Malumunuz, Nobel Edebiyat ödülü bu sene bir yazara değil müzisyene verildi. Yerlere göklere sığmayan Bob Dylan, bu ödülü alan ilk müzisyen oldu. Dolayısıyla da ortalık birbirine girdi. Kimileri ödülün artık bir ciddiyeti kalmadığını söylerken kimileri de Bob Dylan’ın bir edebiyatçı gibi bu ödülü almaya hakkı olduğunu savundu. Bob Dylan’ı Bob Dylan yapan şey zaten ne çaldığı gitardı ne de (Hiç de öyle ahım şahım olmayan) sesi. Onu tüm dünya popüler müzik içerisine ilk defa kendisinin yerleştirdiği şairane lirikleri ile sevdi. Müzikleri alın geriye koskocaman bir şiir deryası kalır. Bob Dylan’ın açtığı ve liriği öne çıkaran bu anlayışı daha sonrasında pek çok müzisyen takip etti. Biz de bu listede, Bob Dylan gibi Nobel alabilecek kadar, şarkılara olağanüstü şiirler yazmış diğer müzisyenlere bakacağız.
1. Ian Curtis
“I’ve been waiting for a guide to come and take me by the hand
Could these sensations make me feel the pleasures of a normal man?”
Ian Curtis’in grubu Joy Division ile birlikte olan müzik kariyeri oldukça kısa; 23 yaşında Curtis intihar ettiğinde geriye (biri ölümünden birkaç ay sonra çıkmış olan) iki albüm ve birkaç sessionda kötü bir şekilde kaydedilmiş bir avuç şarkı bıraktı. Buna rağmen Joy Division efsane bir grup haline geldi. Bunda grubun yaptığı müzik, Ian Curtis’in kendine has sesi ile birlikte yazdığı sözlerin de büyük etkisi var. Epilepsi hastası olan ve sahne üzerinde epilepsi krizlerine giren Ian Curtis bu durumdan hem çok utanıyor hem de bunu sanatının bir parçası haline getiriyordu. Bahsettiği konular genelde dışlanma, yalnızlık, yabancılaşma ve modern insanın düştüğü boşluk üzerineydi. Bir EP olarak çıkardıkları An Ideal For Living’de dönemin yıkıcı gücü punk’ın oldukça etkisi altında olsalar da ilk albümleri Unknown Pleasures ile aslında Ian Curtis de ilk kitabını yayınlamış oldu. İşin üzücü yanı Ian Curtis’in bahsettiği konular, artık kurtulamayacağı bir yaşam oluşturmuştu onun için… En bilinen şarkıları Love Will Tear Us Apart’ın kahramanı olan ve boşanma arifesinde oldukları eşini evde beklerken, bir Werner Herzog filmi izledi, bir Iggy Pop albümü dinledi ve sonra kendini bir kalorifer borusuna asıp sessizce aramızdan ayrıldı.
Ian Curtis Edebiyatına Giriş – Ders 1: Atmosphere
People like you find it easy, naked to see, walking on air. Hunting by the rivers, through the streets, every corner abandoned too soon, set down with due care.
Don’t walk away in silence,
Don’t walk away.
2. Patti Smith
“Jesus died for somebody’s sins but not mine…”
Yukarıdaki dizelerle başlayan 1975 tarihli Patti Smith’in ilk albümü Horses, rock müziğini edebiyat ile birleştirmeyi başarmış nadir albümlerden biridir. Asıl soru burada: Elimizdeki bir şiir kitabı mı yoksa bir müzik albümü mü? Zira müziği çıkarıp atsak albümdeki tüm şarkıları güzel bir şiirmiş gibi rahatlıkla okuyabiliriz. Horses da zaten gücünü hem müzikal hem de liriksel üstünlüğünden alan, gelmiş geçmiş en iyi albümlerden biri. Hani kendisi müziği ilk albümünden sonra bıraksaydı bile bir efsane olarak günümüze kadar gelirdi. REM, Morrissey, U2, Pearl Jam, Radiohead gibi isimler Horses’ı kendileri için en önemli ilham kaynağı olarak gösteren isimlerden sadece birkaçı. Bob Dylan bu albümden sonra bizzat konserlerine gidip onu ayakta alkışlayan bir isim… Patti Smith, kariyeri boyunca yapacağı gibi her bir şarkısı için onlarca kitap okuyan, araştıran ve gözlemleyen bir insan. Bir şaman gibi müziği ve tüm edebiyat külliyatını müzik ile bir araya getiriyor ve bizlere Because the night, Just kids, Gloria gibi birbirinden güzel eserler bırakıyor.
Patti Smith Edebiyatına Giriş – Ders 1: Birdland
https://www.youtube.com/watch?v=OReJIwNVOz4
well, there was sand, there were tiles, the sun had melted the sand and it coagulated like a river of glass. when it hardened he looked at the surface, he saw his face and where there were eyes were just two white opals, two white opals, and he looked up and the rays shot and he saw raven comin’ in and he crawled on his back and he went up…
up up up up up up
3. Lou Reed
“Thought of you as my mountain top, thought of you as my peak, thought of you as everything, i’ve had but couldn’t keep…”
İşte karşınızda pop müziğinin ilk aykırı şairi hatta Marquis de Sade’nin rock müziğine reenkarne olmuş hali. Lou Reed, Andy Warhol’un itici gücüyle Velvet Underground’u kurup ortamlara daldığında, ilk defa açık bir şekilde uyuşturucu, sadomazo aşklar, eşcinsellik ve fetişler üzerine şarkılarıyla dudak uçuklattı diyebiliriz. Herkesin bir aşk şarkısı sandığı Perfect Day’in aslında eroine bir güzelleme olması gibi Lou Reed, New York’un tabiri caizse arka sokaklarında yaşananları çok sade bir anlatım ve yalın bir gerçekçilikle şarkılarına taşıdı. Tekniği daha sonraları pek çok kişiye ilham kaynağı oldu ama Lou Reed’in şairene diline yaklaşabilen çok az kişi çıktı.
Lou Reed Edebiyatına Giriş – Ders 1: Venus in Furs
https://www.youtube.com/watch?v=iLQzaLr1enE
Shiny, shiny, shniy boots of leather
Whiplash girlchild in the dark
Comes in bells, your servant, don’t forsake him
Strike, dear mistress, and cure his heart
4. Nas
“When I attack, there ain’t an army that can strike back, So I react never calmly on a hype track…”
Şu aralar popüler bir isim olması, şarkılarının MTV’de rotasyon halinde olması onun bu listede olmasına engel değil. Rap müziği tarihi boyunca oldukça iyi söz yazarları çıkardı. Ama Nas, kelimeleri kullanma açısından tüm hepsini şimdiden geride bıraktı diyebiliriz. Nas’ın hikaye yelpazesi oldukça geniş: Bazen doğumu bazen ölümü ele alıyor, kimi zaman bir kadının sesi oluyor hatta bazen bir silahın ağzından bir hikayeyi dinliyoruz. Şarkılarında biyogrofiler ve hatta kendi otobiyografisi bile var. Üstelik bunlar günümüz popüler isimlerinin düştüğü çiğlikten çok uzak, ustaca anlatılmış hikayeler. Kendisi şimdiden gelmiş geçmiş en iyi şarkı yazarlarından biri olarak gösteriliyor ama tabi bu konuda oldukça utangaç. “Bana en büyük idollerimden biri olan Rakim’den daha iyi diyorlar, beni Leonard Cohen ile bir tutuyorlar. Sadece utanıyorum. Umarım bundan 20 – 30 yıl sonra da onlar gibi bir etki bırakabilirim hala…”
Nas Edebiyatına Giriş – Ders 1 : Memory Lane
My intellect prevails from a hanging cross with nails. I reinforce the frail, with lyrics that’s real. Word to Christ, a disciple of streets, trifle on beats. I decipher prophecies through a mic and say peace
5. Nick Cave
“they’re whispering his name through this disappearing land but hidden in his coat is a red right hand…”
Nick Cave’in kalemi kesinlikle kendine özgü. Kutsal olanla aykırı kabul edilen tüm öğeleri ilginç bir şekilde bir araya getiren, bir ninni ezgisinde bizlere cinayetler anlatan, bir halk türküsü havasında erotizm, şiddet, intikam ve korku hikayelerini birleştiren bir deli şair. Bazen oturup tanrıyla konuşup onu kollarına çağırır, bazen sevdiği kadınları öldürür ama bunu aşkla yapar, bazen hristiyan edebiyatıdır bazen ilkel kabile büyüleri. Eşsiz sesiyle bizlere okuduğu şiirleri bizlerde tam da istediği etkiyi yapar: Tüylerimiz diken diken olur.
Nick Cave Edebiyatına Giriş – Ders 1: Into My Arms
and i don’t believe in the existence of angels
but looking at you i wonder if that’s true
but if i did, i would summon them together
and ask them to watch over you
6. Thom Yorke
“Don’t get any big ideas, they’re not gonna happen…”
Radiohead denilince akan sular duruyor tabi. Kariyerleri boyunca soundlarını sürekli değiştiren grupla birlikte, Thom Yorke da sürekli olarak yazı tekniğini değiştirdi. Şarkı sözleriyle kimi zaman J.D. Salinger gibi gerçekçi, kimi zaman Virginia Woolf gibi karmaşık ve nazik, bazen Samuel Beckett gibi absürd ve yapı bozan bir şair oldu. Yaşlandıkça öfkesi duruldu sanki; son albümlerinde daha naif daha kucaklayıcı bir Thom Yorke gördük. Ama her evresinde kalplerimize dokunmayı başardı. İster gerçeği söylesin, ister gerçekle oynasın Thom Yorke bizi kendine inandırmayı hep başardı.
Thom Yorke edebiyatına Giriş – Ders 1: Videotape
no matter what happens now
i won’t be afraid
because i know today has been the most perfect day i’ve ever seen
7. Morrissey
“and if you must go to work tomorrow, well if i were you i wouldn’t bother! for there are brighter sides to life… i should know because i’ve seen them… but not very often”
Nasıl ki Lou Reed için Marquies De Sade’nin reenkarnasyonu dediysek, Morrissey de Oscar Wilde’ın yeniden vücut bulmuş hali gibi. Tabii Morrissey Oscar Wilde’nin aksine aristokrat bir ailenin çocuğu değil. Zevk ve sefa içinde değil de işçi sınıfından gelme biri olarak yokluk ve sıkıcılıkla geçen bir hayat var elimizde. Oscar Wilde nasıl kendi çevresini neredeyse bir kara mizah ile sivri dili ve zekasıyla, alaycılığıyla ve tam bir İngiliz üslubuyla anlattıysa, Morrisey de geçmişin yükünü, geleceğin belirsizliğini, boş gece kulüplerini, her yeni günün rutinliğini, hoşgörüsüz sevgilileri, fakirliği, hükümeti aynı teknikle bizlere aktardı. Yaşadığı dönemde Oscar Wilde’ı Türkiye’de okuyan biri belki anlatılan hikayelerle özdeşleşemezdi ama günümüz küresel kapitalist sistemi dünyayı öyle tekdüze bir hale getirdi ki Morrissey tüm dünyanın umutsuz gençlerinin sözcüsü haline geldi. Edebiyatını da en çok bu tekdüzelik üzerine açtığı savaş üzerine kurmuştu zaten.
Morrissey Edebiyatına Giriş – Ders 1: I Know It’s Over
https://www.youtube.com/watch?v=WFgFPVE4mC0
and if you’re so clever then why are you on your own tonight?
if you’re so very entertaining then why are you on your own tonight?
if you’re so very good-looking why do you sleep alone tonight?”
i know …’cause tonight is just like any other night
that’s why you’re on your own tonight
with your triumphs and your charms while they’re in each other’s arms…
8. Michael Stipe
“You! I thought i knew you… You! I cannat judge… You! I thought you knew me this one laughing quietly underneath my breath…”
“İşin aslına bakarsak bir rock grubunda kimin ne söylediği her zaman için çok da önemli değildir. Mick Jagger’ın çoğu zaman tam olarak ne anlatmak istediği belli değil ama Rolling Stones yine de Rolling Stones” diye bir kelam etmiş vakti zamanında Michael Stipe. Oysa söylediğinin aksine kendi şarkı sözleri her zaman ince elenip sık dokunulmuş işler. Hemen her grubun belli bir soundu vardır. Onun bir aşağısı iki yukarısında dolanırlar. R.E.M. için ise aynı şey kesinlikle geçerli değil. İstedikleri zaman süper eğlenceli istedikleri zaman ise en derininden karanlık, isterlerse mutlu isterlerse hüzünlü şarkılar yapabildiler. Michael Stipe da şarkı sözlerini bu doğrultu da yazdı. Yani kimin zaman güldürdü kimi zaman üzdü. Bizi şiirleriyle bir aldı yalnızlığa gömdü, kimi zaman aşkın içine düşürdü, kimi yerde bilimsel teoriler üzerine konuştuk, yeri geldi hükümeti yerden yere vurduk. Evet oldukça fenomen bir grup ama yine de R.E.M’in müziği gerçekten hak ettiği yerde değil lakin Michael Stipe’ın yazarlığı herkesçe her zaman hep el üstünde tutuldu. Leonard Cohen ve Patti Smith gibi ustalar Michael Stipe ile birlikte şarkı yazdılar ve onunla çalışmaktan ötürü duydukları mutluluğu sık sık dile getirdiler. Şimdi de Michael Stipe için son sözü Thom Yorke söylesin: “En sevdiğim şarkı sözü yazarıdır o. Bir duyguyu ele alıp, sonra bir adım geri çekilip her seferinde onu daha da güçlü hale getirebilmesine hayranım.”
Michael Stipe Edebiyatına Giriş – Ders 1: E-Bow the Letter
the bus ride, i went to write this, 4:00 a.m. this letter
fields of poppies, little pearls
all the boys and all the girls sweet-toothed each and every one a little scary
i said your name!
9. Roger Waters
“If i go insane, please don’t put your wires in my brain…”
Bir yok olma durumu, bir var olamama durumu, bir varken sönüp gitme durumu, bir yokken var sanma durumu… Roger Waters’ın kaleminin sürekli gidip geldiği konular bunlar… Var mıyım yok muyum, neredeyim, kimleyim, kime aitim, aklı selim miyim deli miyim? Babasını İkinci Dünya Savaşı’nda kaybetmiş, en yakın arkadaşı gözlerinin önünde solup gitmiş biri olarak, Pink Floyd konsept albümler yaparken Roger Waters da şarkı sözleriyle bizlere sürekli yeni yeni romanlar yazmış oldu. Modern hayat ve onun insan omuzlarına yükledikleri hep kafasına takmış olduğu sorunlardı. Yeri geldi çuvaldızı kendine batırdı… Wish You Were Here mesela: Herkes şarkının birebir Syd Barrett için yazıldığını düşünse de Roger Waters ayrıca soruyu kendine ve geri kalan diğer grup elemanlarına soruyordu. Syd Barrett artık orada fiziken yoktu ama orada olan kendileri aslında ne kadar oradaydılar? Kimse o anda ve orada değildi. Çünkü buna imkan yoktu. Aldous Huxley’nin Island romanında, anın içinde olması için ada halkına papağanlarca sürekli tekrarlanan “Dikkat çocuklar! Burada ve bu anda” mottosu gerçek dünyada karşılığını bulmuyordu. Huxley’nin yarattığı anın içinde olan insanların yaşadığı dünya da zaten bir ütopyaydı öyle değil mi?Bilmem anlatabildim mi? Anlatamadım mı? O zaman Roger Waters’ın da dediği gibi, “kafamın içinde biri var ama o ben değilim” belki…
Roger Waters Edebiyatına Giriş – Ders 1: Nobody Home
i’ve got a little black book with my poems in.
got a bag with a toothbrush and a comb in.
when i’m a good dog, they sometimes throw me a bone in…
10. Leonard Cohen
“the wars will be fought again, the holy dove will be caught again… bought and sold and bought again, the dove is never free…”
Elbette listenin sonuna bu işin en babasını koymak lazımdı. Daha çok yeni kaybettiğimiz ve içimizde acısı henüz çok taze olan Leonard Cohen’in şarkı sözlerinin her biri ayrı bir güzel ayrı bir özel. Aslında tam olarak onu nasıl tanımlamamız gerektiğinde bilmiyoruz: daha çok bir müzisyen mi yoksa bir yazar mı? Evet Nobel Edebiyat Ödülü’nü Bob Dylan aldı ama Leonard Cohen de en az onun kadar Nobelli bir yazar ve hatta kimilerine göre Bob Dylan’dan da öte… İlginç bir anekdot: Bir gün Leonard Cohen Bob Dylan’la sohbet ederken ortalama olarak bir şarkıyı ne kadar sürede yazdığını sorar, Bob Dylan da 15 dakika cevabını verir. Gerisini Leonard Cohen’den dinleyelim: “Neredeyse oturup ağlayacaktım. Çünkü benim bir şarkıyı yazmam en azından 2-3 ay sürüyor” (Örneğin Hallelujah’ı 4 sene de yazmış). Müzik kariyerine başlamadan önce memleketi Kanada’da zaten kitapları basılmış bir yazar olan Cohen, Andy Warhol’un Factory’sindeki en tuhaf ve Warhol’un ifadesiyle tanımlanamayan tek kişiydi. Sonra bir gün elinde gitarıyla sahneye çıktı ve herkes hayranlıkla şarkılarını dinlemeye başladı. İlk başlarda aşk, kadınlar ve doğa üzerine şarkılar yazan Leonard Cohen’in kalemi yıllar ilerledikçe daha sert, daha politik ve daha karamsar olmaya başladı. Ama her döneminde kelimelerin ustası olmayı bildi. Aramızdan ayrıldı ama şarkıları hala bizlerle birlikte. Kurt Cobain’in Pennyroyal Tea şarkısında söylediği gibi: “Give me a Leonard Cohen afterworld, so i can sigh eternally…”
Leonard Cohen Edebiyatına Giriş – Ders 1: Dance Met o the End of Love
https://www.youtube.com/watch?v=IEVow6kr5nI
Dance me to the children who are asking to be born
Dance me through the curtains that our kisses have outworn
Raise a tent of shelter now though every thread is torn
And dance me to the end of love…