Dudağının ucunda piposu, pötikare desenli şapkası ve elinden düşmeyen büyüteci ile yaratıcısının bile önüne geçti… Sir Arthur Conan Doyle, Sherlock Holmes’u yazarken bu kadarını tahmin etmemişti. Doyle, 12 hikâyeden oluşan Sherlock Holmes’ün Maceraları’nı 122 sene önce bugün The Strand dergisinde Sidney Paget’in çizgileriyle yayımladı. Önceki üç kitabı bilmeyenler bile artık Holmes’ün hayranıydı.
Holmes beş adımda şöminedeki tüy parçasından, katilin yüzündeki yara izini çıkarabiliyordu. Ünlü dedektif, pozitivizmin simgesi gibiydi. Elbette afyon, tütün, kokain gibi küçük kusurlarıyla!
Hıristiyanlığı reddeden agnostik
Conan Doyle 22 Mayıs 1859’da (ölümü 7 Temmuz 1930) İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da doğdu. Henüz dokuz yaşındayken ailesi tarafından Katolik okuluna gönderildi. 16 yaşında Hıristiyanlığı reddedip agnostik olduğunu açıkladı ve okulu bıraktı.
Ne de olsa pozitif bilimlerin öne çıktığı yıllardı. Hayatının baharındaki Doyle için de somut olanlar ön plandaydı ve Edinburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni seçti.
Can sıkıntısından başlayan yazarlık
Mezun olunca bir süre gemi hekimliği yapan Doyle, yolculuklar sırasında bilgisini ve görgüsünü artırdı. Dönüşte 1882’de Plymouth kentinde muayenehane açtı.
Doyle daha öğrenciyken kısa hikâyeler yazmaya başlamış ve ilk öyküsünü Chambers’s Edinburgh Journal’da yayımlamıştı. Biraz bu alana yeniden yönelmek istediğinden, biraz da can sıkıntısından kendini yazmaya verdi.
“Sherlock Holmes arkadaşım Joe mu?”
Başlangıçta az hastası ve epey boş vakti vardı. O dönemde kalemi elinden düşürmeyen Doyle, 1887’de Kızıl Dosya (A Study in Scarlet) adlı ilk Sherlock Holmes romanını yazdı.
Buradaki dedektif, üniversitedeki profesörlerinden Joseph Bell’i andırıyordu. Hatta yazar Rudyard Kipling bu benzerliği yakalayacak ve Doyle’u kutlarken “Acaba bu karakter arkadaşım Joe olabilir mi?” diye soracaktı.
Holmes’lar peş peşe
Roman başta pek başarı kazanmasa da yayıncılar diziyi sürdürmesi için onu ikna etti. Üç yıl sonra yayımlanan Dörtlerin İmzası’nın (The Sign of Four) ardından Doyle doktorluğu bırakıp kendini tümüyle yazarlığa verdi. Artık yeni Sherlock Holmes’ler peş peşe raflarda yerini alacaktı.
“Holmes’ü öldürmeyi düşünüyorum”
Aslında Doyle, Holmes’ü sevmiyordu. Hatta “Bundan yüzyıl sonra hâlâ Sherlock Holmes’ü yaratan adam olarak anılırsam, kendimi başarısız sayarım!” bile diyecekti. Ondan kurtulmak için yayınevlerinden inanılmaz ücretler bile istedi; bu istekleri kabul edildi.
Kasım 1891’de annesine Holmes’u öldürmeyi düşündüğünden bahsedince “Sana nasıl uyuyorsa öyle yap, ama insanlar bunu pek hoş karşılamayacaktır!” yanıtını alacaktı.
Holmes öldü, kıyamet koptu
Annesi haklıydı. Doyle 1893’te, Son Görev’de Holmes’ü düşmanı Moriarty ile Reichenbach Şelalesi‘nden düşürüp öldürdü. Tepkiler inanılmazdı. Doyle’u sadist, katil ve vatan haini olmakla suçladılar.
İngiltere’de ulusal yas ilan edildi. Hatta Kraliyet Ailesi bile Holmes’ün ölmemesi gerektiğini bizzat yazılı bir not ile bildirdi.
Masuscuktan ölmüş
El mecbur Doyle, Holmes’ü Boş Ev Macerası isimli hikâyede yeniden hayata döndürdü. Dedektif sözde diğer düşmanlarından kaçabilmek için kendini ölmüş gibi göstermişti.
Böylece Holmes ancak Birinci Dünya Savaşı‘nda ölürken geriye onun maceralarından oluşan dört roman ve beşi 56 kısa hikâyeden oluşan dokuz eser kaldı.
Kimdi bu Holmes?
Peki, kimdi bu ardından yası tutulan ünlü dedektif? Holmes 6 Ocak 1854’de Londra’da doğmuştu. Evi İngiltere’de Baker Sokak 221B‘deydi.
Dedektif olmaya üniversitede karar vermişti. İyi bir dövüşçüydü. Boks ve eskrim eğitimi almıştı. Bazen adaleti kendi sağlamayı seçerdi. Pek duygusal değildi.
Neden-sonuç peşindeki pozitivist
Doyle aslında Holmes için Edgar Allan Poe’nun Morgue Sokağı Cinayetleri’ndeki dedektif Chevalier C. Auguste Dupin’den esinlendi. Ama iki dedektifin önemli bir farkı vardı. Dupin düşünce okuyabilme becerisine sahipti. Holmes ise “İmkânsızları elediğinde elinde kalan ne kadar mümkün değil gibi gözükse de gerçek olmak zorundadır!” düsturuna bağlıydı. Fazlasıyla pozitivistti. Neden-sonuç ilişkilerini mükemmel yorumlar ve bilimsel delillere dayalı sonuçlar çıkarırdı.
Piposu, tütünü, afyonu da var
Holmes sadece kriminoloji bilgisiyle öne çıkmıyordu. Güzel sanatlardan da biraz anlıyordu. Çok güzel keman çalıyor; operaya, baleye gidiyordu. Yine de elbette dört dörtlük değildi. Bazı kötü huyları vardı. Pipo, tütün, afyon ve zihnini açmak için biraz kokain kullanırdı.
Hep iz peşinde
Sherlock Holmes, çok dikkatli bir iz sürücüydü. El yazılarının kişiye özgü olduğunu biliyordu. Ayak izlerinde de uzmandı. Ayrıca kâğıt, mürekkep, mühür ve pulların ayırıcı özelliklerini tanıyordu.
Mesela bazen aynı renk mürekkeple yazılanların, farklı zamanlarda kaleme alındığını saptamak veya bir harfin biçimine bakarak yazanın milliyetini saptamak onun için çocuk oyuncağıydı.
Köpekler kilit rolde
“Köpek burnu yanılmaz Dr. Watson!” diyordu Holmes. O da yaratıcısı Doyle da haklıydı. Bu yüzden hikâyelerin pek çoğunda muhakkak bir köpek kilit roldeydi.
Örneğin “The Adventure of the Missing Three Quarter”da köpek Pompey, anason kokusunun, “The Sign of Four” daki köpek Toby ise katilin izini sürebiliyordu.
Sadık dostu, yaveri: Dr. John Watson
Dr. John Watson ve Holmes, Kızıl Dosya macerasının başında karşılaştılar. Doktor Afganistan‘dan yeni dönmüştü. Holmes da bir ev arkadaşı arıyordu. Bu sayede aynı evde yaşadılar ve ahbap oldular.
Watson Holmes’ün sadık arkadaşı, bir nevi yaveriydi. Bu yüzden de başı beladan bir türlü kurtulmuyordu. Onun dedektife sorduğu sorular sayesinde okur da aydınlanıyordu.
Holmes’ün anti tezi: Prof. James Moriarity
Kabına sığmayan zekâsı ile bir türlü zapt edilemeyen Prof. James Moriarity İngiltere’deki suç ağının başıydı. Varlıklı bir aileden geliyordu, matematik dehasıydı, toplumda saygın biriydi.
Moriarity, analitik zekâsı ve cüretkârlığıyla Holmes’ü andırıyordu. Ama kötüydü işte. Suçu seviyordu. Bu haliyle de bir türlü bitmeyen iyi kötü mücadelesinde, ünlü dedektifin dengi olarak diğer kutbu temsil ediyordu.
Aseksüel dedektif, Irene Adler’in zekâsına hayrandı
Doyle, Holmes’ü neredeyse aseksüel olarak yaratmıştı. Cinsellik ve aşk onun için zevkli bir bulmacanın yerini asla tutamazdı. Yine de Bohemya‘da, Skandal’da okurla buluşan operacı Irene Adler’in yeri ayrıydı.
Irene, Holmes’ü atlatabilen tek kadındı ve ünlü dedektif bu zeki kadına hayrandı.
Üşengeç ağabey: Mycroft Holmes
Dedektifimizin kendinden yedi yaş büyük ağabeyiydi. Onunla Yunan Tercüman (The Adventure of the Greek Interpreter) hikâyesinde tanıştık. İngiltere hükümetine çalışıyordu. Kardeşinden bile yüksek gözlem kabiliyetine sahipti. O eylem insanı değildi, hiç olmadı. Üşengeçliğiyle tanındı.
Görev insanı: Müfettiş Lestrade
İlk maceralarda ünlü dedektifimize neredeyse düşmandı. Onun başarılarını kendi hanesine yazdırıp onu kıskanıyordu. Ama sonradan Scotland Yard Müfettişi Lestrade, Holmes’a büyük saygı duymaya başladı. O, üstün yetenekli değildi. Ama tam bir görev insanıydı.
“Hey Sherlock Holmes!”
Doyle, Sherlock Holmes‘ün illüstrasyonlarını önce babasına çizdirdi. Babası sanatçıydı ama yine de amatör çizimleri pek tutulmamıştı. The Strand dergisi maceraları yayımlamaya başlayınca Sherlock’u Sidney Paget çizmeye başladı.
Böylece o artık ince, uzun, şık ve kusursuzdu. Paget, kardeşi Walter’ı, Holmes’ü çizerken model olarak kullandı. Walter bu sayede çok ünlendi ve Londra sokaklarında ona “Hey Sherlock Holmes!” diye seslenenler bile oluyordu.
Ruhlar, periler, doğaüstü güçler
Doyle elbette hayatını sadece Holmes’a adamamıştı. Gençliğinde The Explois of Brigadier Gerard, Rodney Stone ve Sir Nigel gibi tarihi kitaplar yazmıştı.
Yaşlanınca ise spiritüalizme yöneldi. Özel hayatında yaşadığı peş peşe kayıplardan sonra, doğaüstü güçler, ruhlar ve perilerle ilgilendi.
Şarlo’dan “Gel beraber harcayalım” teklifi
Gençlik döneminde tiyatro oyunları da yazan Doyle bu oyunlardan iyi para kazanmıştı. Hatta Ferhan Şensoy’un aktardığına göre bu dönemde genç bir oyuncu kendisine bir teklifte bulunarak, o andan itibaren kazandıkları paraları ortak harcamayı önerdi.
Doyle haftada 10 pound kazanan oyuncunun bu teklifine gülüp geçti. Ama pişman olacaktı. Çünkü teklifi yapan Charles Chaplin’di. Ünlü yazar, her Şarlo filmi gördüğünde hep hayıflandı.
II. Abdülhamit Doyle’u nişanla onurlandırdı
Ünlü yazarın hayranları arasında sıkı bir polisiye okuru olan II. Abdülhamit de vardı. Hatta Doyle 1907’de İstanbul’a geldi ve padişahın verdiği nişanla onurlandırıldı. Huzura çıkıp çıkmadığı ise muammaydı.
Bir rivayete göre Doyle’un yeni romanında Osmanlı sarayını anlatacağı ve geziyi de o yüzden yaptığı Abdülhamit’e jurnallenmişti. Padişah da bunun üzerine ünlü yazarı huzurunda kabul etmekten vazgeçmişti.
Monk ve House MD’nin esin kaynağı
Sherlock Holmes sinemaya defalarca uyarlandı veya esin kaynağı oldu. Sherlock Holmes’ün Maceraları (The Adventures of Sherlock Holmes), Baskervillerin Köpeği (The Hound of the Baskervilles) ve Sherlock Holmes Kanlı Haç (Sherlock Holmes The Crucifer of Blood) en popüler filmlerdi.
Günümüz Londra’sına uyarlanan BBC’nin dizisi Sherlock, hatta ondan esinlendiği söylenen House MD ve bir başka dedektif Monk da Holmes ile birlikte anılan popüler diziler arasında.
Guy Ritchie dokunuşlu filmler
Yine de ünlü dedektife en unutulmaz dokunuş Guy Ritchie‘nin 2009 ve 2011’de yönettiği Robert Downey Jr. ve Jude Law’lu iki filmdi. Ritchie’nin Sherlock Holmes ve devam filmi Gölge Oyunları’nda, dedektif ve Dr. Watson ölümcül komploları çözmeye çalışıyordu.
İkilinin oyunculuğu çok beğenilse de film biraz fazla dinamik bulundu. Kimileri Matrix’i andıran dövüş sahnelerini eleştirse de, kimilerine göre Ritchie yine yapmıştı yapacağını.