Öykücü, şair, yazar, gazeteci, kısaca edebiyatın en efsanevi isimlerinden Sabahattin Ali’den bahsedeceğiz bugün size. Dilimiz döndüğünce yaşadıklarını ve yazdıklarını anlatacağız bilenler hatırlasın, bilmeyenler de “Sabahattin Ali kimdir?” sorusuna yanıt bulsun diye.
Leylim Ley
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye
Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna buna sormaya
Senden ayrı ne hal oldum gör beni
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni
Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni
Modern Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olan Sabahattin Ali kırk bir yıllık kısa ömründe üç roman, beş öykü, bir şiir kitabı yazmış ve yedi kitap çevirmiştir. Başta Markopaşa olmak üzere Malumpaşa, Alibaba, Tan, Zincirli Hürriyet gibi süreli yayınlarda çok sayıda düşünce yazısı kaleme alınmış; çevirileri Tercüme, Ulus, Varlık ve Yeni Anadolu’da yayımlanmıştır. “Kürk Mantolu Madonna” isimli romanı yazılmasının üstünden çok yıllar geçmesine karşın hâlâ “çok satan kitaplar” listelerinin başlarında yer almaktadır.
Çocuklar Gibi
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kâh el üstündeydim, kâh hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi
Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi
Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi
Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi
Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi
25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu. Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey’in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısıyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit’in çeşitli okullarında tamamladı. Edremit’e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmişti.
Dere
Niçin bu derenin suları kara,
Niçin böyle hırçın akıyor dere?..
Niçin deli gibi koşup kenara,
Billurdan kancalar takıyor dere?..
Arzun tutunmaksa eğer sahile,
Ey dere, bu coşkun gayret nafile!
Bu sahil ki savmış nice kafile
Seni tutar mı, ey suyu mor dere?..
Ağlama ey dere!.. Gürültüsüz ak..
Kader bu: Ne yapsan suyun akacak!
Çok zordur çırpınıp tutunamamak:
Fakat bir kere de bize sor dere!..
Ali’nin ilkokul dönemi Birinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçer. Bu dönemde Sabahattin Ali, babasının yönlendirmesiyle ilk yazma girişimlerine başlar. Sabahattin Ali’nin kendi anılarından aktardıklarına göre yazı yazma konusunda babasıyla olan girişimleri şu şekilde başlamıştır. “Babam pazarda gördüklerimi yazmamı isterdi. Bir kez yazıya şöyle başlamıştım: ‘Sabahın erken saatinde pederimin latif sesiyle uyandım. Babam öfkelenmiş ‘Haydi oradan yalancı kerata, sabahın köründe seni zorla yatağından kaldırıyorum. Babanın latif sesiymiş! Sesim sana latif gelir mi hiç! İçinden geldiği gibi yaz’ demişti.”
Dağlar
http://youtu.be/onvbIRitmGQ
Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
Şehirler bana bir tuzak,
İnsan sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.
Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.
Yârimi ellere verin;
Sevdamı yellere verin;
Elleri bana gönderin:
Benim meskenim dağlardır.
Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır.
İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu’na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okur, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun olur. Bir yıl kadar Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya gider, iki yıl orada eğitim alır. Yurda döndükten sonra çeşitli okullarda öğretmenlik yapar.
Koşma
Sevip sevip yâri ele kaptırmak
Kara bahtın bana eski işidir.
Ömrümdeki yıllar kadar yâr sevdim
Her biri bir başkasının eşidir.
Canlar verdim her birinin yoluna,
Hepsi girdi bir yiğidin koluna,
Bülbül bile kondu bir gül dalına,
Boşta gezen bizim gönül kuşudur.
Baktığım yok üzüntüye, sevince,
Feryat etmem yâr başından savınca,
Benim gibi sevmelidir sevince:
Ne göz görür, ne kulağım işitir.
Kara saçım dik başımda kar oldu,
Ak saçımla yâr sevmesi âr oldu,
Bana vuran eller değil, yâr oldu,
Bu dert benim dertlerimin başıdır.
Kimi âşık dileğine ulaşır,
Sevdiğiyle cümbüş eder, gülüşür,
Kimi benim gibi garip dolaşır,
Asıl âşık kâm almıyan kişidir.
Konya’da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanır (1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatar, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla yeniden özgürlüğüne kavuşur.
Bütün İnsanlara
Dillerde gezen adım:
“Bir seciyesiz, bir it”.
Nedense olamadım,
Sizin gibi bir yiğit…
Ne gaye taşıyorum,
Ne bir dağ aşıyorum;
Delice yaşıyorum,
Ne ihtiras, ne ümit…
Yuh… eğer hayat buysa,
Bu ahmakça uykuysa…
Bana kim sokulduysa
Hadi dedim, hadi git! ..
Bende çok şey var ama,
Akıl filan arama…
Ciddiyetle arama
Koydum dikenli bir çit.
Saçıma düşen aklar,
Ne bir macera saklar;
Çıkarmaz bu dudaklar,
Ne bir küfür ne tevhit…
Korkutmaz beni ölüm,
Bir şeytan kadar hürüm.
Süremez bende hüküm
Ne Allah, ne de Nahit…
Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara’ya giden Sabahattin Ali, Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurarak yeniden göreve alınmasını ister. Dönemin bakanı Hikmet Bayur’un “eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini” istemesi üzerine Varlık dergisinde “Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk’e bağlılığını göstermeye çalışır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’ne alınarak Ankara II. Ortaokul’da öğretmenlik yapmaya başlar.
Geçmiyor Günler
burda çiçekler açmıyor
kuşlar süzülüp uçmuyor
yıldızlar ışık saçmıyor
geçmiyor günler geçmiyor.
avluda volta vururum
kah düşünür otururum
türlü hayaller görürüm
geçmiyor günler geçmiyor.
dışarıda mevsim baharmış
gezip dolaşanlar varmış
günler su gibi akarmış
geçmiyor günler geçmiyor.
gönülde eski sevdalar
gözümde dereler bağlar
aynadan hayalin ağlar
geçmiyor günler geçmiyor.
yanımda yatan yabancı
her söz zehir gibi acı
bütün dertlerin en gücü
geçmiyor günler geçmiyor
Nazım Hikmet henüz genç bir edebiyatçı olan Sabahattin Ali üzerine ilk gözlemlerini şöyle aktarır ve bu satırlar bize Ali’nin politik yönelimi üzerine ipuçları verir: “Bir gün dergi idarehanesine kısa boylu, gözlüklü bir genç geldi. Almanca bildiğini, hikâyeler yazdığını ve isminin Sabahattin Ali olduğunu söyledi. Hikâyelerinden birini bıraktı çıktı. Bu hikâye orman sanayinde çalışan işçilerin hayatına aitti. Alman romantizminin tesiri altında yazılmış olmasına rağmen, konu ve muhteva bakımından Türk Edebiyatı’nda bir yenilik teşkil ediyordu. Genç adamın istidatlı bir yazar olduğu daha ilk satırlarından hissediliyordu.”
Kara Yazı
geçmedi yâre sözümüz
yollarda kaldı gözümüz
yere sürüldü yüzümüz
böyleymiş kara yazımız.
çiçekler açılmaz oldu
pınarlar içilmez oldu
yâr bize gülmez oldu
böyleymiş kara yazımız.
yalnız ona yâr demiştik
onda bir şey var demiştik
o bizi anlar demiştik
böyleymiş kara yazımız.
hey gönül gene bu gece
kederim geceden yüce
gel susalım beraberce
böyleymiş kara yazımız.
Nazım Hikmet gibi diğer edebiyat ustalarının gözünde de gelecek vaat eden bir gençtir Sabahattin Ali. Zekeriya Sertel, kişisel gözlemlerinde onun edebi yönelimi hakkında şunları söyler “…Matbaaya daima elinde bir kitapla gelirdi. O zaman en çok sevdiği adam, büyük Alman şairi Goethe ve Alman romancısı Thomas Mann’dı. Onların yapıtları elinden düşmezdi. Nazım Hikmet, bu gençte yeni ve büyük bir cevher görmüş, onu bir yandan kazanmaya, öte yandan da sanat hayatında yetiştirmeye başlamıştı.”
Ey Gönül
Ey gönül, kuşa benzerdin,
Kafesler sana dar gelir;
Bir yerde durmaz gezerdin,
Hapislik sana zor gelir.
Ey gönül, acayip huyun,
Boğazından geçmez tayın,
Acır testindeki suyun;
Aklına nazlı yâr gelir.
Gözlerin uzağa bakar,
Kimden ne beklediğin var?
Yâr semtinden gelen rüzgar
‘Seni unuttu! ‘ der gelir.
Bakmazsa senin yüzüne
Çok görme elin kızına;
Dışarda serbest gezene
Hapiste yatan hor gelir.
Ayağında gezen itler,
Başının üstünden atlar;
Hapise düşen yiğitler
Yâri dışarda kor gelir.
Sabahattin Ali, 16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenir, 1936’da askere gider, Eylül 1937’de ise kızı Filiz Ali dünyaya gelir. 1938’de Musiki Muallim Mektebi’nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlar. 1940 yılında tekrar askere alınır, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nda Almanca öğretmenliği yapmaya başlar. (1941-1945)
Ruhumun Dalgaları
Ruhumun dalgaları, koşup kabarmayınız.
Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak.
Kalbim bir kayadır ki nerdeyse yıkılacak,
Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız.
Dümdüz olsam diyorum, ve kumlu bir sahili
Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız.
Bilmediğim yeni bir masala başlasanız,
Çekilse kulağımdan hatıraların dili.
Ey eski günler artık bana yaklaşmayınız,
Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına.
Bütün bir hayat bile değmez bir göz yaşına,
Ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız.
Yazarın “İçimizdeki Şeytan” romanı o yıllarda milliyetçi kesimde büyük tepki toplar. Nihal Atsız’ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık Sabahattin Ali dava açar ve dava sırasında çok sıkıntı çeker. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamaz. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınır, İstanbul’a giderek gazetecilik yapmaya başlar. (1945)
Mapushane Türküsü
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma
Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatır, “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi”.
Hapishane Şarkısı
Göklerde kartal gibiydim.
Kanatlarımdan vuruldum;
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.
Yar olmadı bana devir,
Her günüm bir başka zehir;
Hapishanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım.
Coşkundum pınarlar gibi,
Sarhoştum rüzgarlar gibi;
İhtiyar çınarlar gibi
Bir gün içinde devrildim.
Ekmeğim bahtımdan katı,
Bahtım düşmanımdan kötü;
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum.
Kimseye soramadığım,
Doyunca saramadığım,
Görmesem duramadığım
Nazlı yarimden ayrıldım.
Sabahattin Ali, bir başka dava nedeni ile 1948’de Paşakapısı Cezaevi’nde üç ay yatar. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlar, işsiz kalıp, yazacak yer bulamayınca yurt dışına gidebilmek için pasaport almak ister, fakat alamaz. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan’a kaçmaya karar verir. Ancak para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından, 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde öldürülür.
İstek
Yanıyor beynimin kanı,
Bilmem nerelere gitsem?
İçime sığmayan canı
Hangi rüzgara eş etsem?
Akşam sular karardı mı
Bir dağa versem ardımı,
İçimi yakan derdimi
Sağır göklere anlatsam…
İçiliversem dem gibi,
Kırılıversem cam gibi,
Şamdanda yanan mum gibi,
Sabahı görmeden bitsem…
Bir yüce ormana dalıp
Ya bir dağ başına gelip,
Beni yaradanı bulup
Malını başına atsam…
Görünmez kollar boynumda,
Yarin hayali koynumda,
Sıcak bir kurşun beynimde,
Bir ağaç dibinde yatsam…
Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giyer; fakat birkaç hafta sonra çıkan aftan yararlanarak serbest kalır.
Melankoli
Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.
Anlayamam kederimi,
Bir ateş yakar derimi,
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlarda bunalır.
Ne kış, ne yazı isterim,
Ne bir dost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.
Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir…
Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli…
Beni sarar melankoli:
Kafamın içersi ölür.
“Benim meskenim dağlardır” dizelerinde başına gelecekleri sanki sezen ve 1 Aralık 1947’de Aliye Ali’ye gönderdiği mektupta “İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi. Hep genç kalacağım” der, Sabahattin Ali.
Kıyamadğım
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.
Başkalarına gülsem de,
Senden uzakta kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sanavurgunum.
Dağları aşınca başım,
Geri kaldı her yoldaşım,
Gerl sevgilim, gel kardaşım,
Ben gene sana vurgunum.
Gönlüm seninkine yardı,
Aynı şeyleri duyardı;
Ayaklarımız uyardı…
Ben gene sana vurgunum.
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen şiirleri ile edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırmış, roman ve öyküleri ile de zihinlere kazınmıştır.
Gecenin Kemanı
Yüzü parladı ayın,
Bir ses geldi uzaktan:
Hasta yorgun bir kadın
Şimdi çalıyor keman…
Eriyor, bükülüyor,
Ayın altında evler…
Kemandan dökülüyor,
Semailer, peşrevler…
Keman hırçın, mariz,
Asabını geriyor;
Dalgalan bir kaç iz,
Karanlıkta eriyor…
Bazen hazin bir beste,
Gönüllerde yanıyor;
Geceden deste deste
Nağmeler toplanıyor…
Sen ey karanlıklara
Hicran dağıtan kadın!
Git başka bir diyara!
Kalbimi parçaladın…
Yazarımız asıl ününü öykü ve romanlarıyla kazamıştır. Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırdığı konularını toplumsal eşitsizliklerden aldı. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirdi. Aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirdi. 1937’de yayınlanan “Kuyucaklı Yusuf” romanı, gerçekçi romanımızın en özgün örneklerinden biridir. Öykülerinde, tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlattı. İnsanın zavallılığını ve gücünü aynı sarsılmaz üslupla, zaman zaman masalsı ve destansı bir biçimde yansıtmayı başardı.
Kızkaçıran
Dağlar dik, çeşmeler kuru
Yarimin benzi çok sarı
Ölüm var, dönülmez geri
Yürü yağız atım yürü…
Dağlar geçilmiyor kardan
Aman yok candarmalardan
Ayrılamadım bu yardan
Yürü yağız atım yürü…
Yarim bu gece yoruldu
Kaçırdığıma darıldı
Bak daha sıkı sarıldı
Yürü yağız atım yürü…
Nasıl titriyor korkudan
Kaldırdım onu uykudan
Sesler geliyor doğudan
Yürü yağız atım yürü…
Peşime düştü takipler
Boynumu bekliyor ipler
Zeybekler seni ayıplar
Yürü yağız atım yürü…
Kızı Filiz Ali anlatıyor:
“Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları, yabancı ülkelerde beyaz saçlı, kısa boylu, tombulca adamları takip ettim, odur diye. Rüyalarıma girdi sık sık, hiç konuşmadan, gözlerini hafif kısarak, gülümseyerek baktı bana rüyalarımda, ben hep peşinden koşup onu yakalamak istedim ama hiç başaramadım. Babam için uzun yıllar hiç gözyaşı dökmedim, çünkü o ‘Filiz hiç üzülmesin’ demişti.”
Kurbağaya Mersiye
Sevgilim! Bak bu gece
Kırık kalbine, ince
Bir ok saplı kurbağa
Ölüvermiş gizlice…
Benzi aydan da sarı
Görmeden bak, ilk karı
Dudakları kitlendi
Suya düştü kitarı
Yıllarca vaklamıştı
Neler araklamıştı
Öteki şairlerden,
Aşkını saklamıştı
Boyundan büyük sazı
Mest etmişti bin kazı
Dayandı her kahra da
Çekemedi son nazı
Daha pek genç yaşında
Bin dert vardı başında
Kitarası kırıldı
Kendi mezar taşında
Çık onu ez sevgilim!
Üstünde gez sevgilim!
Ayağın kirlenirse
İşte bir bez sevgilim!
Devam ediyor Filiz Ali anlatmaya:
Madem “meskeni dağlardı” Sabahattin Ali’nin, biz de ona dağlarda bir işaret bırakacaktık. Çatağın yakınındaki düzlükte arkasını Istranca Ormanları’na dayamış koskoca bir kayanın üzerine gömdüğümüz mermer parçasına, ‘Başım dağ / Saçlarım kardır / Benim meskenim dağlardır’ diye yazdık. O günden beri artık babamı rüyamda görmüyorum ve inanıyorum ki artık ruhu huzura kavuştu ve dağlarda özgürce dolaşıp duruyor.