Ölüm yıl dönümünde usta şair ve yazarımızı analım istedik.
Gidişini anlatıyorum
Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için
Saçlarını, gözlerini, ellerini
Neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya
Her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak
Termometrede yükselen çizgi çizgi
Kim bilir nerelerde soğuyorsun
Senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen
İnsan insan bakan gözbebeklerin
Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta
Beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder
Ne gelirse onlardan gelir bana
Çalışma gücü yaşama direnci
Mutluluk gibi kazanılması zor
Mutluluk gibi yitirilmesi kolay
Bir açarsın ki mutluyum
Bir kaparsın her şey elimden gitmiş.
1911 yılında yedi çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak Kastamonu’nun Cide ilçesinde dünyaya geldi. Daha ortaokuldayken liseye devam edip üniversite okumak istemesine ve çalışkan olduğu için, öğretmenlerinin bu konuda onu desteklemesine rağmen babası vefat edince Kastamonu Muallim Mektebi’ne (Öğretmen Okulu) girdi.
İçimizden Biri
Eli değnek tutar tutmaz
Çoban oldu;
Sardılar sırtına bazlamayı
On altı yıl güne verdi karnını,
On altı yıl koyun güttü, kavalsız
İnsanlardan ağayı tanır,
Adını bilmez sorarsan,
Hayvanlardan Karabaş’ı
Günü yetti, bıyığı bitti,
Okundu künyesi,
Gitti, davulsuz zurnasız.
Öğretmen okulunu bitirdikten sonra bir müddet çeşitli illerde öğretmenlik yaptı, evlendi, askere gitti ve 1936 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ne girdi. Mezuniyetinden sonra Adapazarı’na atanan Ilgaz, verem hastalığına yakalanınca öğretmenlik yapamadan buradan ayrıldı ve tedavi için İstanbul Yakacık Sanatoryumu’na yattı.
Güvercinim uyur mu
“Güvercinim Uyur mu,
Çağırsam Uyanır mı?”
Sömürgen cami güvercinleri sizin olsun
O doyumsuz lapacı güvercinler
Kurşun buğusu güvercinleri severim ben
Kanat uçları çelik yeşili
Kuş dediğin Piyerlotisiz yaşamalı
Adaksız avlusuz şadırvansız
Buluttan süzmeli suyunu
Kuşçular çarşısında tüy dökmemeli
Benim güvercinim tunç gagalı
Kimlerin bakışı kardeşçedir
Kimlerin bakışı düşmanca
Kendisi hangi kavganın güvercinidir bilir
Tüneyip acımanın saçaklarına
Miskin sevilerle bitlenmez
Kanadından çok pençesine güvenir
Barış taklaları süzülmeler
Gagalarda zeytin dalı
Perendeler maviliklerde
Tüm gösteriler resimlerde kalmalı
Güvercin dediğin uyanık olmalı
Tüyler duman duman öfkeden
Yanıp tutuşmalı gözbebekleri
Sevgiden tıpır tıpır bir yürek
Özgürlüğünce dövüşken
II. Dünya Savaşı’nın sürdüğü günlerde İstanbul’dayken hem Karagümrük’te bir ortaokulda Türkçe öğretmenliği yapıyor hem de fakültede felsefe okuyordu. 1943 yılında çalıştığı ortaokulda bir öğretmenle kavga ettiği için Nişantaşı’nda bir başka okula sürüldü ve yaşadığı bu günleri “Karartma Geceleri” adlı kitabında anlattı.
Yaşıyoruz
Ben ölmedim…
Beni öldüremediler de;
Yaşıyorum, yaşıyorum işte,
At kıçında sinek gibi,
Töööbe, töbe!
Kapandı yüzümüze dergi kapakları,
Bir varmış bir yokmuş olduk sağlığımızda.
Şiir… O yosmanın boyuna.
Gazete… Gelene gidene başyazı.
Ara ki bulasın sayfalarda
Şair Rıfaz Ilgaz’ı.
Düştükse itibardan
Ölmedik ya, yaşıyoruz işte,
Yaşıyoruz dedik, yaşıyoruz be,
Heeeey, fincancı katırları!
Rıfat Ilgaz’ın adliyeler ve hapishaneyle tanışması 1944 yılında yayınladığı “Sınıf” kitabıyla başladı ve bir süre çeşitli yerlerde saklanan yazar nihayet Birinci Şube’ye teslim oldu ve altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Ancak yazarımız hapishaneden çıktığında hem öğrenciliğini hem de öğretmenliğini kaybetmişti. Hastalığı da oldukça ilerleyen Ilgaz, Heybeliada Sanatoryumu’na yattı. 1946 yılında öğretmenliğe kısa bir süreliğine dönse de 1947 yılında meslekten atıldı, bununla birlikte sanatoryumda tedavi hakkını da kaybetmiş oluyordu.
Türkçemiz
Annenden öğrendiğinle yetinme
Çocuğum,Türkçeni geliştir.
Dilimiz öylesine güzel ki
Durgun göllerimizce duru,
Akar sularımızca coşkulu…
Ne var ki çocuğum,
Güzellik de bakım ister
Önce türkülerimizi öğren,
Seni büyüten ninnilerimizi belle,
Gidenlere yakılan ağıtları…
Her sözün en güzeli Türkçemizde,
Diline takılanları ayıkla,
Yabancı sözcükleri at
Bak, devrim ne güzel
Barış ne güzel
Dayanışma, özgürlük…
Hele bağımsızlık
En güzeli sevgi
Sev Türkçeni çocuğum,
Dilini sevenleri sev
Rıfat Ilgaz artık bir yandan gazetecilik ve dergicilik yaparak bir yandan da şiirlerini yazarak devam ettiriyordu yaşamını. 1953 yılında bu defa da “Devam” kitabı toplatıldı ve yazar hakkında soruşturma açıldı. 27 Mayıs’tan hemen önce gönderilmesi planlanan sürgünden 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesiyle kurtuldu.
Uyusun da büyüsün
Tüketme nefesini maviş kızım,
Bildiğin Türkçe kıt gelir masallarıma.
Sözden sazdan anlamazsın,
Kuştan, yapraktan haberin yok.
Biz yaşlılar neler de bilmeyiz,
Hele sen belle dilimizi.
Biliriz de güzel güzel laf etmesini,
Çekiniriz konuşmaktan;
Yazmasını bilir, yazamayız,
Üzme beni yum gözlerini,
Uyutacak ninnilerim yok.
Türküler mi istersin benden,
Bağrıyanık memleket türküleri,
Ne arasın bizde o ses
Islıkla söylenir
Kaçak şarkılar mi istersin;
Bunlar size gelmez
Uykusunu kaçırır çocukların.
Sana hazır ninniler söylesem
Bahçeye kurdum desem salıncak,
İnanir mısın?
Ne bahçe var, ne de beşik…
Bir arabacık da mı istemezdi şu asfalt?
Yorganın, yatağın iğreti,
Doğdun doğalı, ne oyun gördün,
Ne oyuncak!
Uyu benim maviş kızım.
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan murada erecek,
Sökülecek Hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek!
Hababam Sınıfı, Rıfat Ilgaz’ın Dolmuş dergisinde yazmaya başladığı öykülerden bir bölümünü birleştirerek 1957 yılında kitaplaştırdığı eseridir. 1966’da oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı, ilk kez Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelendi. Aynı oyun 1969 yılında İstanbul Tiyatrosu’nda sahneye kondu. Bu arada, aynı zamanlarda yazarın Çatal Matal oyunu da Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahneleniyordu.
Leylaklarını Anlatıyorum
Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün
Onu saçlarından topladığın belli
Bir leylak bahçesisin karşımda
Böyle kucağında kalsa daha iyi
Bir vazoya bırakıp gidiyorsun
Sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
Önce renkleri gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak
Her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
Her kokladıkça dönüp geliyorsun
Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
Yaprak yaprak gelişiyorsun
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
Ölümsüz bir mevsim oluyorsun.
Rıfat Ilgaz yazılarını o zamanlar “Stepne” takma adı ile yazmaktaydı. Derginin adı, yolcu taşıyan araba anlamına gelen “Dolmuş” olduğu için, yedek lastik anlamına gelen “Stepne” sözcüğünü de bu nedenle kullanmıştı. Dergide olduğu gibi bir dönem kitaplarında da Stepne takma adını kullandı. Dergideki öykülerin ve kitabın yazarının Rıfat Ilgaz olduğu 6 Haziran 1957’de Dolmuş’ta yayımlanan “Hababam Sınıfı’nın Muharriri” başlıklı yazıda açıklandı.
Okutma Yerine
SINIF’ın ozanıyım mimli,
HABABAM SINIFI’nın yazarıyım ünlü.
Kim ne derse desin,
Çocuklar için yazdım hep.
Canım yansın diye
İşimden atarlar sık sık,
Acısını hep çocuklar çeker…
Kendi öz çocuklarım,
Benden önce.
Şunu demek istiyorum!
İki iş tuttum ömür boyu köklü.
Çocukları okutmaktı ilk işim,
İkincisi,
Yazdığımı çocuklara okutmak.
Ne gençlerden, ne çocuklardan
Bir yakınmam yok
Arap’ın dediği doğru:
“Çocuk mazbut…”
Memleketse görülüyor işte,
Güllük gülistanlık…
Ne var ki güllerin dikeni çok!
Sinema filmi olarak ilk denendiğinde sansüre takılan Hababam Sınıfı, Umur Bugay’ın senaryosuyla sansürden geçti ve Ertem Eğilmez’in yönetmenliğinde filme çekildi ve büyük beğeni aldı. Fakat yazar bu durumdan hoşnut değildi, çünkü ona göre, “sansürden geçmeyi başaran senaryo, eserin bütün toplumsal eleştirilerinden arıtılmış ve sadece eğlencelik bir komedi haline getirilmişti”, bu da yazarın hoşuna gitmemişti. Yazar bu duygularını şu sözleriyle dile getirdi:
“Onlar, Hababam Sınıfı’nın özüne saygı gösterilerek çevrilmiş filmler değildi. İçeriği bakımından, tezi bakımından aykırı. Ben eğitimi eleştiririm; kopyacılığı, ezberciliği… Senaryoyu yazanlar öğrenci velilerine başlıyorlar çıkışmaya… Hemen dava açtım.”
Hababam Sınıfı filminin bu başarısından sonra altı film daha yapıldı.
Uçurtma
Çocuklarımız neleri sevmiyorlar ki…
Uçurtmayı seviyorlar söz gelişi,
Bir havalandı mı uçurtmaları
Daha da güzelleşiyorlar.
Maviliklerde gözleri
Özgürlüğü yaşıyorlar
Uçurtmalarla birlikte.
Koparıp da iplerini hele
Bir kurtuldular mı ellerinden,
Öylesine seviniyorlar ki,
Gidiş o gidiş, bile bile…
Kızalım mı umursamayışlarına?
Kendi yaşamlarını izliyorlar boşlukta.
Onlar da birer uçurtma değil mi?
Bizim de ne süslü uçurtmalarımız vardı,
Alıp başlarını gitmediler mi?
Gözümüzden bile esirgerdik
Hangi birinin ipi kaldı elimizde?
1974’te emekli olan Rıfat Ilgaz, memleketi Cide’ye yerleşti. Ancak 12 Eylül döneminde burada sürekli tehdit edildi, rahatsız edildi. Örneğin, bir gün oturduğu evin karşısındaki binaya “Rıfat Ilgaz evden atılmadığı takdirde evin taranacağına” dair not asılmıştı.
Utancımı Anlatamıyorum
ölüm hiç özenilecek şey değil
sevgilim, ölümün güzeli yok
bir çirkin oluyor insan görme
sevmeyi, düşünmeyi unutuyor
ölecek misin; ya bir meydan da öl
ya da dağ başında kavgan için
böyle yatakta miskince ölme
önce ellerden başlıyor ölmek
hiç yarım kalmış bardak gördün mü
kitap gördün mü az önce okunmuş
görmedin değil mi, ben çok gördüm
bu yüzden ölemiyorum kolay kolay
hem ölmek de nereden aklıma geliyor
insanlar uzayda dolaşırken
bütün ilaçları içiyorum yarım kalmasın diye
bütün kitapları okuyup bitiriyorum
boyuna kuruyorum saatimi
getirdiğin portakalları yiyorum
sana beğendirmek zorundayım kendimi
bilmiyorsun, direnmek zorundayım
utanırım karşında ölmekten
yaşıyorum böylesi daha iyi
Yazar, Cide’de “Yıldız Karayel” romanını yazarken bir gece gözaltına alındı. Gözleri bağlanarak ve zincirlenerek merkeze kadar yürütülen yazarımız, Kastamonu’da mezbahadan bozma bir hapishaneye kondu. Doktor muayenesi isteyerek hastalığını kanıtlayınca jandarma tarafından Ballıdağ Sanatoryumu’na yatırıldı. Gözaltına alınmasının belirli bir nedeni bulunmadığı için genel sorgudan sonra serbest bırakıldı ve oğlu Aydın Ilgaz ile yaşamak üzere İstanbul’a yerleşti..
Son Şiirim
Elim eline değsin,
ısıtayım üşüdüyse,
Boşa gitmesin son sıcaklığım!
İstanbul’da öncelikli olarak şiir ve öykü yazmaya devam etti. Adına etkinlikler ve festivaller düzenlendi. Ömrünün son demlerinde devlet tarafından bir çeşit iade-i itibar olmak üzere kendisine Kültür Bakanlığı plaketi verildi. 2 Temmuz Sivas Madımak Oteli Olayları‘nda başta yakın dostu Asım Bezirci olmak üzere birçok kişinin katledildiği haberine çok üzülen Ilgaz, bundan 5 gün sonra, 7 Temmuz 1993’te evinde vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığında Asım Bezirci’nin yanına defnedildi.
Alişim
Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zileli’nin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
“İhmalden! ”
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu…
Hadi köyüne döndün diyelim,
Tek elle sabanı kavrasan bile
Sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin içyüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer…
Kim görecek kepenek altında eksiğini
Kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
Beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim,
Sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
Çifte kol ister saracak!
Rıfat Ilgaz ilk başlarda kişisel şiirler yazsa da, daha sonra bunların hiçbirini kitaplarına almadı. Ona göre bu şiirler “gözü kapalı yaşadığı yılların” ifadesiydi. Bir süre şiir tekniğine yeni bir soluk getirdiğine inandığı Nazım Hikmet ile çalıştı. Onun Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği şiirleri İbrahim Sabri mahlasıyla yayınlıyordu. Nazım da Ilgaz’dan umutla söz ediyordu:
“Gençlerin içinde çok beğendiğim şairler var, hepsinin ismini aklımda tutamıyorum, isimleri henüz yer etmedi, ama şiirlerini pek beğeniyorum. Şöyle aklımda kalanları, sıra tefriki yapmadan sayayım: Dinamo, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Orhan Kemal, Saffet Irgat vesaire…”
Kahveler Gazeteler
Kimini vurguncu yaptı 39 Harbi
Kimini karaborsacı
Laf olur diye dost çayı içmeyenler
Mahkemelik oldu rüşvet yüzünden
Gaz fişi, ekmek karnesi derken
Kimler karışmadı ki piyasaya
“Kimini sefil etti 39 harbi,
Kimini şair etti.”
Beni de gazete tiryakisi.
Dadandık kahvelere ajans yüzünden,
Bir bardak ıhlamur bedeline
Yeni nizamdan dem vuran yazılar okuduk
Düştuk eli kalem tutup da
Eli silah tutmayanların peşine,
Cenk meydanlarını dolaştık,
Denizler geçtik dağlar aştık,
Gün oldu kırıldı kanadımız
Kaldık çöllerde.
Gün oldu Urallardan vurup
Ulaşmak istedik Kızılelma’ya
Yürüdük şehir şehir,
Bir de ne görelim
Arpa boyu yol gitmişiz!
Düşenin dostu mu olur,
Zafer nerde, biz orda:
“Meserret”de kurtardık Sivastopol’u
“İkbal” de girdik Berlin’e
Atikali kahvesinde patladı
Atom bombası
Pes dediler, bir yaz akşamı
Şehzadebaşı’nda Japonlar,
Çektik zafer bayrağını kapıya!
Rıfat Ilgaz, II. Dünya Savaşı döneminde öğretmenlik yaparken hayatında ve çevresinde gördükleriyle toplumcu bir anlayışa yöneldi. Halktan biri olması ve halkın çektiklerini kendisinin de çekiyor olması onda, yaşadıklarını anlatma isteği ve ihtiyacı yarattı. Bu amaçla çıkardığı ilk şiir kitabı Yarenlik’te (1943) çevresindeki insan hayatını anlattı.
Kasabamız
Martıların düşürdüğü tohumdan
Filizlendiğine inandığım kasabamız
Yosun kokardı evleri
Çarşıları midye kokardı
Çekirdeği çölden gelen mescitin
Boy attığına şaşardım
Bu deniz yüklü havada
Nedense gelişemedi bir türlü
En şirin yerine dikilen
İrili ufaklı mezar taşları
Belki de ölüler böyle istiyor.
Doğduğu ve yetiştiği kent olan Kastamonu’ya bağlılığını her fırsatta dile getiren Rıfat Ilgaz, Soyadı Kanunu’yla kendine çok sevdiği bu kentin en büyük simgesi olan Ilgaz Dağları’nın ismini soyadı olarak seçti (1934). Özellikle doğduğu Cide’nin kültürüne, insanına yapıtlarında yer verdi. Sarı Yazma, Yıldız Karayel, Halime Kaptan ve Karadenizin Kıyıcığında gibi romanlarında bu yöreyi tema olarak aldı.
Gül ile Gönlüm
Aşkın dergâhında kaynadım, taştım;
Beni bir deryâya saldı bu gönlüm!..
Âlem-i ervâhta bir sırra düştüm;
Ahdine vefâyı bildi bu gönlüm!..
Derdime tanıktır doğan, batan gün;
Ömrüme damladı, gül renkli hüzün!..
Hızır’dan, Musa’ya bir ilm-i ledün;
Kandıkça can buldu, doldu bu gönlüm!..
Bahtıma ışık mı, bu levh-ü kalem?..
Bir sonsuz huzur mu bunca dert, elem?..
Şu küçük tohumda, binlerce âlem;
İbretten, ibretler aldı bu gönlüm!..
Mesih nefesinde göze nûr doldu;
Süleyman, aşk ile gökleri buldu!..
Ateş, güle döndü gülistân oldu!..
Gül ile boyandı, oldu bu gönlüm!..
Yükümde, sonsuza yüklü günüm var;
Umudum, çilede nazlı bir bahar!..
Beni böyle sardı bu ince efkâr;
Bir özge menzile, daldı bu gönlüm!..
Acıya ‘can’ dedim, aşka dayandım;
Secdede tutuştum, duâda yandım!..
Ashâb-ı Kehf gibi tevhîde kandım;
Zamanın elinde kaldı bu gönlüm!..
Rıfat Ilgaz, 1940’lı ve 50’li yıllarda yoğun bir şekilde dergicilikle uğraştı. Bu dönemde özellikle Sabahattin Ali ve Aziz Nesin‘le birlikte çıkardıkları Marko Paşa adlı dergi, Türk siyasi edebiyat tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Mizah yoluyla ülkedeki gidişatı eleştiren yazılara yer veren dergi, kısa sürede büyük ilgi topladı ve iyi bir satış seviyesine ulaştı; ancak dergi, çıkan yazılar nedeniyle sürekli kapatılıyordu ve kapatıldıkça Hür Marko Paşa, Yedi-Sekiz Paşa gibi başka isimlerle tekrar çıkıyordu. Hatta bu dergilerin benzer isimlerle sahteleri dahi türemişti. Bu dönem Türk Edebiyatı’nda dergicilik dönemiydi ve benzer kadrolar sürekli olarak farklı dergilerde yazıyorlardı.
Çocuklarım
Sizi yoklama defterinden öğrenmedim
Haylaz çocuklarım
Sınıfın en devamsızını
Bir sinema dönüşü tanıdım
Koltuğunda satılmamış gazeteler
Dumanlı bir salonda
Kendime göre karşılarken akşamı
Nane şekeri uzattı en tembeliniz
Götürmek istedi küfesinde
Elimdeki ıspanak demetini
En dalgını sınıfın
Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
Palto ayakkabı yüzünden
Kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda
Kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder
Biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı
Tereyağındaki vitamini
Kalorisini taze yumurtanın
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta
Çevresini ölçtük dünyanın
Hesapladık yıldızların uzaklığını
Orta Asya’dan konuştuk
Laf kıtlığında
Birlikte neler düşünmedik
Burnumuzun dibindekini görmeden
Bulutlara mı karışmadık
Güz rüzgarlarında dökülmüş
Hasta yapraklara mı üzülmedik
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
Kendimizi unutarak
Öğretmenlik yıllarından kalma bir idealizmle özellikle yeni nesle yönelik çalışmaları tercih etti yazarımız. 1910’lardan bu yana Türkiye’nin tarihsel geçmişini bizzat yaşadığı için, onun anıları uzun bir tarihsel geçmişe ışık tutuyordu. O yüzden, onun için çocuk romanları yeni bir sürece hazırlık görevi gören unsurlardı. Bu yüzden yaşamının son dönemlerinde, özellikle anı ile çocuk edebiyatı türüne ağırlık verdi.
Ziyaret Günü Notları I
Bugün başlıyor asıl çilesi,
Namus yüzünden on beş yıl giyen
Beşiktaşlı Ragıp’ın,
Bugün tuttu Adana’nın yolunu
İki çocuklu karısı;
Seyhan Bar’a kontratlı gidiyor.
Kaşlar alındı, saçlar boyandı.
Roplar dikildi modaya uygun,
İki çocuk bırakıldı komşuya.
Nedir ki masrafı ikisinin,
Kazan kazan ver postaya,
Altına döndü Çukurova’da başaklar
Parmaklığa dayamış alnını Ragıp’ım
Bekliyor karısını orta koğuşta
Olandan bitenden habersiz.
Sevgili Rıfat ağabey,
Halkımın, yurdumun büyük acısı, büyük hüznü, sonsuz sevinci ve yıkılması imkânsız onurusun.
Büyük şair, büyük inanç adamı, büyük namus anıtı ve büyük ozansın.
Sana “Ağabey” diyebildiğim için mutluluk duyuyorum. Şunun şurasında bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile, kahrolarak verdik gitti… Alnımız ak, yüreğimiz pırıl pırıl…
Merhaba Sevgili ağabey…
Ziyaret Günü Notları II
Öğretmeni tanımadan
Öğrendi polisi, jandarmayı,
Koltuğunda babasının çamaşır paketi
Köylü sigarası, üç paket,
Bu da kendi armağanı.
Ayıplasalar da mahallede yeridir
Böyle taşınmasını cezaevine,
Parmak kadar çocuğun.
Komşuya düşer dedikodusu elbet
Kitap yüzünden yatanın:
Böylesi hiç geçer mi gazeteye
Yıl 1944
Babasına bakarsan oralı değil,
Varsın diyor, su yolunda kırılsın
Bizim su testisi!
Sevgili Ozan Kardeşim, Ahmed Arif!
Son kere Yeşilköy’den seslenmişin bana! Seni hep yeşillikler içinde düşünüyorum, anımsayınca…
“Bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile kahrolarak” verdin! Alnın ak, yüreğin pırıl pırıl… Benim eşsiz, değerli kardeşim, içli, özgün şairim! Hoşça kal, solmaz tükenmez yeşillikler içinde! Unutmadık, unutmayacağız seni, halkımızın yaşadığı sürece. Yapıtların, anıların belleklerimizden silinmeyecek!
Sevgili kardeşim, bekle yeşillikler içinde beni!
Rıfat Ilgaz