Rus edebiyatında olduğu kadar, zamanımızın fikir ve edebiyat sahasındaki realist görüşleriyle derin izler bırakanlardan biridir Lev Nikolayeviç Tolstoy. Biz de tüm zenginliğine rağmen neredeyse tüm ömrünü hayatı sorgulamakla geçiren Kont Tolstoy’un gizemlerle dolu 82 yıllık yaşamını listeledik.
Kont unvanı soylu ailesinden geliyordu
19. yüzyıl Rus edebiyatının önde gelen dramatik yazarlarından olan Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy, 28 Ağustos 1828’de Moskova’nın 150 km güneyinde, Tula eyaleti, Yasnaya Polyana kasabasında varlıklı ve asil bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı.
Kökleri 14. yüzyıla kadar giden ve birinci Petro zamanında sivrilmiş toprak zengini soylu bir aileye uzanıyordu. Babası bir kont, annesi ise prensesti. Babası Kont Nikolay İlyiç, aynı zamanda 1812 yılı Napolyon savaşlarına katılmış emekli bir yarbaydı. 26 Nisan 1831’de, henüz üç yaşındayken, annesinin ölümüyle öksüz kaldı. Annesinin ölümü ile 36 yaşlarındaki babası çocuklarına halalarını vasi tayin etti. Burada aldığı dinsel eğitim Tolstoy’u derinden etkiledi.
“O küçük bir Moliere”
Tolstoy, sekiz yaşına geldiğinde, babası artık onların ciddi bir eğitim alma zamanının geldiğini düşündü ve çiftlik hayatını bırakıp Moskova’ya taşındı. Moskova’daki bu yıllarda, Tolstoy’un başarılarını halası “Bu çocukta bir deha var. O küçük bir Moliere” diyerek ifade ediyordu.
Gün geçtikçe Tolstoy, kendi sahasında ilerliyordu. Henüz dokuz yaşındayken, 1837 yazında babası bir cinayete kurban gitti. Bir seyahat esnasında uşağı, yanındaki para için onu zehirledi. Babalarının ölümüyle, babaanneleri de fazla dayanamadı ve hayata gözlerini yumarak çocukları tamamen halalarına terk etmiş oldu. Bu olaydan sonra büyük çocuklar Nikola ve Serge, Moskova’da kalırken; Dimitri, Lev ve Maşa çiftliğe geri döndü.
Ölüm yine peşini bırakmadı
1840 yılına kadar çiftlikte kaldılar. 1841 yılı sonlarında ölen Aleksandra hala, onları Tatiana halaya bıraktı. Yeni vasi, onları kocasının yaşadığı Kazan şehrine götürdü. Eniştesinin davranışlarındaki kötü örnekler, Tolstoy üzerinde derin bir tesir bıraktı ve onun hayatına yeni bir yön verdi. Delikanlılık çağına henüz girmiş olan Tolstoy, şimdi Fransızca konuşan, kıyafetlerine aşırı derecede özen gösteren, uzun tırnaklı bir zamane züppesiydi.
İki üniversite bıraktıktan sonra kendini yetiştirdi
1843’te Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi’ne girdi, ama iyi bir öğrenci değildi. Kendisini tamamen eğlence, dans, içki ve kadına kaptırmış olarak geçen bir yılın ardından sınıfta kaldı ve okulu bıraktı. Kısa bir süre sonra, 1845’te daha kolay bulduğu Hukuk Fakültesi’ne geçti. 1847’de burayı da bıraktı. 19 yaşına gelen Tolstoy’a miras olarak düşenlerin arasında Yasnaya Polyana çiftliği de vardı.
İmtihanlı ve disiplinli okullarda yapamayacağını anladı ve 12 maddelik bir program hazırlayarak kendini yetiştirmeye karar verdi. “İnsan, ancak başkaları yararına fedakârca çalıştığı zaman mutlu olabilir” diyerek toprak işleriyle uğraşmak, köylülerin durumunu düzeltmek düşüncesiyle çiftliğe döndü. Bir süre burada çiftçilerin ve köylülerin hayat şartlarını düzeltmek için çalıştı; topraklarını yönetti, kendini yetiştirmeye devam etti. Daha sonra Moskova ve St. Petersburg’un hareketli ortamını tercih etti. 1847-1851 yılları arasında çiftlikte kaldı ve şu yanlışları sıraladı günlüğüne: Kararsızlık ya da güç eksikliği, kendi kendini aldatma, acelecilik, yersiz utanç, keyifsizlik, şaşkınlık, taklitçilik, döneklik, düşüncesizlik.
İlk kitabını cephede yazdı
1851’de, başıboşluktan kurtulmak amacıyla, ani bir kararla üç yıldır hiç ayrılmadığı çiftliği bırakarak Kafkasya’ya, subay olan ağabeyinin yanına gitti ve Ruslara karşı direnen Müslümanlarla savaşan ilk birliğe atandı. Burada gördüğü yoksul Kafkas halkının yaşantıları, gerçekçiliğinin esin kaynağı oldu.
Sert ve farklı iklimli Kafkaslar, zor tabiat şartları, kır ve dağ havasıyla Tolstoy’da büyük etkiler yarattı. Kırım Savaşı’na katılmasıyla birlikte dünya görüşü değişti, hayat deneyimi arttı. İlk yapıtı olan Destvo’yu (Çocukluk) burada, çarpışmalardan ve askerce eğlencelerden arta kalan zamanında yazdı. Hatıra defterindeki 3 Temmuz 1851 tarihli sayfada “Yarın büyük bir roman yazmaya başlayacağım” notundan, onun bu esere bu tarihlerde başladığı sanılıyor. Yitip gitmiş yaşantıları çok canlı, taze bir üslupla anlatan bu otobiyografik yapıt, dönemin en ünlü edebiyat dergisi olan ve Nikolay Nekrasov’un yönetiminde çıkan Sovremennik (Çağdaş) dergisinde “Çocukluğumun Tarihçesi” adı ve “L.N.”imzasıyla yayımlandı, hemen başarı kazandı.
Önceleri kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen bu hikâyeyi eleştirmenler çok iyi karşıladılar. Eserin Tolstoy’a ait olduğunu öğrenen Nekrasov, dönemin meşhur yazarlarının aldığı telif ücretlerinin ödeneceğini bildirdi Tolstoy’a. Böylece, henüz 23 yaşındayken yazdığı ilk eseriyle kendini tanıtan Tolstoy, usta yazarlar arasında yerini almıştı. Tolstoy, bu eserindeki kahramanlarını yaşadığı çevreden ve ailesinden aldı.
“Savaşın manzarası kan ve ölümdür”
Bu dönemde otobiyografik eserler olan “İlk Gençlik”, “Gençlik”, “Tipi”, “İki Süvari Subayı” ve “Toprak Ağası’nın Sabahı”nı yazdı. Kafkasya’da üç yıl kaldıktan sonra Sivastopol Savunması’na katıldı. 1854-55 arası Kırım Savaşı’nda topçu teğmeni olarak görev yaptı. Orada amirlerinin arzusu üzerine, “Savaş, mızraklı, trampetli bir bayram değildir. Manzarası kan ve ölümdür!” ifadelerine yer verdiği “Sivastopol Hikâyeleri” isimli meşhur eserini yazdı. Savaş sırasında gördüklerine daha fazla dayanamayıp ordudan ayrıldı ve St. Petersburg’a yerleşti. Burada, birini radikal demokrat N. Çernişevski’nin, öbürünü muhafazakâr liberal 1. Turgenyev’in temsil ettikleri iki edebi kampla da uzlaşamadı ve Yasnaya Polyana’ya döndü.
Eğitimin kişiye özel olması için çalıştı
1857’de Batı Avrupa’ya gitti; bir süre Almanya, Fransa ve İsviçre’de dolaştı. Bu gezi sırasında sosyete ve materyalizmin etkisinde kaldı. Bu dönem, eğitim kurumlarıyla ve özellikle de köylülerin eğitimsizlik sorunuyla ilgilenmeye başlamıştı. Öğrenimin her öğrencinin kişisel ilgi ve yönelimine göre uygulanması gerektiğini düşünüyordu.
Yasnaya Polyana’da serbest terbiyeye göre çalıştırdığı bir köy mektebi açtı. 1860’ta yine Almanya, Fransa ve Belçika’ya gitti. Proudhon’la tanışarak başta eğitim olmak üzere birçok konuda ilişkiye girdi. Bu ülkelerdeki eğitim kuram ve uygulamalarını daha ayrıntılı olarak inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batı’nın yapay ve maddeci uygarlığını, insanı bozan bir etken olarak görmeye ve geliştirdiği düşünceleri yaymak için bir pedagoji dergisi çıkarmaya başladı. Basit, anlaşılır ders kitapları yayımladı. Aynı dönemde ahlak felsefesi de biçimlenmekteydi. Batı’ya bu eleştirileri getirdiği bu dönemde kendisi de Batı’daki kumarhanelerde çok para yitirmişti.
Kumar borcuna karşı kitabını rehin bıraktı
Rusya’ya döndüğünde ülkede serflik kaldırılmıştı. O da kendi bölgesindeki eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek görevini üstlendi ve sulh hâkimliği yaptı. Çarın emirlerine rağmen eski durumu korumaya çalışan Tolstoy’un asillerle arası açıldı ve görevinden istifa etti. Moskova’ya dönüp tekrar kumara başladı. Hatta bir kumar masasında, borcuna karşılık daha bitirmediği “Kazaklar”ı rehin bıraktı. Giderek kendini, köylülere daha yakın görmeye başladı. Bu arada Turgenyev’le yaptığı bir tartışma sonucunda onu düelloya çağırdı, ama Turgenyev bu çağrıyı kabul etmedi.
Evlendikten sonra yeni bir hayata başladı
Tolstoy, 23 Eylül 1862’de Moskova’da eski dostlarından bir doktorun kızı olan Sofya Andreyevna Bers ile evlendi. Karısı kendisinden 16 yaş küçük, kültürlü bir kadındı. Evlendikten sonra, Tolstoy, kumarı, eğlence dünyasını ve eğitim etkinliklerini bıraktı. Aşırılıklardan uzak bir yaşam sürmeye başladı. Gençliğindeki içki, kumar ve çapkınlıklardan zevk alan Tolstoy, artık hayatına bir yön vermişti. Karısının üzerindeki etkisini “Hiç böyle âşık olacağımı düşünmemiştim. Ben bir deliyim, böyle devam ederse intihar edeceğim!” diye belirtmişti. İlk 15 yılı çok mutlu geçen bu evlilikten Tolstoy’un 13 çocuğu oldu.
Bazı ufak ruhsal sorunlar yaşadı
Çok karışık ve fırtınalı yıllardan sonra sakin bir döneme girdi. Bu dönemde Tolstoy, sakin bir aile erkeği ve hesaplı bir çiftçi olarak toprağını işletirken, bir yandan ona asıl ürününü kazandıracak olan büyük romanlarını yazıyordu. En güzel eserlerini bu devrede yazdı, daha sonra bazı ufak ruhsal sorunlar yaşadı. Rusya’daki mustarip halkın hüsranını bu zamanlarda daha çok anladı ve yazdı.
1863’te Savaş ve Barış’ı yazmaya başladı. 1864 yılı sonbaharında bir tavşan avında atıyla beraber yuvarlandı ve sağ kolu çıktı. Üç aydan fazla eli kalem tutamadı. Savaş ve Barış’ı baldızı Tanya’ya söyleyerek yazdırıyordu. Toprakla uğraştığı yaz ayları dışında bütün zamanını bu büyük eserinin kahramanlarını seçmek ve tahlil etmekle geçiriyordu. İlk bölümü 1865’te çıkan Savaş ve Barış’ı 1869’da tamamladı.
Ölümler, kendini arayış ve Anna Karenina
Savaş ve Barış’ın ardından yıldan yıla artacak olan ruhsal bir bunalıma daha girdi. Varlığın manasını anlama çabasıyla bir süre Optima Manastırı’na çekildi. İlahiyatçılarla sürdürdüğü tartışmaları sonucunda resmi Hıristiyanlık inancına duyduğu güvensizliğin yersiz olmadığını gördü. Yeni Ahit’in özüne bağlı kalarak kendini arayış serüvenini sürdürdü. 1873-1877 yılları arasında ikinci büyük romanı olan Anna Karenina’yı yazdı. Roman, büyük bir satış başarısı kazandı. Anna Karenina’yı bitirdikten sonra yine bir bunalıma girdi. 1873-1875 yılları arasında üç çocuğunu ve iki halasını kaybederek üzüntüden hasta düştü. Yine bu yıllarda defalarca intiharın eşiğinden döndü.
Hıristiyanlığı yadsımaya başladı
Sonraki fikir yazılarında Tolstoy’un rasyonalizmden mistisizme geçişi görülür. Aslında mistik bir ruh bütün eserlerinde göze çarpar. Bu inanış seneler geçtikçe arttı ve yazarı hayat denen bilinmezliği çözmeye sürükledi. Bu nedenle de eski ve yeni zaman filozoflarının bütün eserlerini inceledi. 1880’den sonra, Ortodoks Kilisesi’ni; Hıristiyanlıktaki ölümsüzlük düşüncesini ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir Hıristiyan anarşizmi geliştirmeye yöneldi. Mülkiyetin ‘zorla’ elde edildiğini düşündüğü için, özel mülkiyete de karşı çıkıyordu.
Kilise tarafında aforoz edildi
Düşüncelerini Kritika Dogmatiçeskogo Bogosaviya (Dogmatik Teolojinin Eleştirisi), Tak Çuto Je nam Delat? (O Halde Ne yapmalıyız?) ve Tsartsvo Bojiye Vnutri Vas (Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir) gibi kitaplarında açıkladı. Bu düşünceler, 1901’de onun Kilise tarafından aforoz edilmesine yol açtı. Bu dönemde yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü”, “Kreutzer Sonat”, “Hacı Murat” ve son büyük romanı sayılabilecek “Diriliş” gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten kiliseyi yadsıyışına işaret eder.
Yakasını bırakmayan ölüm yeniden karşısına çıktı
1891-1892 yılları arasında Rusya’da büyük bir kıtlık oldu ve bu kıtlığa bir de kolera salgını eklendi. Bu açlıkla mücadele günlerinde Tolstoy, karısına ve çocuklarına karşı büyük bir yakınlık duymuştu. Çünkü onlar da bütün varlıklarıyla bu mücadeleye katılmışlardı. En fazla kızlarını seven Tolstoy, özellikle 13. çocuğu Vanişka’ya çok düşkündü. Vanişka 1895’te, henüz 7 yaşındayken, kızamığa yakalandı ve öldü. Bu, Tolstoy’un hayatını yine altüst etti ve ona yine ölümü düşündürmeye başladı. Artık ölümden eskisi kadar korkmuyordu. Her olay onu manevi aleme biraz daha yaklaştırıyordu. Yaşı 73’ü bulmuştu. Ağır bir hastalığa yakalandı.
Doktorlar ümidi kestiğinde hayata tutundu
Ocak 1902’de hastalığı zatürreye, ardından da tifoya döndü. Doktorlar ondan ümidi kesmişti. Ama kuvvetli bünyesi bunlara karşı koydu. Aynı yılın temmuz ayında iyileşti ve Yasnaya Polyana’ya geri döndü.
Çar Nikola’ya ağır ithamlarda bulundu
1905’te Rus-Japon Savaşı başladığında, Tolstoy, savaş sebebiyle Çar Nikola’ya yüz binlerce adamı boş yere ölüme sürüklediği yolunda açık ithamlarda bulunuyordu. Tolstoy’un bu ikazlarına çar ve hükümeti aldırış etmediği halde, bütün Rusya onu haklı görüyordu. Memleketin her köşesinde siyasi tezahürat yapılmaya başladı. Hatta bu arada St. Petersburg’da çıkan en büyük Rus gazetesi Noviye Vremya’nın başyazarı Suvorin, şöyle yazıyordu: “İki Çarımız var: 2. Nikola ve Lev Tolstoy. Bunlardan hangisi daha kuvvetli? 2. Nikola, Tolstoy’a bir şey yapamıyor, onun tahtını sarsamıyor. Oysa Tolstoy, hem Nikola’nın hem de hanedanın tahtını yerinden oynatıyor.”
Ailesiyle arası açıldı
Son zamanlarında da, ilerleyen yaşına rağmen, hep yenilik ve değişiklik arayan bir çocuktan farksızdı. 82 yaşındayken ailesiyle aralarında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Tolstoy, kendi görüşleri doğrultusunda mülkünden vazgeçmek istiyordu, ama eşi ve yakınları buna karşı çıkıyordu. O, kendi toprağında köylü giysileri içinde çalışıyor, kendi ayakkabılarını kendisi yaparak olabildiğince başkalarının emeğini sömürmeden yaşamaya dikkat ediyordu. Bu bakış açısı farklılığı, konumunu korumaya çalışan ailesiyle arasının açılmasına neden oldu.
Bir mektup yazdı ve evini terk etti
22 Temmuz 1910’da, 3 şahit huzurunda yazdığı vasiyetname ile bütün eserlerini dert ortağı olan kızı Aleksandra’ya bıraktı. Evliliğinin ilk yıllarından sonra başlayan ve zaman zaman çekilmez bir hal alan aile geçimsizlikleri 1910’un 8 Kasım’ı 9’a bağlayan gecesinde bir fırtına halini aldı. Evi terk etmeye karar veren Tolstoy, gece saat 4 civarında karısına bir mektup yazdı ve bu mektubunda ona 48 senelik hizmetinden ve arkadaşlığından dolayı teşekkür ediyor ve kendisi hakkında kötü hislere kapılmamasını rica ediyordu. Mektubu yazdıktan sonra kızı Aleksandra’yı uykudan kaldırdı, eşyalarını topladı, arabasını hazırlattı. Yanına doktoru Duşan’ı aldı ve kimseye uyandırmamak için arabasını evin arkasındaki yollardan geçirerek Yasnaya Polyana’daki evinden çıkıp gitti.
Karısı intihara teşebbüs etti
Kozelsk istasyonundan trene bindi, üçüncü mevkide seyahat ediyordu. Optina’da trenden indi. Kardeşi Marya’yı rahibe olarak bulunduğu manastırda ziyaret etmek istiyordu. Köyde bir kulübe aradı, bulamadı. Burada uzun zaman gizli kalabilmesinin imkânsız olduğunu biliyordu. Daha şimdiden kaldığı otelin önünde sivil polisler dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Yasnaya Polyana’dan kendisini her tarafta arattıkları haberini aldı. Karısının, arkasından intihara teşebbüs etmiş olduğunu öğrendi.
Tolstoy, tam Odesa-İstanbul yolundan Bulgaristan’a geçmeye karar verdiği anda kızı Aleksandra arkasından yetişti. Hep beraber geriye dönmek üzere trene bindiklerinde istasyonlarda aldıkları gazeteler, Tolstoy’un kaçışını yazıyordu. Astapovo’ya geldiklerinde hasta olan Tolstoy, gar şefinin dairesinde Dr. Duşan tarafından ayırtılan iki odadan birine yatırıldı. Hastalanarak Astapovo’da trenden indiği bütün dünyada duyulmuştu. 15 Kasım’da zatürree olarak teşhis edilen bu hastalık iki ciğerini birden sarmış ve ağır ağır o cüsseyi, sağlam yapıyı çökertmeye başlamıştı.
Kiliseye geri alınmak istendi
Bütün dostları, karısı ve çocukları, Rusya’nın en büyük doktorları özel bir trenle Astapovo’ya geldi. Çar hükümeti, halk arasında çıkması muhtemel bir karışıklığa tedbir olarak, hastanın bulunduğu bölgeyi sıkı bir polis koruması altına aldı. Saint Sinot ise yaptığından pişman olmuş olarak Tolstoy’u kiliseye alma yollarını aramaya koyulmuştu. Ağırlaşan hastaya karısıyla konuşmak isteyip istemediği sorulduğunda adeta sayıklar gibi “Kaçmak… Kaçmak!” diye cevap verdi.
Tüm mirasını yoksullara bırakarak öldü
Günden güne ağırlaşan hastayı dışarıda çocukları ve karısı bekliyordu. 20 Kasımın erken saatlerinde Tolstoy dünyaya gözlerini yumdu. Ölüm haberi Rusya’ya ve bütün dünyaya yayıldı. Cenaze töreni 23 Kasım günü Yasnaya Polyana’da yapıldı. Hükümet, bütün taşıma araçlarına el koymuş, fiyatları da 10 katına çıkarmıştı. Bu yüzden Tolstoy’un cenaze törenine, çoğu civar köylerden olmak üzere, ancak dört-beş bin kişi katılabildi. Sağlığında kendi eliyle gösterdiği bir yere, çocukken Yasnaya Polyana’nın en çok sevdiği ve oynadığı gölgeli bir köşesine defnedildi. Bütün malvarlığını yoksullara dağıtan ve onlardan biri gibi yaşamayı seven Tolstoy, ardında onlarca ölümsüz eser bırakarak hayata gözlerini kapadı.