Ana sayfa » Tarih » Güzel ve Çirkin Hikayesine İlham Veren Petrus Gonsalvus Kimdir?
Güzel ve Çirkin Hikayesine İlham Veren Petrus Gonsalvus Kimdir?
Hepimiz Güzel ve Çirkin'in hikayesini biliriz. Peki ya size, bu dokunaklı hikâyenin, 1500'lü yıllarda Fransa ve İtalya saraylarında nefes alıp vermiş, etten kemikten bir ailenin yaşam öyküsünden ilham aldığını söylesek?
Herkes Güzel ve Çirkin hikayesini bilir: Gururlu bir prens, kötü bir büyü, bir gül, konuşan eşyalar ve sonunda sevgiyle bozulmuş bir lanet… Fakat bu masalın kökleri Disney’in renkli dünyasından çok daha derinlerde, 1500’lerin Avrupa saraylarında atılmış olabilir. Tarihçiler, canavar karakterinin aslında gerçek bir kişiden Petrus Gonsalvus’tan ilham aldığını düşünüyor. Bu adam, doğuştan tuhaf bir genetik rahatsızlıkla dünyaya geldi, kıllarla kaplıydı ve vahşi adam olarak tanınıyordu. Ancak o, kaderine boyun eğmek yerine bir beyefendiye dönüştü, hatta aşkı bile buldu. Yani evet, gerçek Güzel ve Çirkin hikayesinin bir zamanlar Avrupa saraylarında yaşanmış olma ihtimali oldukça yüksek. İşte Petrus Gonsalvus ve Güzel ve Çirkin’e ilham veren hikayesi..
1537 yılında Kanarya Adaları, Tenerife’de doğan Petrus Gonsalvus’un hayatı, sıradan bir köylününkinden oldukça farklıydı
O, hipertrikoz adı verilen nadir bir genetik hastalığın taşıyıcısıydı. Bu durum, vücudunun neredeyse her yerinde uzun ve gür tüylerin çıkmasına neden oluyordu. O dönemde bilim bu tür durumları açıklayacak kadar ilerlememişti; bu yüzden insanlar Gonsalvus’a vahşi adam diyorlardı. Küçük yaşta yakalanıp demir bir kafese konuldu, egzotik bir yaratık olarak sergilenmeye başladı. 1547 yılında Fransa Kralı II. Henry’nin taç giyme törenine hediye olarak gönderildiğinde, kimse onun hayatının tarihe geçecek bir efsaneye dönüşeceğini tahmin etmiyordu.
Kral II. Henry, Petrus’u diğerlerinden farklı gördü. Onu bir ucube olarak değil, bir denek olarak değerlendirdi
Kralın amacı, vahşi bir adamın eğitilmesi halinde nasıl birine dönüşebileceğini görmekti. Petrus’a demir kafes yerine bir oda verdi, ona düzgün kıyafetler giydirdi ve eğitim almasını sağladı. Kısa sürede Latince, Fransızca ve İspanyolca öğrenen Gonsalvus, askeri stratejilerden edebiyata kadar geniş bir yelpazede bilgi sahibi oldu. Zamanla kraliyet sofrasına oturan, soylularla aynı seviyede konuşan bir beyefendiye dönüştü. Artık kimse onun vahşi olduğunu iddia edemiyordu, ama görünüşü hâlâ insanlar için büyüleyici bir gizemdi.
Kral II. Henry’nin ölümünden sonra tahtın kontrolünü alan dul kraliçe Catherine de Medici, Petrus’a farklı bir gözle bakmaya başladı
Bilimsel bir merakla, canavar bir kadınla evlenirse ne olacağını merak etti. Bunun için sarayda hizmet eden güzel bir genç kız olan Catherine’le Gonsalvus’u evlendirmeye karar verdi. İlginçtir ki çift, düğün günlerinde ilk kez birbirlerini gördü. Kraliçenin bu deneysel evliliği, masaldaki Güzel ve Çirkin’in ilk karşılaşmasına oldukça benziyordu. Fakat Catherine korkudan kaçmak yerine kocasını tanımaya çalıştı. Zamanla birbirlerine bağlandılar ve aralarında gerçek bir sevgi oluştu. Bu evlilikten yedi çocuk dünyaya geldi. Dört tanesi ise babalarının genetik rahatsızlığını taşıyordu.
Gonsalvus ailesi kısa sürede Avrupalı seçkinlerin merak konusu haline geldi
1500’lerin aristokrasisi için tüylü bir aileye sahip olmak bir çeşit prestij göstergesiydi. Aile üyelerinin portreleri Lavinia Fontana gibi ünlü ressamlar tarafından defalarca resmedildi. Resimlerde tıpkı diğer soylular gibi zarif kıyafetler içinde poz verdiler, tek fark, yüzlerinin ve ellerinin tüylerle kaplı olmasıydı. Bilim insanları da onlarla ilgilenmeye başladı.
Ünlü doğa tarihçisi Ulisse Aldrovandi, Petrus’un kızı Antoinetta’yı gözlemleyip eserlerinde onun çizimlerine yer verdi. Aile, Fransa’dan İtalya’ya, oradan da Parma Dükalığı’na uzanan bir hayat sürdü. Dük Ranuccio Farnese, bu sıra dışı aileyi himayesi altına aldı. Ne yazık ki çocukların bazıları, dönemin aristokratları arasında merak nesnesi olarak el değiştirdi. Yani adeta hediye edilen canlı koleksiyon parçalarına dönüştüler.
Gerçek Güzel ve Çirkin masalı buradan mı çıktı?
Petrus Gonsalvus ve Catherine’in hikayesi, birkaç nesil sonra yazıya dökülen Güzel ve Çirkin masalına şaşırtıcı biçimde benziyor. Fransız yazar Gabrielle Suzanne Barbot de Villeneuve’ün 1740 tarihli hikayesi, büyük olasılıkla bu efsaneden ilham aldı. Hikayede prens bir büyü sonucu çirkin bir yaratığa dönüşürken, gerçekte Petrus doğuştan farklı görünüyordu.
Fakat masaldaki gibi o da bir güzel tarafından gerçekten sevilmişti. Aradaki fark, hikayenin sihirden değil, gerçek bir insandan doğmuş olmasıydı. Canavar karakterinin sanatçılar tarafından tüylü olarak betimlenmesi, büyük olasılıkla Gonsalvus ailesinin resimlerinden etkilenmişti. Kısacası, peri masalındaki çirkinin görünüşünü belirleyen şey, Petrus’un portreleriydi.
Petrus Gonsalvus’un hikayesi büyülü bir lanetle başlamadı. Onu canavar yapan şey yalnızca genetik bir durumdu: Hipertrikoz
Bugün hâlâ dünyada yaklaşık 50 kişide rastlanan bu nadir hastalık, vücudun her yerinde olağandışı kıllanmayla kendini gösteriyor. Ambras sendromu olarak da bilinse de, aslında farklı bir tıbbi durum. Hipertrikoz, ne insanın kişiliğini değiştiriyor ne de onu bir yaratığa dönüştürüyor. Ama 1500’lerin Avrupa’sında, bilim ile batıl inanç arasındaki çizgi oldukça bulanıktı. Petrus’un farklı görünümü, onu yüzyıllar sonra bile konuşulan bir efsaneye dönüştürdü.
Petrus Gonsalvus, 1618 civarında hayatını kaybettiğinde arkasında sevgi dolu bir eş, yedi çocuk ve insanlık tarihine geçmiş bir hikaye bıraktı. Eşi Catherine, ondan birkaç yıl sonra, 1623’te öldü. Bugün elimizde kalan şey, onların portreleri ve adlarının çevresinde şekillenmiş bir masal.