Ana sayfa » Tarih » Piero Manzoni: Dışkısını Konserve Kutularına Koyup Binlerce Dolara Satan Sanatçı
Piero Manzoni: Dışkısını Konserve Kutularına Koyup Binlerce Dolara Satan Sanatçı
1961’de bir sanatçının 90 kutuya “sanatçının dışkısı” yazıp satması, bugün hâlâ sanat dünyasında tartışılmaya devam ediyor. Peki bu efsane gerçek mi? Kutuların içinde gerçekten ne vardı?
Sanat dünyasında her dönem, sınırları zorlayan, insanların alışılmış güzellik anlayışının dışına çıkan ve hatta kimi zaman “Bu da sanat mı?” tartışmalarını alevlendiren işler ortaya çıktı. Ancak 20. yüzyılın ortalarında yapılan bir iş var ki tüm bu tartışmaların çok ötesine geçerek sanat tarihine hem bir provokasyon hem de bir dönüm noktası olarak kazındı. Piero Manzoni 1961 yılında ürettiği “Artist’s Shit” yani Sanatçının Dışkısı isimli çalışma bugün hafızalarda hâlâ tazeliğini koruyor. Duyunca bile yüzünü buruşturan, ilk etapta tamamen mizah, tiksinti ya da şok etkisi üzerinden okunabilecek bu iş, aslında modern sanatın en derin tartışmalarından birine ışık tutuyor.
Çünkü burada mesele gerçekten dışkı olup olmaması değil, “sanatın değeri” dediğimiz şeyin neye göre belirlendiği. Bir sanatçı, 30 gramlık 90 kutuya kendi dışkısını koyduğunu iddia ediyor ve onları altın fiyatından satışa sunuyor. Ama daha tuhafı şu: Bu kutular gerçekten alıcı buluyor. Üstelik zamanla değerleniyor, müzayede evlerinde astronomik rakamlara satılıyor. Peki bu sadece çılgınca bir satış hikâyesi mi, yoksa sanat dünyasına yapılmış zekice bir eleştiri mi? Kutular gerçekten dışkı mı içeriyor? Yoksa Manzoni herkesle çok büyük bir oyun mu oynadı? Tüm bu sorular, aradan 60 yıl geçmesine rağmen hâlâ tartışılıyor. Tam da bu yüzden Manzoni’nin hikâyesi hem eğlenceli hem düşündürücü hem de modern sanatın ruhunu anlamak için çok önemli.
Piero Manzoni, 1961 yılında modern sanatın belki de en radikal işlerinden birine imza attı
90 adet küçük teneke kutu hazırladı ve her birinin üzerine “Artist’s Shit – 30g – Mayıs 1961’de konserve edildi” yazdı. Bu etiket bile tek başına kışkırtıcıydı. Çünkü Manzoni, izleyiciyi sanatçının bedenini, üretimini ve sanatçı kimliğinin kutsallığını sorgulamaya zorluyordu. Bir sanatçı kendi dışkısını sanat olarak sunabilir mi? Sunarsa insanlar bunu satın alır mı? Bunu değerli yapan şey dışkının kendisi mi yoksa sanatçının imzası mı? Bu sorular o dönemden beri hâlâ geçerliliğini koruyor. Manzoni’nin amacı aslında tam olarak buydu: Sınırları yoklamak, sanat denen kavramın ne kadar geniş bir çerçevede okunabileceğini gösterme cesareti.
İşin ilginç tarafı, Manzoni bu kutuları dönemin altın fiyatına eşitleyerek satışa sundu
“Eğer sanatçı kutsalsa, dışkısı bile altın değerindedir” diyerek sanat piyasasının absürtlüğünü yüzlere çarptı. Ve şaşırtıcı biçimde bu kutular gerçekten satın alındı. Koleksiyonerler, müzeler ve sanat meraklıları bu işe büyük ilgi gösterdi. Hatta bazı kutular yıllar sonra müzayedelerde yüz binlerce dolara alıcı buldu. Bugün bile sanat dünyasında en çok konuşulan, en çok tartışılan ve en yüksek fiyatlara satılan kavramsal işlerden biri olmayı sürdürüyor. Bir anlamda Manzoni sadece bir sanat eseri üretmedi; aynı zamanda sanat piyasasının kendisini sergiledi.
Bu hikâyeyi efsane seviyesine çıkaran unsur, kutuların mühürlü olması. Yani kimse içlerini bilmiyor. Açmaya cesaret eden neredeyse yok; çünkü kutunun açılması, değerinin tamamen yok olması anlamına geliyor
Bu yüzden içerik hâlâ bir sır. Kimileri içlerinde dışkı olduğuna inanıyor. Kimileri ise alçı, alüminyum tozu veya tamamen başka bir malzeme olduğunu düşünüyor. Yıllar içinde açıldığı iddia edilen birkaç kutunun “alçı” içerdiği söylentileri bile çıktı, ama hiçbiri kesinlik kazanmadı. Bu belirsizlik, Manzoni’nin eserini daha da güçlü kılıyor. Çünkü sanatın değerinin nesnenin kendisinde değil, yarattığı tartışmada olduğunu kanıtlıyor.
Sanatçının kariyerine baktığımızda, bunun tek bir provokasyon olmadığını görüyoruz. Nefesini bir balona doldurup “sanatçı nefesi” diye sunması, boş yüzeyleri iş olarak sergilemesi, kendini “yaşayan heykel” ilan etmesi… Peki tüm bunları yaparken aslında sistemi mi eleştiriyordu?
Bunların hepsi sanatın kutsallaştırılmasına yönelik bir eleştiri niteliğindeydi. “Sanatçının Dışkısı” da bu zincirin en uç halkasıydı. Manzoni, toplumun değer sistemiyle dalga geçiyor, sanat piyasasının ironik yapısını gözler önüne seriyor ve “Sanatı değerli yapan nedir?” sorusunu doğrudan yüzümüze çarpıyordu.
Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen bu iş hâlâ güncelliğini koruyor. Çünkü Manzoni’nin yaptığı şey sadece bir kutuya dışkı koymak değil; değer, otorite ve algı üzerine düşünmeye zorlayan bir devrimdi. Sanat tarihçileri bu işi kavramsal sanatın dönüm noktalarından biri olarak kabul ediyor. Bugün bile pek çok modern sanatçı, fikir odaklı üretimin temelini Manzoni gibi öncülerden alıyor. Bir kutunun içinde ne olduğu bilinmediği hâlde hâlâ tartışılıyor olması bile eser başarısının bir göstergesi. Çünkü tartışma bitmediği sürece eser “yaşamaya” devam ediyor.
Peki bu Piero Manzoni imzalı kutular bugün nerede?
Bazıları müzelerde sergileniyor, bazıları özel koleksiyonlarda saklanıyor. Kimileri zamanla basınçtan şişmiş, kimileri yıllar içinde bozulmaya başlamış durumda. Ama hemen hepsi hâlâ açılmadan duruyor. Çünkü açıldığı anda büyü bozulacak, değer yok olacak. Bu da Manzoni’nin eserinin aslında fiziksel bir varlıktan çok bir fikir olduğunu kanıtlıyor: Kutunun içindeki değil, etrafında dönen tartışma önemli.
Manzoni’nin hikâyesi bize sanatın her zaman güzel, estetik ya da dekoratif olmak zorunda olmadığını hatırlatıyor
Bazen bir fikir, bir ironi, bir meydan okuma bile en güçlü eser olabilir. “Sanatçının Dışkısı” tam olarak böyle bir iş: Hem gerçek hem de belirsiz. Hem absürt hem de zekice. Hem tiksindirici hem de öğretici. Bir kutunun içindeki belirsizlik üzerinden bütün bir sanat anlayışını sorgulatan bu iş, bugün hâlâ dünyanın dört bir yanında konuşuluyorsa, Manzoni’nin başlattığı tartışma hâlâ canlı demektir.