Işıklar içinde güzelce öldük. Ruh yükseldi. Yani umarız yükseliyordur. Bu dünyayı sürekli aynı açıdan gördük onca yıl, yeter. Yükselme olmuyorsa cidden hayal kırıklığı. Yıllarca hep yükselecek denmişti.
Böyle drone gibi ağır ama kararlı bir havalanma, yerdeki objelerin küçülmesi… Aynı anda yükselen diğer ruhlarla selamlaşma, hoş beş derken, nan! Şişt, naapıyorlar vücuda öyle ya. Olm bıraksanıza. Hâlâ hissediyor gibi oluyorum, ölüyorum, öldüm, ama…
Öldüm de daha içinde çıkalı şunun şurasında ne oldu. Böyle mi olacaktı? Bakınız tarihten bugüne ölü insan bedenine neler yapılmış, nasıl yapılmış, ölü bedenler ne hallere gelmiş.
Kendiliğinden mumyalanma
Adiposir, yani suda bekleyen kadavrada biriken yağlar ve bu bileşimin zamanla grimsi mum gibi bir maddeye dönüşmesi. Bu bileşen keşfedildiğinden beri bazı mumyalama metotlarında da kullanılmış. Cesedi kapalı ve nemli bir ortamda bekletmek vücut yağlarının zamanla bal mumu kıvamı almasını sağlıyor. Mum daha sonra katılaşarak ince kabuksu bir yapıya dönüşüyor.
Bu durumun en bilinen örneği “Soap Lady – Sabun Kadın” adı verilen resimdeki örnek. 1800’lü yılların ortalarında bir salgından ölen genç bir kadına ait bu beden kaldığı ortamdan dolayı kendiliğinden bu hâle gelmiş. Bugün Philadelphia Mütter Müzesinde sergileniyor.
Mısır’dan İngiltere’ye ölüm pazarı
Mumyalama yapıldığı devir açısından ölüyü koruma, saygı, sevgi olarak anlaşılsa da sonradan bu mumyaların başına gelenler pek de saygı sevgi içeren şeyler olmuyor. 1800’lerde Mısır’a hayli ilgi duyan İngilizler pek çok mumyayı satın alarak ülkelerine götürdüler. Böylece 2600 yıl önce Afrika’nın en güçlü ailelerine mensup olan kişiler (mumyalama genelde soylulara yapılırdı) bir kaç yüz sterline el değiştirip hiç bilmedikleri topraklara gittiler.
Böyle kalsa yine iyi. Batılı bu rahat durur mu. Çağ, tıbbın bilimin ilk büyük gelişimini gösterdiği çağ. Her bulunan madde mutlaka kurcalanıyor. Ceset çok önemli. Tıp öğrencileri için iyi durumda kadavra bulmak çok zor. Anotomi gelişmek istiyor ama kadavra bulanamadığı için aynı beden üzerinde günlerce çalışmak durumunda kalınıyor. Bu uğurda öğrencilerin sokakta yaşayan evsizlere, ya da hastalara yan gözle baktıkları, ölse de açıp incelesek dedikleri biliniyor. Hatta mezar hırsızları kimi öğrencilerle ortak çalışıyorlar. Gerçekten de o devirlerde mezar hırsızlığı neredeyse görmezden gelinecek bir vaka haline gelmiş.
Parasıyla mumyalanma
İşte böyle bir zamanda 2600 yaşında Mısırlardan kalkmış gelmiş bir mumyanın önemini varın siz düşünün. Dönemin önemli bilim adamlarından İtalyan Augustus Granville 1825 yılında “Irtyersenu – Evin Hanımı” adlı bu mumyayı inceliyor. Kadının sağ yumurtalığında bir kist görüyor. Tarihin otopsisi yapılan ilk mumyasının kanserden öldüğüne karar veriliyor. Irtyersenu’nun çilesi bitiyor mu hayır!
O devirde mutlaka bir yanlış yapmışlardır diyen bilim adamları 1994’de zavallı Irtyersenu’yu yeniden açıyorlar ve sağ yumurtalıktaki tümörün kanser yapıcı olmadığını, dolayısıyla firavun çevresinden gelen bu kadının kanserden ölmediğini kanıtlıyorlar. Yapılan sıtma testi de negatif çıkıyor. Bilim adamları, mumyanın kemik ve yumuşak doku örneklerinden yararlanarak akciğer ve uyluk kemiğinde vereme yol açan bir bakteri buluyorlar.
Böylece tapınak duvarındaki hiyerogliflerde “Irtyersenu – Evin Hanımı” olduğu belirtilen kadının kanserden değil veremden öldüğü sonucuna varılıyor. 2600 yıllık bu beden belki 50 yıl sonra yeniden açılacak ve gelişmiş görüntüleme teknolojileriyle birebir bir kaplamayla yeniden “Evin Hanımı” haline getirilecek. Irtyersenu’nun çilesi.
Sırf kıllığına yönetici tayfanın bedeniyle uğraşma
Henry’nin incelenen kafatası ve aslına uygun geliştirilen çizimi
Örneklerden görüldüğü üzere rahat bir uyku çekmek için muktedir olmak yetmiyor. Hatta yönetici sınıftansanız öldükten sonra çekeceğiniz var. Ölüp gittiniz, aklı evvelin teki çıkıp suikast dedi. Hadi aç tabutu, bedenden doku al, testlere maruz kal. İnanmasınlar. Bu sefer başkası açsın bedeni saçtan, dişten yeni örnek alsın, yine testler testler. Sağlıklıyken vermediğin örneği ölünce alırlar adamdan. Haa bu eğer şanslıysanızolacaklar. Yaşarken çok insanı gıcık etmiş bir liderseniz daha fena. Sırf zevkine otopsi isteyen kurum çıkar. Elek gibi yaparlar bedeni tövbeler olsun.
Bakınız Fransa Kralı IV. Henry’nin başına gelenler. Ya da başından geçenler demek daha doğru. Devrim sırasında bir fanatik tarafından bıçaklanan kral, Paris yakınındaki Saint Denis Bazilikası’na gömülmüş. Fransız Devrimi sırasında soyluların, özellikle de bu bazilikada gömülenlerin mezarlarının açılabileceği hükmü verilmiş. Zevkü sefa içinde yaşayan, kafalarına göre ülke yöneten yönetici kadroya duyulan nefreti düşünün.
Mezarı açan cumhuriyetçiler IV. Henry’nin başını kesmiş. Başından gelenler geçenler derken demek istediğimiz netleşmeye başlamıştır. Bitti mi? Noooğn! Devrimciler Henry’nin sakalı ve bıyığından parçalar keserek yüzlerine götürüp onun taklidini yapmışlar. Kralın kafası sonrasında yüzlerce yıl elden ele gezdi. 14 Mayıs 1610’da öldürülen kralın kafa en son 2008 yılında bir emeklinin evinde bulundu.
British Medical Journal’da yayınlanan araştırmaya göre “Olağanüstü garip seyahatlerin” ardından ve 4. Henry’e ait olduğu kesinleşen kafanın, gayet iyi durumda korunduğu ve hala saç ile sakalından izlere sahip bulunduğu belirtildi. Ne demiş ünlü Fransız varoluşçu Sartre: En ce temps il n’y a pas de Sultan, de dictature ne soit pas si confiant, il n’y a ni Şah ni Padişah. Bu devirde kimse sultan değil hükümdar değil, kadar güvenme hiç kendine kimse şah değil padişah değil…
Nekrofili
Tarih boyunca tabu olarak kalsa da farklı inanışlarda nekrofiliyle ilgili kayıtlar bulunuyor. Kimileri bu duruma dini kulplar takar, kimileri ölülerle cinsel birlikteliği obsesyon haline getirmiştir. M.Ö. 1. yüzyılda yaşayan Yunanlı etimolog ve şair İznikli Parthenius tarafından kaleme alınan ve günümüze kadar gelen eseri Erotica Pathemata’da Dimoetes’in nekrofilik hikayesi aktarılmaktadır. Aynı zamanda Mısır’da Tanrı Osiris ve eşi Isis’in hikayesinde de Isis’in Osiris’in parçalanmış bedenini bir araya getirmesinde nekrofili göndermesi yapılır. Dönem Mısır’ın da üst sınıftakilerin ölülerle birlikteliğine karşı tahnitçilerin önlemler aldığı bilinmektedir.
Günümüzden örnekler de var. Aralarında en ünlüsü Kaliforniya’da bir morgda çalışan Karen Greenlee’nin 40’a yakın ölünün bedeniyle yatması. Genç kadın mahkemede defin işlemine götürdüğü bir cenaze arabasını çaldığını dahi itiraf etmiş. İtirafları arasında burada yazmak istemediğimiz detaylar da var. 1996 tarihli Kissed adlı film bu tip bir olayın anlatıldığı bir kısa hikayeden uyarlandı.
Ceset sergileri
Ceset teşhirinin yapıldığı bir kaç ayrı sergi dünyayı geziyor. Ülkemizde de hayli ilgi gören bir tanesi gelmişti. Bu durumu eğitici bulanlar da var etik dışı bulanlar da. Etik kavramı dünyada için en çok boşaltılan ya da bir türlü tam oladak doldurulamayan bir kavram olduğu için ikinci görüşü es geçebiliriz. Zaten bu tip sergilere giren bedenlerin sahipleri yaşarken bu duruma izin vermiş oluyorlar. Bu durum suistimalleri tabii ki engellemiyor. Kadavra sergileri popüler olunca dünyadaki her popüler konunun peşinden çılgınca giden Çin bu işe de hızla el attı. Çin’de düzenlenen bir organizasyonda sergilenen kadavraların kaynağı hakkında soru işaretleri doğdu. Hükümet ölümden sonraki ticari sergilemelere yeni düzenlemeler getirdi.
Ölüm sonrası fotoğrafçılık: Postmortem
İnsanoğlu ölümden sonrasını bilmediği ve sonsuz bir merakla kestirmeye çalıştığı için tarih boyunca sevdiklerinin ardından türlü ritüeller peşinde koşmuş. Postmortem fotoğraf bunlar arasındaki en çarpıcı olanlarından. Daha önce bu listemizde örneklerini derlediğimiz postmortem – ölüm sonrası fotoğraf hadisesi gerçekten de tüyler ürpertici bir buluş.
Özellikle viktoryen dönemde popülerlik kazanan bu anma etkinliğinde ölü giydirilip makyajı yapıldıktan sonra aile bireyleriyle birlikte son bir poz için konumlandırılıyor. O devirde yeni yeni gelişmeye başlayan fotoğraf teknolojisi hayli pahalı olduğundan postmortem pozlar sadece üst sınıfın tercih ettiği bir anma şekli olmuş. bu fotoğrafçılık türü özellikle erken yaşta ölen çocuklar ve bebekler için sıkça uygulanmış. İnsanlar o devirlerde fotoğraf denilen bu yeni teknolojiyi ölülerinden ayrılırken son bir hatıra için kullanmayı gayet normal görmüşler.
Ölümden sonra doğum
Alın size dandik korku filmi konusu. Aslında iyi çekilse hayli prim yapar. Hadise ölüden sperm alarak çocuk sahibi olmak üzerine gelişiyor. Gerçek olaylardan yola çıkılmıştır da denilebilir çünkü bu durumun yaşanmış örnekleri var.
Sperm bankaları bağışlanan örneği 12 yıla kadar saklıyorlar. Bir kişi bağış yaptıktan sonra ölebilir ve spermi yeni bir hayat için kullanılabilir. Bu sıkça rastlanılan bir durum. Ama bu maddeye konu olan örnekler biraz daha az rastlanır cinsten. Henüz ölen bir bedenden sperm alınmasından bahsediyoruz. Teksas’dan gelen bir örnekte bir anne öldürülen oğlundan aldırdığı spermleri bağışlayarak anneanne olmuş. Kadına öylesine yoğun destek gelmiş ki yüzlerce kadın taşıyıcı anne olmak için müracaat etmiş.
Havaya uçan tabutlar
Beden öldükten sonra ortaya çıkan mikroorganizmalar etleri ve kemikleri yavaş yavaş sindirir. Ortaya çıkan gazlar tabut içinde sıkışma yaratır ve bazı durumlarda patlamalar meydana gelir. Gömülen tabutlar toprağın altında olduklarından bu tip durumlara çok rastlanmasa da özellikle müze ve mozelelerde gaz sıkışmasından ötürü meydana gelmiş patlamalara rastlamakta. Melbourne’deki bir kilise bodrumunda 2013 yılında bir patlama hayli korku yaratmış.
Kamuya açık kesim
Avrupa’da 1751 yılında uygulanmaya başlanan bir cinayet yasasına göre katil kişinin ölümünden sonra vücudu halk önünde kesilip biçilerek incelenebiliyordu. Hayli üzücü ve utanç verici olan bu eylem katil ve kurbanın yakınları arasında tartışmalar da çıkarmaktaydı.
Örneğin ölüm cezası almış katilin yakınları infaz gerçekleştirildiği anda cesedi almak için darağacına koşuyorlarmış. Cesedin halk önünde parçalanarak incelenmesinin önüne geçmek için girişilen bu çabaya kurbanın yakınları karşı çıkınca haliyle gerginlik çıkmaktaymış.
Katilin cesedinin teşhiri 3 kişinin önderliğinde gerçekleşmekteydi. Bunlardan ikisi doktor, üçüncü de doktorlara yardım etmek için orada bulunan bir kişi oluyordu. Teatral bir ortam yaratılıyor ve baş doktor önderliğinde kesim işlemi başlayarak, sırasıyla organların vücutta ayrılmaları ayrıntılı bir anlatımla sergileniyordu.
First Class’ta ceset var!
Acaba First Class mı uçuyorum yoksa öldüm mü?
Uçakta ölüm durumunu hiç düşündünüz mü? Oldu da yanınızda oturan yolcu kalp krizi geçirdi ve küt diye gitti. 10.000 metrede ne olacak?
Örneğin British Airways’de eskiden uçakta bir ölüm gerçekleşir ve yolcular duruma uyanmamışlarsa kabin görevlileri ölü kişinin elinin altına bir gazete sıkıştırıp, gözüne güneş gözlüğü takıyor ve önüne de votka tonik iliştiriyorlarmış. Böylece sızmış bir adam görüntüsü yaratarak durumu inişe kadar idare ediyorlarmış. Yeminle bu İngilizlerden her şey beklenir. Yapmayacakları cambazlık yok.
Günümüzde böyle bir uygulama sağlık sebeplerinden ötürü uygulanmıyor. Eğer kabinde özel bir bölüm ya da ceset torbası bulunmuyorsa, ölen kişi uçaktaki en uzakta bulunan boş koltuk grubuna taşınıyor. Bu koltuk da genellikle First Class oluyor. 2007 yılında 6 ay içinde British Airways’de bu tip 6 olay yaşandı. Hava yolu şirketi uçak tam dolu olduğu için ölü yolcuları First Class’a aldığını kabul ederek lüks uçuş yolcularından özür diledi. 9 saatlik Delhi yolculuğunda yaşanan bu olay personeli hayli sıkıntıya sokmuş olmalı. Birçok hava yolunda durum aynı. Singapur Airlines’da ise uçaklarda bu gibi durumlar için özel bir bölme bulunuyor.