Ana sayfa » Teknoloji - Bilim » Oumuamua: Güneş Sistemi’nin Dışından Geldiği Tespit Edilebilen İlk Yıldızlararası Nesne
Oumuamua: Güneş Sistemi’nin Dışından Geldiği Tespit Edilebilen İlk Yıldızlararası Nesne
Güneş Sistemi'mize misafir olan ilk yıldızlararası ziyaretçi Oumuamua, gizemiyle bilim dünyasını şaşkına çevirdi. Bu tuhaf cisim, uzayın derinliklerinden gelip giderken ardında çözülmeyi bekleyen büyük bir bilimsel bulmaca bıraktı…
Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz yıldızlar, gezegenler ve kuyruklu yıldızlar hep bizim mahallenin yani Güneş sisteminin sakinleri. Peki ya uzaklardan, farklı yıldız sistemlerinden bir ziyaretçi ile karşılaşırsak? İşte 2017 sonbaharında tam da bu oldu. Gökbilimciler, derin uzaydan gelen ve Güneş’imizin yakınından geçip giden ilk yıldızlararası nesneyi tespit ettiler. Adını Hawaii dilinde uzaktan gelen ilk haberci anlamına gelen Oumuamua koydular. Bu sıra dışı ziyaretçi, beraberinde büyük bir merak ve bir dizi gizem getirdi. Gelin, bu tuhaf misafirin sırlarına birlikte göz atalım.
Oumuamua nedir?
19 Ekim 2017’de Hawaii’deki Pan-STARRS teleskobu, gökyüzünü tararken sıra dışı bir şey fark etti. Bu cisim, Güneş Sistemi’mizdeki her şeyden farklı bir yörünge izliyordu. Hemen hesaplamalar başladı ve sonuç şaşırtıcıydı: Bu nesne, Güneş Sistemi’mizin dışından, yıldızlararası uzaydan geliyordu! Resmi adı 1I/2017 U1 (‘Oumuamua) konuldu. Burada “1I”, onun keşfedilen ilk yıldızlararası nesne (1st Interstellar) olduğunu simgeliyor.
Gökbilimciler on yıllardır böyle ziyaretçilerin var olması gerektiğini düşünüyordu. NASA’nın o dönemki bilim direktörü Thomas Zurbuchen, bu keşfi “uzun süredir beklenen bir doğrulama” olarak nitelendirdi. Oumuamua, farklı bir yıldızın yörüngesinde oluşan ve bir şekilde oradan koparak tam olarak bize kadar yol aldı. Onu ilk gördüğümüzde, Güneş’imizin etrafında dönmekte olan bir kuyruklu yıldıza benziyordu. Ancak çok geçmeden işlerin göründüğü gibi olmadığı anlaşılacaktı.
Oumuamua’nın en çok konuşulan özelliklerinden biri de şekliydi
İlk ışık ölçümleri, inanılmaz bir şeyi işaret ediyordu: Uzunluğu, genişliğinin neredeyse 10 katıydı! Yani devasa bir puro ya da bir pancake gibiydi. Bu, Güneş Sistemi’mizde gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyordu. Daha sonra yapılan dikkatli analizler, bu oranı biraz daha makul bir 6:6:1’e (bir nevi düzleşmiş bir gözleme) indirse de yine de şekli son derece alışılmadıktı.
Bir diğer tuhaf davranışı ise hızıydı. Oumuamua, Güneş’in yakınından geçtikten sonra, tam olarak beklenen yörüngesinden saparak, tıpkı bir roket gibi ekstra bir hızlanma yaşadı. Normalde bu tip bir ivmelenme, kuyruklu yıldızlarda görülür. Kuyruklu yıldızlar Güneş’e yaklaştıkça ısınır, yüzeylerindeki buzlar buharlaşır ve gaz-toz bulutu (kuyruk) oluşturarak bir itiş gücü kazanırlar. Ancak Oumuamua’da ne bir kuyruk vardı ne de buharlaşan su veya gazlara dair en ufak bir iz… Bu, gökbilimcileri oldukça şaşırttı. Görünmez bir motoru varmış gibi davranıyordu!
Oumuamua’nın kökeni hâlâ bir bilmece. Gökbilimciler, geldiği yörüngeyi takip ederek onun milyonlarca yıl önce hangi yıldız sisteminden yola çıkmış olabileceğini araştırdılar
Yapılan hesaplamalar, yaklaşık bir milyon yıl önce kırmızı cüce bir yıldız olan HIP 3757’nin yakınından geçtiğini gösterdi. Belki de evi orasıydı. Ancak bu kesin bir cevap değil. Oumuamua, galakside belki de milyarlarca yıldır sayısız yıldız sisteminin yakınından geçiyor veya başıboş dolaşıyordu. Kim bilir hangi uzak ve egzotik kökenlerden gelip, bizim sıradan Güneş Sistemi’mize uğramıştı? Onun yolculuğu, muhtemelen oldukça şiddetli bir olayla başlamıştı. Belki de kendi yıldız sisteminde, genç bir gezegenle çarpışması sonucu veya bir gaz devinin kütleçekimsel şutlamasıyla uzaya fırlatılmıştı. Bu, bize diğer gezegen sistemlerinin de bizimki gibi dinamik, kaotik ve şiddet dolu yerler olduğunu hatırlatan bir senaryo.
Bilim insanları ne diyor?
Oumuamua’nın sıra dışı ivmelenmesini açıklamak için bilim insanları birkaç hipotez geliştirdi. En çok kabul gören iki teori var: Arizona Eyalet Üniversitesi’nden araştırmacılar Alan Jackson ve Steve Desch, Oumuamua’nın büyük olasılıkla donmuş azottan oluşan bir parça olduğunu öne sürdüler. Plüton gibi bir cismin yüzeyinden bir çarpışma sonucu kopmuş olabileceğini düşünüyorlar. Güneş’e yaklaştığında, bu katı azot buzunun bir kısmı buharlaştı (süblimleşti) ve tıpkı bir kuyruklu yıldızın gaz çıkarması gibi, görünmez bir azot jeti onu hızlandırdı.
Diğer teori ise, Cornell ve Berkeley üniversitelerinden Darryl Seligman ve Jennifer Bergner ise daha farklı bir fikirle ortaya çıktı. Onlara göre Oumuamua, su buzundan oluşan sıradan bir kuyruklu yıldız çekirdeğiydi. Ancak milyarlarca yıl süren yıldızlararası yolculuğu sırasında, kozmik ışınlar bu buzun yapısını değiştirdi ve içinde hidrojen gazı hapsolmuş amorf buz oluşturdu. Güneş’in ısısı, bu buz yapısını değiştirerek hapsolmuş hidrojenin dışarı çıkmasına neden oldu. Bu hidrojen çıkışı, onu itti ve hiç toz içermediği için de görünür bir kuyruk oluşturmadı.
Harvard astronomu Avi Loeb, Oumuamua’nın doğal bir cisim olmak yerine, gelişmiş bir uygarlık tarafından gönderilmiş, inanılmaz derecede ince bir güneş yelkeni olabileceğini öne sürdü. Bu radikal fikir, medyada büyük yankı uyandırsa da, çoğu bilim insanı bunu desteklemiyor. Ana akım görüş, Oumuamua’nın tuhaf ama yine de doğal bir cisim olduğu yönünde. Sonuçta, doğa her zaman hayal gücümüzden daha yaratıcı.
Oumuamua şu an nerede?
Maalesef Oumuamua artık çok uzaklarda. Güneş Sistemi’mize girdi, Güneş’e yaklaştı, sonra da hiç durmadan yoluna devam etti. Şu anda Neptün’ün yörüngesinin çok ötesinde, Kuiper Kuşağı’ndan geçiyor ve Pegasus takımyıldızı yönünde saniyede yaklaşık 87 kilometre gibi muazzam bir hızla uzaklaşıyor. Artık onu gözlemleyemiyoruz, teleskoplarımız için çok sönük ve küçük bir nokta haline geldi. Ancak arkasında paha biçilmez bir bilimsel miras bıraktı. Oumuamua, bizim için bir ilkti. Başka yıldız sistemlerinin de gezegenler, asteroitler ve kuyruklu yıldızlar oluşturduğunun ve bu cisimlerin sistemler arası seyahat edebileceğinin canlı bir kanıtıydı.