Modern hayatın sıkıcılığını unutun! Ne akıllı telefon var, ne internet… Ama sıkılacak mıyız? Tabii ki hayır! Çünkü Orta Çağ insanları da eğlenceyi çok iyi biliyordu! Hayal edin: Şövalyeler düelloda kapışıyor, ozanlar meydanlarda şarkılar söylüyor, soylular av partilerinde tazılarını koşturuyor, panayırlarda çılgın eğlenceler dönüyor… Orta Çağ’da zaman geçirmek için sayısız seçenek var! Ama tabii ki bunların bazıları sadece soylulara özel, bazıları ise herkesin katılabileceği türden. Peki, bir Orta Çağ insanı günlerini nasıl geçirirdi? Hangi oyunları oynardı, hangi yemekleri yerdi, hangi festivallerde eğlenirdi? Eğer tarih kokan bir maceraya atılmaya hazırsan, Orta Çağ’da eğlenmenin yolları nelermiş keşfetmeye başlıyoruz!
1. Masa oyunları
Masa oyunları, Orta Çağ’ın en popüler eğlencelerinden biriydi! O dönemde herkes, ister soylu olsun ister köylü, arkadaşlarıyla veya rakipleriyle zekâsını yarıştırmaya bayılırdı. Bugün hâlâ severek oynadığımız satranç ve dama, işte o günlerin mirası!
Ama olay sadece bunlarla sınırlı değil! Modern tavlanın kökleri, Britanya’da “İrlanda” adı verilen eski bir oyuna dayanıyordu. Hatta bu oyun, Roma İmparatorluğu’na kadar uzanıyordu! Demek ki, o dönemin insanları da bizim gibi strateji oyunlarına meraklıydı.
Bir de Nine Men’s Morris ve Fox & Geese gibi pek bilinmeyen ama bir zamanlar oldukça popüler olan oyunlar vardı. Bunlar, tahtalar ve taşlarla oynanan zeka oyunlarıydı ve satranç kadar ciddi strateji gerektiriyordu.
Ama her şey masa başında bitmiyordu! Çocuklar ve gençler, knucklebones adı verilen bir oyun oynuyordu. Basit gibi görünen bu oyunda, kemik parçaları ya da küçük taşlar havaya atılır, düşmeden önce yere dizilmiş diğer taşları yakalamak ya da çevirmek gerekirdi. Yani Orta Çağ’ın kendine özgü bir “bilye” oyunu gibi düşünebilirsiniz!
Zar oyunları da çok popülerdi. Hatta “Tehlike” adı verilen bir zar oyunu, Chaucer’ın Canterbury Hikâyeleri’nde bile geçiyor! Ne kadar karmaşık olduğu tam bilinmiyor ama tek bir şey kesin: Kumar, Orta Çağ’da da vardı! Kimisi stratejiyle kazanıyordu, kimisi ise şansına güveniyordu.
Orta Çağ’da yemeklerin tatsız tuzsuz ve yetersiz olduğunu sanıyorsanız, büyük bir yanılgı içindesin! O dönemde insanlar gayet iyi besleniyordu ve özellikle soylular, yemek konusunda adeta gösteri yapıyordu.
Eğer zengin biriyseniz, mutfağınızda en nadir baharatlar, egzotik meyveler ve bolca et bulunurdu. Şölenler ve ziyafetler, sadece karın doyurmak için değil, aynı zamanda gücünü ve statünü göstermek için düzenlenirdi. Bu sofralarda kızarmış kuzu, baharatlı tavuk, baldan tatlılar, hatta bazen yabani kuşlar bile olurdu!
Peki, bir Orta Çağ sofrasında yemekler nasıl servis edilirdi? Eğer modern sofraları düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz! Günümüzde olduğu gibi çorba – ana yemek – tatlı sıralaması yoktu. Her şey aynı anda masaya gelirdi! Yani önünde hem çorba, hem et, hem de tatlı duruyor olabilirdi.
Ziyafetlerin olmazsa olmazı tabii ki eğlenceydi! Yemek yerken hokkabazlar, soytarılar ve müzisyenler misafirleri eğlendirirdi. Yani günümüzün lüks restoranlarındaki canlı müzik performanslarının atası da bu dönemde atılmış diyebiliriz!
Bu arada, günümüzün üç aşamalı yemek servisi, Rusya’dan çıkmıştır ve “service à la russe” olarak bilinir. Orta Çağ’da ise Ziryab adında bir Persli adam, İspanya’da yemekleri aşamalı servis etme fikrini ortaya atarak mutfak dünyasında devrim yaratmıştı. Ama o dönemde bu yöntem pek yaygın değildi.
3. Av partileri
Avcılık, Orta Çağ’ın en büyük tutkularından biriydi. Ama herkes avlanamazdı! Eğer bir köylüyseniz, avlanmak sadece karnınızı doyurmak içindi. Ancak soylular için bu, bir nevi statü göstergesiydi.
Orta Çağ’da av partileri oldukça gösterişli olurdu. Av için özel yetiştirilmiş tazılar, atlar, hatta bazen şahinler kullanılırdı. Evet, yanlış duymadınız! O dönemde şahincilik (şahinlerle avlanma), asilzadeler arasında inanılmaz popülerdi.
Ama işin ilginç yanı, herkesin aynı tür avları kullanamamasıydı! Avlanma kuralları oldukça katıydı. Örneğin:
Kral ve kraliçeler, altın kartallar ve büyük yırtıcı kuşlar besleyebilirdi.
Düşesler ve dükler, şahin kullanabilirdi.
Sıradan soylular, yalnızca daha küçük kuşlarla yetinmek zorundaydı. Yani, kuşun büyüklüğü bile sizin statünüzü belirliyordu!
Tabii ki, avcılığın daha klasik versiyonları da vardı. Tilki avı, İngiltere’nin en büyük geleneklerinden biriydi. Tazılar, tilkileri takip eder, avcılar da at üstünde bu heyecan dolu kovalamacayı sürdürürdü. Ancak bu avcılık şekli zamanla hayvan hakları savunucularının tepkisini çekti ve 2000’li yıllarda yasaklandı. Ama hâlâ yasa dışı yollarla devam ettiğini söylemek mümkün! Orta Çağ’da eğlenmenin yolları yazımıza devam ediyoruz.
Müzik ve dans, Orta Çağ kültürünün vazgeçilmez bir parçasıydı. O dönemde Spotify yoktu ama herkes şarkı söylemeyi çok seviyordu! Halk arasında dilden dile dolaşan geleneksel şarkılar, düğünlerde, festivallerde ve hatta günlük hayatın içinde söylenirdi. Öyle ki, sokakta yürürken birkaç kişinin bir ağızdan şarkı söylediğini duymak çok normaldi.
Ve tabii ki gezgin ozanlar! Ellerinde enstrümanlarıyla köy köy dolaşan bu sanatçılar, her gittikleri yerde yeni hikayeler anlatır, şarkılar söyler ve halkı eğlendirirdi. Bir nevi Orta Çağ’ın pop yıldızlarıydılar! Ayrıca tiyatro toplulukları da vardı. Bugünkü turne yapan tiyatro ekipleri gibi şehir şehir gezerek performans sergilerlerdi.
Sahnelenen oyunlar da oldukça çeşitliydi. Dini oyunlar genellikle İncil’i öğretmek amacıyla kilisenin desteğiyle oynanıyordu. Pandomimler, gizem oyunları ve ahlak oyunları ise daha eğlenceli ve öğretici temalara sahipti. İnsanlar bu oyunları izlemeye bayılıyordu çünkü günlük hayatın sıkıcılığından kaçmanın en güzel yolu buydu!
Hikâye anlatıcılığı da büyük bir kültürel mirastı. Orta Çağ’da Netflix yoktu ama herkes birer “yaşayan hikâye kitabı” gibiydi! Büyükler, çocuklarına ve ailelerine uydurdukları veya ezberledikleri hikâyeleri anlatır, böylece nesilden nesile aktarılan sözlü edebiyat gelenekleri oluşurdu.
5. Fuarlar, panayırlar ve çılgın festivaller
Panayırlar, Orta Çağ halkının en büyük eğlence kaynağıydı! Günlük hayatın sıkıcı temposunu kıran bu etkinlikler, hem ticaret hem de eğlence açısından büyük bir fırsattı. Başlangıçta Fransız kraliyet ailesi tarafından düzenlenen panayırlar, sonrasında kiliseler tarafından organize edilmeye başladı ve 7. yüzyıldan itibaren azizlerin bayram günlerine özel etkinlikler haline geldi.
Ama en büyük patlama 12. ve 13. yüzyıllarda yaşandı! O dönemde panayırlar, sadece tüccarların mal satıp alıcılarla buluştuğu bir yer değildi; tam anlamıyla bir festival alanıydı! Kimler gelirdi? Domuz satın almak isteyen köylüler, yün ve keten peşinde koşan orta sınıf tüccarlar, pahalı mücevherlere hayran olan soylular, yani herkesin kendine göre bir ilgisi vardı. Ama olay sadece alışverişle bitmiyordu! Sokak sanatçıları, gezici tiyatrocular, dansçılar ve müzisyenler panayırları tam bir şenlik alanına çeviriyordu.
Bunun dışında her ay farklı bir temada festival düzenlenirdi. Bazen bahar hasadı kutlanır, bazen ölüler onurlandırılır, bazen de tamamen eğlenmek için kutlamalar yapılırdı. Orta Çağ Avrupası tam bir festival kıtasıydı diyebiliriz!
Orta Çağ’da eğlenmenin yolları demişken spordan bahsetmemek olmaz. Orta Çağ’da eğlencenin bir diğer ayağı da spordu! Tabii ki o zamanlar futbol ligleri veya olimpiyatlar yoktu ama insanlar yine de kıyasıya rekabet içindeydi.
Soylular ve köylüler farklı sporlarla uğraşırdı:
Mızrak dövüşü ve zırhlı dövüş soyluların favori sporlarıydı. Okçuluk ve tenis ise herkesin oynadığı oyunlardı. İngiltere’de neredeyse her erkek okçuluk sporu yapardı. Aslında bir nevi zorunluydu çünkü savaş becerilerini geliştirmek için kullanılıyordu. Tenis ise bugünkü tenise benziyordu ama raket yerine eldivenle oynanıyordu. Alt sınıflarda ise futbol benzeri oyunlar oynanırdı. Bugünkü ragbiye benzeyen bu oyunlarda tüm köy dahil olurdu. Kural mı? Pek yoktu! Çılgınca bir mücadeleydi!