Edebiyat sahasında, klasiklere baktığınız zaman belirgin ortak özellikler vardır: Eserin yazıldığı dönemdeki toplumsal atmosferin görülmesi, okuyucuya her okunduğunda yeni bir şeyler söylemesi gibi. Hatta meşhur İtalyan yazar Italo Calvino da “Klasikleri Niçin Okumalı?” adlı kitabında bu konuya değinir ve ‘’Klasikler, genelde insanların haklarında ‘Bu kitabı okuyorum…’ değil, ‘Bu kitabı yeniden okuyorum…’ dediği eserlerdir.’’ gibi açıklamalarıyla işi özetler. Biz de kışa giredurduğumuz şu zamanda, hem okunacak yeni eser arayanlar hem de klasiklere yeni başlayanlar için dünya klasiklerini güzelce bir listeleyelim dedik. Şayet bir okuma alışkanlığı kazanmak istiyorsanız ya da zaten böyle bir kültürünüz varsa klasik kitapları okumanın çok önemli olduğunu belirtmek gerekiyor.
1. Notre Dame’ın Kamburu (Victor Hugo)
Fransız edebiyatının en güçlü kalemlerinden Victor Hugo, eserleri ve yaşantısında toplumsal sorunlara eğilen bir yazardır. Politik geçmişi, sürgünü ve komüncülere desteğiyle bilinen, romantik akımının nadide yazarı Hugo’nun bu eseri ilkin 1831’de yayımlanmıştır. Ön planda kilisenin önüne bırakılarak kaderine terk edilen ‘’çirkin’’ bir bebeğin hayatı ve bir çingene kıza duyduğu aşkı anlatılırken, arka planda Fransa’daki krallığın çetrefilli, karanlık dünyası aktarılır. Yoksulluklara, bahtsız kör talihe oldu olası değinen Hugo, bu eseriyle dünya klasikleri arasına bir şaheser katmıştır.
2. Oblomov (Ivan Gonçarov)
30 yıl devlet memurluğunda görev yapan, dolayısıyla Rus halkını, memuriyetini, bürokrasiyi yakından tanıyan Gonçarov’un dünyaca ünlü eseridir. Aktarılan o ki, Oblomov yayımlandığında Rusya’daki her sosyokültürel kesimden insan bu başyapıtı okumuş, hayretler içerisinde kendisini esere kaptırmıştır. Bu başarının sebebi, eserin Rus toplumundaki bir dönüşümü şaşkına uğratacak biçimde anlatabilmesinden gelir. Roman kahramanı Oblomov, orta yaşlarında bir toprak sahibidir. Gerçekçilikten kopmuş bir vaziyette kendisini evine, yatağına kapatan, hatta çalışanlarının da aynı kayıtsızlıkta olduğu bu adam esasında iyi yüreklidir. Ancak tüm işlerini sürekli ertelemesi, yapılması gereken işlere karşı bahaneler uydurması gibi hususlar onun kayıp biri yapmıştır. Oblomov tipi, 19. yüzyılın Rus toprak ağalarının bir parodisi olmakla kalmamış, dilimize de tembellikle eşdeğer bir kavram olarak (Oblomovluk) girmiştir.
3. Madame Bovary (Gustave Flaubert)
Modern edebiyatın başat isimlerinden olan Fransız yazar Gustave Flaubert bu eserinde 19. yüzyıl Fransız kadınlarının yaşantısına yönlenir. 1800’lü yılların Fransa’sında bugün hala değiştirilmesi için mücadele verilen eril düzen hakimdir ve eserin kahramanı Madame Bovary önüne sunulanı boyun eğerek kabul etmeye niyetli değildir. Okuduğu romanlardaki tutkuya, maceraya, hevesle hayatı yaşama arzusuna meyleden madamın büyük hayalleri vardır. 1857’de ilk yayımlandığında büyük yankı uyandıran eser, kadın – erkek ilişkileri, cinsellik gibi temalara da yoğunlaşır.
4. Faust (Goethe)
Felsefe, edebiyat, bilim, siyaset ve türevi sahalarda yalnız Batı’nın değil, tüm dünyanın dehalarından biri olarak görülen Goethe, bu eserinde bir tür manevi yolculuğu işler. Ruhun hürriyete kavuşması için bencilliği terk etmemiz gerektiğini, tabiri caizse özgürlüğün ‘’ben’’i biraz bırakmaktan geçtiğini savlar. Tamamlamak için yaklaşık elli yılını verdiği bu eseri, şeytanla bir işbirliği/ iddiaya giren bir adamın öyküsünü anlatır. Üstelik bu adam yaşamın anlamı sorusu karşısında yolunu kaybeden, inançlarını tekrar sorgulayan bir adam olarak karşımıza çıkar. Yaşamını dolu bir şekilde yaşayamadığını düşünmesi üzerine, huzursuzluğundan kurtulduğu takdirde kendini şeytana satabileceğini söyleyen kahramanı şeytan da duymaktadır…
5. Gazap Üzümleri (John Steinbeck)
Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar John Steinbeck’in yazdığı hemen her eseriyle dünya klasikleri ağırlığına kavuştuğunu söyleyebiliriz. Ona Pulitzer’i kazandıran Gazap Üzümleri ise yazarın en büyük eseri olarak değerlendirilir. Tüm dünyayı etkisi altına alan 1929 Büyük Buhran döneminde tarımdaki sömürü, diğer krizler ve özellikle işçi sınıfının yaşadığı yoksulluk karşısındaki hayat mücadelesi eserin başlıca konularını içeriyor. 20. asrın en önemli tarihi dönemlerinden birine dair bir kesit sunduğu bu eser; yoksulluğun, hayal kırıklıklarının, tutunulan son dalların birer birer kırılmasının romanıdır. Bu nedenle de 20. yüzyılın en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilir.
6. Ölü Canlar (Gogol)
19. yüzyıl Rus klasiklerinin büyük bir edebiyat birikimi olduğu ve birçoğunun da dünya klasikleri arasına girdiğini biliyoruz. Bu açıdan Rus edebiyatı ayrı bir külliyat olarak da değerlendirilmelidir. Rus yazar Nikolay Gogol de bu büyük yapıya ‘’Ölü Canlar’’la tuğlasını taşımıştır. Romanda, zenginlik hayaliyle yanıp tutuşan Çiçikov karakteri kendisine ‘’Şark kurnazlığı’’ cinsinden bir yöntem bulmuştur: Kasabaları dolaşıp toprak sahiplerinin ölen kölelerini kağıt üzerinde satın almak ve böylece kendine ‘’itibar sahibi, saygın bir beyefendi’’ imajı çizmek. Bu anlamda büyük bir hiciv olan Ölü Canlar, dönem Rusya’sını anlatması bakımından da bir başyapıttır.
7. Karamazov Kardeşler (Dostoyevski)
Psikologların psikoloğu olarak da nitelendirilen, en büyük Rus yazarlarından Dostoyevski’nin Suç ve Ceza ile beraber en büyük diğer eseridir. Yaşamı da yapıtları gibi karman çorman, başlı başına sıkıntı ve dertlerle örülü olan Rus yazarın bu büyük romanında neler anlatıldığı tanıtım bülteninden alıntılarla destekleyelim: ‘’Dostoyevski’nin yaşam birikiminin tümünü ve sanat gücünün doruğunu içeren bu roman, gerçekte insanı insan yapan ne varsa, onlara adanmış bir destan niteliğini taşır. Yazar, hiçbir romanında ‘Karamazov Kardeşler’de olduğu denli insan ruhuna inmemiş, insanoğlunu bu denli kesitler biçiminde, içgüdülerinin ve istencinin tüm görünümüyle sergilenmiştir. Bir aileyi konu alan ve bir felaketler zinciri olarak gelişen olay örgüsü, bireysel öğelerin yanı sıra, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki Rus toplumunu da geçirdiği sarsıntıların tümüyle, dünya edebiyatında bir eşi daha bulunmayan bir sanat aynasından yansıtır.’’
8. İki Şehrin Hikayesi (Charles Dickens)
19. yüzyılın İngiliz yazarı Charles Dickens hakkında “Victoria döneminin en iyi romancısı” gibi nitelemeler yapılır. Yazar bu tarifin hakkını İki Şehrin Hikayesi ile fevkalade verebilecek bir kabiliyete sahiptir. Romana adını veren kentler Londra ve Paris olup Fransız Devrimi ekseninde anlatılır. Arka kapağındaki satırları da aktaralım: ‘’Hapsedildiği Bastille zindanından kurtarılan Doktor Manette ile iş işten geçmeden İngiltere’ye göndermiş olduğu kızının on sekiz yıl sonra buluşmaları ve Londra’da yeni bir yaşam kurmaları; sevgi, dostluk, özveriyle örülmüş bu yaşamın Paris’te gelişen devrim dalgasının haberleriyle gölgelenişi, iki şehri yansıtıyor okuyucuya. Paris’teki karanlık günlerin karşısında Londra’daki aydınlık ve dingin günler yer alıyor. Ancak her iki şehir de karanlığın içinde umudu, aydınlığın içinde hüznü taşıyor.”
9. Gurur ve Önyargı (Jane Austen)
“Aşk ve Gurur” ismiyle de çevrilen roman yayımlandığı günden bu yana bulunduğu üst konumu korumayı başarmıştır. Gelenek – görenekle aşkı seçmek arasında kalan kadınların yumuşak ve mizahi bir üslupla anlatıldığı Gurur ve Önyargı toplumsal cinsiyet platformuna dair bir okuma olarak da görülebilir. İngiliz yazar bu başyapıtıyla “görücü usulü evlilik” gibi bir içeriği de kendisine konu edinmiştir.
10. Anna Karenina (Tolstoy)
125 kadar yazarın “Zamanımıza dek yazılan en iyi roman” şeklinde değerlendirdiği Anna Karenina, 19. yüzyıl Rus toplumuna dair çok önemli kesitleri de beraberinde getirir. Çevresindeki herkesi zarafeti ve güzelliğiyle etkileyen Anna Karenina rutine bağlanan bir evliliğin mensubudur. Bu evlilikten kendisine kalan tek mutlu şeyse biricik oğludur. Bir vesileyle Moskova’ya yolu düşen Anna’nın burada tanıştığı bir kontsa, onun hayatını tamamen değiştirecektir. Evliliğin bir hapse dönüşme riski birçoğumuzun gözünden kaçan, hatta dillendirilmeyen bir gerçek olarak hala karşımızda durduğuna göre, Anna Karenina hepimizin okuması gereken dünya klasikleri arasındadır.
11. Yaşlı Adam ve Deniz (Ernest Hemingway)
Amerikan romancı, gazeteci ve yazar Ernest Hemingway’in en sevilen, okumayanların çokça merak ettiği ve dünya klasikleri arasına giren yapıtıdır. Filme de dönüştürülen eserin tanıtım yazısı içeriği oldukça güzel anlatıyor: ‘’Yaşlı bir Kübalı balıkçının açık denizde Gulf Stream’e kapılmış olarak dev bir kılıçbalığıyla olan can yakıcı mücadelesini son derece sade ve kuvvetli kelimelerle anlatır. Bu hikâyesiyle Hemingway, yenilgiye karşı cesaret, kayba karşı şahsi başarı temasını kendine has modern üslubuyla yeni baştan heykelleştirmiştir.’’
12. Vadideki Zambak (Honoré de Balzac)
Fransız yazar Honoré de Balzac’ın 1836’da ilk yayımlandığında büyük bir etki yaratmayan, büyüklüğü sonradan anlaşılan eseridir. Balzac, yazdığı en büyük romanlarından biri olarak görse de ilk başta beklenen ilgiyi görmeyen roman, zaman karşısında yazarını haklı çıkarmıştır. Büyük bir aşk romanı olan Vadideki Zambak arka planda çağının sosyokültürel koşullarını ve hassasiyetlerini anlatır.
13. Germinal (Emile Zola)
Eserlerinde toplumsal gerçeklikleri önceleyen ve dünya klasikleri arasına girmeyi başaran Fransız yazar Emile Zola’nın büyük yapıtı Germinal’den bir alıntı bırakalım: ‘’Yüzyıl sonunda, kan rengine bulaşmış bir akşam vaktinde, kesinlikle hepsini peşlerinden sürükleyecek bir isyanın kıpkırmızı görünümüydü bu. Evet, bir akşam vakti, dizginlerini koparan, gemi azıya alan halk, böyle dört nala koşacaktı yollarda. Burjuvaların kanını akıtacaktı dereler gibi, kesik başları gezdirecek, kırılan kasalardan dökülen altınları her tarafa saçacaktı. Kadınlar uluyacak, erkekler de ısırmak için kurt çenesini andıran çenelerini açacaklardı. Evet, gene paramparça giysileri, gene saboların yankılanan tıkırtıları, pislik içindeki bedenleri, kötü kokan nefesleri, dizginlenemeyen barbar taşkınlığıyla o öfkeli, dehşet verici kalabalık alt üst edecekti ortalığı.’’ 1860’lar Fransa’sında geçen eser greve başlayan ve uzlaşmayı değil, kendi taleplerinin karşılanmasını isteyen işçileri anlatır.
14. Ana (Maksim Gorki)
Toplumsal gerçekçiliğinin öncü Rus yazarlarından Maksim Gorki, Ana’da Rus işçilerinin hayatını ele alır. Romana adını veren ana; Pelageya adında, kocasından sürekli şiddet gören bir kadındır. Eşinin ölümünden sonra oğlu Pavel’le baş başa kalan kahraman ve bu ikilinin sosyalizmle tanışmalarına dair süreçler anlatılır. Tanıtımdan bir parça: ‘’Pavel, anasını sosyalizm ile ve ezilen işçi, köylü sınıfının burjuvalarla olan çatışmasıyla tanıştırır. Başta ürkek davranan Ana, bir süre sonra oğlunun yaşantısıyla içli dışlı olmaya başlar. 1905 devrimi patlak verir. Ana, toplulukta etkin bir üye olur. Oğlu ve onun bazı arkadaşları defalarca hapislere düşer. Ana da kentteki başka bir sosyalist genç olan Nikolay’ın evine yerleşir. Mahkemeye çıkan Pavel ve arkadaşları için sürgün hükmü verildikten sonra, Moskova’ya gidip Pavel’in mahkemede yaptığı savunma konuşmasını dağıtmak için hareket eder. Burada fark edilir ve oğlunun yolundan gittiği için öldürülür.’’
15. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Erich Maria Remarque)
20. yüzyıla dair başucu eserlerden biri olan yapıt Yaşar Kemal’in de ‘’mutlaka okunması gereken 5 kitap’’ listesindedir. Birinci Dünya Savaşı’nı konu alan büyük roman, Katolik bir okulun öğrencileriyken askere alınan bir grup genç arkadaşın öyküsünü anlatır. Tanıtımdan bir alıntı: ‘’Böylesi kitaplar büyük ustalıkla yazılır, dahası can pahasına yazılır. Savaşlar insanların ölüm fermanıdır, savaşlar üstünde yaşadığımız toprakların, doğamızın ölüm fermanıdır. Sanat, gerçek sanat savaşın, zulmün, şiddetin, tüketici oburluğunun, insanca olmayan her davranışın karşısındadır… Çünkü ne olursa olsun, her biçim sanatın birinci işi başkaldırıdır.”