Ana sayfa » Seyahat » Seahenge: Tunç Çağı’nda Yaşayan İnsanların Yaz Mevsimini Uzatmak İçin İnşa Ettiği Yapı
Seahenge: Tunç Çağı’nda Yaşayan İnsanların Yaz Mevsimini Uzatmak İçin İnşa Ettiği Yapı
İngiltere'nin Norfolk sahillerinde keşfedilen ve "Seahenge" adı verilen 4.000 yıllık ahşap çember, bize Tunç Çağı insanlarının inançlarına dair şaşırtıcı ipuçları sunuyor.
Bir sabah İngiltere’nin kuzeydoğusunda, rüzgârın şekil verdiği Norfolk sahilinde deniz çekildiğinde, kumların altından beklenmedik bir şey belirdi: devasa meşe kütüklerinden oluşan gizemli bir çember. Yüzyıllardır dalgalar ve rüzgâr tarafından saklanan bu yapı, sanki doğanın kendi eliyle mühürlediği bir zaman kapsülüydü. Arkeologlar ona “Seahenge” adını verdi. Bunun sebebi, Stonehenge gibi gökyüzüne adanmış, ama bu kez taşlardan değil, ağaçlardan yapılmıştı. 4.000 yıl önce Tunç Çağı insanları, yazı biraz daha uzatmak, Güneşi gökyüzünde birkaç gün daha tutmak için bu büyüleyici yapıyı inşa etmişti. Peki, gerçekten mevsimleri uzatabileceklerine mi inanıyorlardı, yoksa bu sadece insanın doğaya karşı en eski duası mıydı?
Seahenge nedir?
İngiltere’nin Norfolk sahilinde, 1998 yılında, bir grup arkeolog kumların arasından çıkan devasa meşe kütüklerine bakarken neye uğradığını şaşırmıştı. Zira karşılarında, 4.000 yıl öncesinden kalma gizemli bir ahşap çember duruyordu. Yerel halk bu yapıya Seahenge adını verdi. Tıpkı Stonehenge gibi mistik bir yapıya benziyordu ama bu kez taşlardan değil, meşeden yapılmıştı. Üstelik denizin hemen kenarındaydı.
Tunç Çağı insanları, denizden uzak bir bataklığa bu yapıyı inşa etmişti. Ortasında ters çevrilmiş bir ağaç kütüğü vardı; sanki kökleriyle gökyüzüne uzanıyormuş gibi. Etrafını da 55 kalın meşe direk çevreliyordu. Zamanla, bataklığın oluşturduğu turba tabakası bu ahşapları çürümekten korumuş, adeta doğa tarafından mühürlenmiş bir zaman kapsülü yaratmıştı.
Seahenge’in sırrı sadece kerestesinin yaşıyla değil, hizalandığı yönle de başlıyor. Çünkü bu ahşap çember, yaz gündönümünde doğan Güneşle mükemmel bir şekilde paralel. Yani 4.000 yıl önce Tunç Çağı insanları, gökyüzünü o kadar dikkatle izlemişti ki, yılın en uzun gününde doğan Güneşi selamlayacak bir kutsal alan inşa etmişlerdi.
Yeni araştırmalar, bu yapının sadece astronomik bir gözlem noktası olmadığını söylüyor. MÖ 3. bin yılın sonunda, Avrupa genelinde iklim olağanüstü derecede soğuktu. Uzun ve sert kışlar, donmuş topraklar ve geç gelen baharlar, erken dönem çiftçileri ciddi şekilde sarsmıştı. Bu yüzden bazı bilim insanlarına göre Seahenge, bir tür hava ritüeli alanıydı. Halk, yazın sıcaklığını uzatmak ve yaklaşan kışın tehdidini geciktirmek için burada törenler yapıyordu. Güneşi gökyüzünde biraz daha tutmak için…
Peki ama Tunç Çağı insanları neden yazı bu kadar çok önemsiyordu?
Bunun cevabı, dönemin efsanelerinde gizli. O çağın halk hikâyelerinde guguk kuşu, yazın ve doğurganlığın sembolüydü. Ancak efsaneye göre, bu kuş yaz gündönümünden sonra ötmeyi bırakır ve öteki dünyaya uçarak sıcak havayı da beraberinde götürürdü. İşte Seahenge’in tam da bu hikâyeyi yaşatmak için inşa edildiği düşünülüyor.
Merkezdeki ters çevrilmiş meşe kütüğü, efsanedeki içi boş ağaç motifini andırıyor. Guguk kuşu burada, sembolik olarak yazın ruhunu temsil ediyor; çevresindeki meşe direklerse onun etrafına örülmüş bir koruma duvarı gibi. Bir başka deyişle Seahenge, yazı kaçırmamak için yapılan bir tür doğa büyüsüydü. İnsanlar burada, henüz tüylenmemiş yani olgunlaşmamış yazın, tıpkı genç bir guguk kuşu gibi gökyüzüne karışmadan biraz daha kalması için törenler yapıyordu. Güneşin biraz daha uzun süre tepede kalması için yapılan dansları, yakılan ateşleri ve duaları hayal etmek zor değil.
Seahenge’in hemen yakınında, Holme II olarak adlandırılan ikinci bir ahşap yapı daha bulunuyor
Arkeologlar bu iki anıtın aynı dönemde, MÖ 2049 civarında inşa edildiğini belirtiyor. Ancak Holme II’nin hikâyesi biraz daha karanlık. Çünkü bazı ipuçları, bu yapının kurban ritüelleriyle bağlantılı olabileceğini gösteriyor. Kelt mitolojisinde kutsal kral olarak adlandırılan figürler vardır, toplumun refahı için seçilen bu kişiler, felaket dönemlerinde tanrılara sunulurdu.
Holme II’nin yönü, Venüs gezegeninin sekiz yıllık döngüsüne göre hizalanmış. Araştırmacılar, her sekiz yılda bir Samhain (bugünkü Cadılar Bayramı) zamanı bir tür ritüel kurbanın gerçekleştirildiğini öne sürüyor. Eğer bu teori doğruysa, Seahenge ve Holme II birbirini tamamlayan iki yapıya dönüşüyor: biri yazı ve sıcaklığı korumak için, diğeri ise doğanın dengesini yeniden sağlamak için. Güneşi gökyüzünde biraz daha tutmak isteyen toplum, aynı zamanda tanrılara bir şeyler borçlu olduğuna inanıyordu.
Bugün Seahenge’e baktığımızda sadece birkaç çürümüş ahşap kalıntısı görüyoruz
Ama 4.000 yıl önce burası, duaların gökyüzüne yükseldiği, davulların çaldığı, ateşlerin dans ettiği kutsal bir alandı. İnsanlar, doğayı ve mevsimleri anlamaya çalışırken aslında evrenle bağ kuruyordu. Aberdeen Üniversitesi’nden arkeolog David Nance’in söylediği gibi, bu yapılar o dönemin sadece dini değil, aynı zamanda iklimsel stresine verilen bir yanıttı.
Güneşin yönü, Venüs’ün döngüsü, guguk kuşunun ötüşü… Hepsi, insanın doğayı okumaya ve ondan anlam çıkarmaya çalıştığı bir sistemin parçalarıydı. Belki Seahenge, yazı uzatmak için yapılmıştı. Belki de insanların doğaya biraz daha sıcaklık için ettiği bir dua gibiydi. Ama ne olursa olsun, bize şunu hatırlatıyor: 4.000 yıl önce bile, insanlar gökyüzüne bakıyor ve aynı şeyi diliyordu, “Biraz daha ışık, biraz daha yaz.”
Seahenge, insanlığın doğayla kurduğu en eski anlaşmalardan birinin kalıntısı gibi
Güneşi biraz daha uzun tutma isteği, bir anlamda varoluşun temel dürtüsünü yansıtıyor: sıcaklık, bereket, yaşam. O dönemin halkı için bu çemberler sadece ritüel alanları değil, umudun ta kendisiydi. Bugün yaz gündönümünde insanlar hala Stonehenge’de toplanıyor, ateşler yakıyor, dans ediyor. Belki de farkında olmadan, 4.000 yıl önce Seahenge çevresinde yapılan o eski duaları tekrarlıyorlar. Çünkü insan değişse de gökyüzüne bakarken duyduğu hayranlık hiç değişmiyor.