Oksijenin Dünya’daki hayatın devamlılığı için kilit bir element olduğunu bu yazıyı okuyan herkesin kabul edeceğini düşünüyoruz. Aksi durumda sizi bir temiz hava almaya davet etmeliyiz. İnsanların yemeksiz günlerce ama susuz 2 günden fazla hayatta kalamadığı iddialarına da aşinasınızdır. Peki oksijensiz? Onu da cevaplayalım, oksijensiz kaldığımız 3. dakikadan itibaren vücuttaki biyolojik ölümler başlar. Oksijen Dünya’nın bize, bizim de Dünya’ya bir nimetimizdir. Bu kazan-kazan ilişkisinden en karlı çıkan bizler ise malesef bunun değerinin farkında değiliz.
Oksijenin besleyici bir element olduğunu da dillendirmiş olalım. Oksijen, vücudumuza aldığımız en önemli maddelerden birisidir. Çok büyük ihtimalle bu gözle hiç bakmamışızdır ancak, oksijen insan vücudunda gerçekleşen tüm kimyasal reaksiyonlarda kilit madde konumundadır.
Bu güzide elementin vücudumuzdaki etkileri ve faydaları bir yanda dursun, Dünya’mız için de önemi oldukça yüksek miktardadır. Oksijenin 5 saniyeliğine Dünya’dan yok olduğunda neler olabileceğini merak edenlerdenseniz buradan sonrası tam size göre. Afiyetler 🙂
1. Güneş’in altında yer alan herkesin vücudunda güneş yanıkları oluşurdu
O kısacık 5 saniyelik sürede, Güneş’in altında yer alan herkesin vücutlarının açıkta olan kısımları anında yanmış olurdu. Biraz bronzlaşma fena olmaz demeyin bayağı ağır dereceli yanıklardan bahsediyoruz. Bunun sebebi sürekli duyduğumuz ve aslında ne olduğu hakkında da tam bilgimizin olmadığı ozon tabakasıdır. Ozon’un (O3) hammaddesi oksijendir ve ozon tabakası Güneş’ten gelen ultraviole ışınlarının Dünya’mıza ulaşmasını engeller. Aynı zamanda ozon tabakasında yer alan ozon, Dünya’daki havanın temizlenmesinde de rol oynamaktadır. Ozonun yokluğunda çift kaşarlı tosttan farkımız kalmazdı.
2. Gökyüzü mavi rengini yitirip daha koyu bir renge sahip olurdu
Bunu açıklamak için öncelikle biraz Güneş’imizden bahsedelim. Yaygın kanının aksine Güneş sarı değil beyaz bir renge sahiptir. Yani şayet şahsen uzaya çıkabilseydik ve Güneş’e baksaydık gördüğümüz yıldız sarı değil, beyaz olurdu. Güneş’ten gelen beyaz ışığı prizmadan geçirip kırmayı ilkokuldan mutlaka hatırlarsınız. Işığın bu şekilde kırılmasını sağlayan prizmadan başka ve çok daha küçük boyutlarda bir çok madde vardır. Işığın bu şekilde kendi dalga boyundan daha küçük parçacıklar tarafından saçılmasına Rayleigh Saçılımı denir. Işığın bu şekilde kırılıp, farklı renklerde saçılması gökyüzünün mavi renge sahip olmasının da temel sebebidir. Güneş’ten gelen ışınlar atmosferimizde bulunan oksijenden saçılarak gökyüzünün açık mavi tonlarında bir renk almasına sebep olur. Güneş’in doğuşu ve batışı sırasında gökyüzünün (ve Güneş’in) kırmızı ve sarı tonlarında gözükmesinin sebebi de Güneş’ten gelen ışınların atmosferde daha fazla yol alıp daha fazla saçılmaya uğrayarak bize ulaşmasıdır. Şayet bu saçılmaya sebep olan oksijen orada olmasaydı, gökyüzü biraz daha az mavi ve daha koyu bir renge sahip olurdu.
3. Tüm içten yanmalı motorlar dururdu
Şimdi böyle söyleyince “banane durursa dursun” gibi tepkiler oluşmasına sebep olmuş olabiliriz. Ama iş öyle değil, uçaklar da dahil olmak üzere şu ara piyasada kullanılan motorların tümü içten yanmalıdır. Bu motorların çalışmaya devam edebilmeleri için ihtiyaç duydukları yakıtın motorun iç kısmında oksijen ile tepkimeye girerek yanması gerekir. Oksijenin olmadığı durumda ise tepkime gerçekleşmez ve motor durur. Motorların durması ise, basitçe yerde olan tüm uçakların ve arabaların hareket edememelerine sebep olurlar. Havadaki uçaklar ise bir süre daha havada kalmayı başarabilecek olsalar da, eninde sonunda yere çakılacaklardır.
4. İşlenmemiş metallerin tümü birbirine kaynaklanırdı
Doğada var olan metalleri de bunun içerisine dahil edebiliriz. Bu oldukça enteresan bir durum. Richard Feynman bu durumu şu şekilde açıklar: “Aynı türden iki atom yan yana geldiğinde, atomların kendilerinin kime ait olduğunu bilmelerinin imkanı yoktur.” Yani, şayet iki bakır plakayı yan yana getirip birbirine dokundurursak bu iki bakır plaka anında birbiriyle birleşirlerdi, çünkü bakırda bulunan atomlar kendilerinin hangi plakaya ait olduklarını bilmezlerdi. Buna soğuk kaynaklama denir ve vakumlu ortamlarda gerçekleştirilerek kullanılabilir. Ancak doğal ortamd a bunun gerçekleşmesini engelleyen şey metallerin yüzeylerinde oksijen sebebiyle oluşan oksitlenmedir. Bu oksitlenme sayesinde iki farklı metal plaka birbirine karışmaz.
5. İç kulaklarımız patlardı
Dünya’nın atmosferinde %21 (tam olarak %20.95 aslında) oranında oksijen bulunmaktadır. Geriye kalan %78 lik kısmı nitrojen ve %1’lik kısmı da diğer gazlar oluşturur. Bu gazlar atmosferde belirli bir basınç oluşturur. Şimdi bu kenarda dursun ve şunu hatırlayın, özellikle şehirlerarası ve uluslararası yolculuklarda kulaklarınızda bir tuhaflaşma olur ya hani. İşte o tuhaflaşmanın sebebi az evvel açıkladığımız havadaki basıncın değişmesidir. Fakat bu değişiklikler oldukça küçük miktarlarda olur. Buna rağmen oldukça rahatsız edici bir durumdur. Şimdi atmosferin %21’ini oluşturan oksijenin tamamen yok olduğunu hayal edin. Bu deniz seviyesinden 2000 metrelik yüksekliğe anında geçiş yapmanıza denktir ve bu şekilde gerçekleşen ani basınç değişiklikleri kulaklarımızın patlamasına ve duyma problemleri yaşamamıza sebep olurdu.
6. Çimento kullanılarak inşa edilen tüm yapılar anında toza dönerdi
Oksijen çimento kullanılarak yapılan binalarda oldukça önemli bir bağlayıcıdır. Aslında karbondioksittir. Ama karbondioksitin de içinde 2 adet oksijen atomu bulunduğundan ve oksijen olmadığında karbondioksitin dahi olamayacağından, bağlayıcının karbondioksit değil de oksijen olduğunu söylesek çok da büyük bir hataya düşmüş olmayız. Oksijen olmadığında ise tüm bu yapılar sabitliklerini sürdüremez ve anında toza dönerlerdi.
7. Vücudumuzdaki ve diğer tüm canlıların bedenlerindeki hücreler patlardı
Diğer canlılara bulaşmadan, insan vücudundan bahsedelim direkt. Tüm canlıların vücut ağırlıklarının üçte ikisi sudan oluşur. Su ise 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunun bir araya gelmesiyle oluşur. Şayet oksijen atomu yok olsaydı, sudaki hidrojen gaz haline dönüşür ve hacim kazanır, genişlerdi. Bu da hücrelerimizin tümünün ve dolayısıyla vücudumuzun şişip patlamasına sebep olurdu.
8. Okyanuslar (ve bilumum tüm sular) anında buharlaşır ve uzaya karışırlardı
Oksijenin yokluğunun sudaki hidrojenin gaz formuna geçmesine sebep olacağını ve hücrelerimizi patlatacağını söylemiştik. Bu patlamanın sebebi hücrelerin kapalı yapıda olması ve hacmi artan gazın hücre çeperlerini parçalayıp dışarı çıkma hevesidir. Suda bulunan ve oksijenden yoksun durumda gaz formuna geçen hidrojen bilinen en hafif gazdır ve hafif gazlar yükselirler. Dolayısıyla Dünya üzerinde bildiğimiz tüm sular ve su birikintileri anında yok olurlardı.
9. Yerdeki her şey düşmeye başlardı (!)
Yine oldukça enteresan bir sonuç. Oksijen Dünya’nın dış kabuğunda yaklaşık %45’lik bir yere sahiptir. Yani baya üzerinde durduğumuz şu kara parçasının %45’i oksijenden oluşuyor. Bu oksijen yok olduğunda ise üzerinde durduğumuz “şey”lerin üzerinde durduğu “şey” bir anda çok fazla azalırdı ve üzerinde durduğumuz “şey”ler serbest düşüşe geçerlerdi. Burada bahsettiğimiz şey yere düşmek değil, daha çok “yere düşmek” eyleminde bahsi geçen yerin ortadan kaybolması ve bizim kendimize düşecek başka bir yer bulmamız.