, sadelik, Brahmaçarya ve Hinduizmin mistik öğelerinden beslenerek oluşturdu.
“Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız”
“Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikadımın da son maddesidir” diyen Gandhi, Hindistan tarihinde önemli bir yere sahip pasif direniş düşüncesini siyasi boyutta uygulayarak tarihe geçiyordu.
Bütün mücadelesi boyunca hiç yılmayacak ve sonuna kadar “Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız” diyecekti.
“Doğruluk Tanrıdır”
Hayatını Satya’yı (Doğruluk) bulmaya adayan Gandhi, kendi hatalarından yola çıkarak deneyler yaptı. Budizmi, Hinduizmi, Hıristiyanlığı ve İslamiyeti inceleyip tüm dinlerin eşit olduğuna inandı. Hinduizmin ruhunu arındırdığını, kendisini huzura kavuşturduğunu savundu. İnançlarını “Doğruluk Tanrı’dır” diye özetledi.
Sadelik ve Brahmaçarya
Gandhi özellikle olgunluk döneminden itibaren gereksiz harcamalarını kesip sade bir yaşamı seçti. Zaten annesinin dindarlığının etkisiyle gençliğinden itibaren vejetaryendi. 36 yaşında da bekârlık yemini ederek cinsellikten uzaklaştı. Duyguların düşünce, söz ve eylemde kontrolü anlamına gelen Brahmaçarya’yı benimsedi.
Emperyalizme karşı uzlaşmacı mı?
Gandhi, özellikle İngiliz emperyalizmine karşı pasif ve uzlaşmacı tavır geliştirdiği, ulusal kurtuluş savaşına engel olduğu gerekçesiyle eleştirildi.
Felsefesinin, Müslümanlar ve Hindular birbirini katlederken çöktüğünü söyleyenler oldu. Hatta bu eleştiri üzerine “Ben kendi hatamı kabul ettim; mücadelemizin şiddet dışılığa dayandığını sanmıştım, gerçekte zayıfların silahı olan pasif direnişten başka bir şey değilmiş. Böyle bir hareket, fırsatını bulur bulmaz doğal olarak silahlı direnişe geçer” diyecekti.