Nostalji zararsız bir uyuşturucu gibidir; bir akıl yanılsamasıdır. Geçmişi, tüm kötü-zor zamanlarını silerek en güzel, en eğlenceli anlarıyla hatırlamak; geçmişte kalmış kişilerin ve olayların yalnızca güzel yanlarını almak hayata katlanmak için aklımızın yaptığı akıllıca bir oyundur aslında. Gelin biz de oyunbozanlık yapmayalım ve her yılbaşı pek çoğumuzun güzelleme yaptığı o eski yılbaşıları, bu özel günle özdeşleştirdiğimiz nostaljik figürlerle analım.
Yeni bir yıla ramak kala hayata daha çok tutunmanızı, keyif almanızı sağlayacak nostalji tadında günler yaşamanız dileğiyle diyor, burnunuzun direğini sızlatırken dudağınızın kenarında tatlı bir tebessüm yaratacak “nerede o eski yılbaşılar” dedirtecek listemize geçiyoruz.
Yılbaşı gelir, çarşı pazar şenlenir
Yılbaşı yaklaşırken evlerde bambaşka bir telaş olurdu. En zengininden ortadireğine tüm aileler geniş bütçeli bir çarşı pazar alışverişi yapar, esnaf bayram eder; hiç girmeyen evlere bile et girerdi. Annemizin eli elimizde, o günkü alışverişin her zamankinden daha farklı olacağını bilerek çarşıya giderdik. Alınacaklar listesinin başında kuruyemiş, şekerleme-çikolata ve tatlı vardı. Bir çocuk daha ne isteyebilirdi ki! Bir de özenme midir zamanın ruhunu hissetmek için midir bilinmez, kasaptan, iç pilavıyla birlikte yılbaşı sofrasının assolisti olacak kocaman bir tüm tavuk da alınırdı. İstanbullular için Mısır Çarşısı, Tahtakale ve Küçükpazar hem yemeklik hem de hediyelik almak için en uygun adresti.
Bir çıldırtma aracı olarak kaynanadili
Mahmutpaşa-Tahtakale-Küçükpazar üçgeninde yalnızca yemeklik-hediyelik değil, yılbaşı süsü ve o geceye özel çeşit çeşit oyuncak satan pek çok dükkân vardı; halen var. Rengârenk ziller, mumlar, toplar, balonlar, şapkalar ve Noel Baba figürleriyle dolu bu dükkânların içinde Alice Harikalar Diyarı’na düşmüşçesine büyülenmiş bir şekilde dolaşırdık. Ama en sevdiğimiz oyuncak, büyükleri kızdırmayı sevdiğimizden midir bilinmez, kaynanadiliydi ki; tüm gece aile büyüklerini sağır etmek için başarıyla kullanırdık. Tabii yılbaşı gecesi bize kızamayacaklarını bilmenin verdiği rahatlık içinde…
Almanya’dan gelmiş gurbetçi tadındaki; zengin hala, teyze, amca veya dayı
Onları çoğunlukla bayramdan bayrama görürdük. Almanya’dan köyüne dönmüş Şener Şen gibi kucaklarında rengârenk paketler, ne kadar da zengin olduklarını gösterircesine hepimize yılbaşı hediyesi verirlerdi. Aslında bize hediye vermek çok da umurlarında değildi. Amaçları hazır tüm aile bir aradayken herkese hava atmaktı. Bırakın büyükleri, el kadar çocuk olarak biz bile farkındaydık bunun; ama kimin umurunda. Biz rüyamızda bile görmeyeceğimiz oyuncak robotlar, uzaktan kumandalı arabalar-trenler-helikopterlere bakardık. Eğer bu sonradan görme akraba bir de yurtdışında yaşıyorsa Türkiye’de dahi bulunmayan oyuncaklarımız olurdu. İşte o vakit hava atma sırası bizdeydi. Kime mi? Mahallenin çocuklarına tabii…
Yılbaşının alametifarikası: İstasyon Şefi Mesut
Şener Şen demişken “Milyarder” filmini anmadan geçmeyelim. Yılbaşı coşkusu gündüzden başlardı TV’lerde. Yurdum insanının balık hafızalı olduğunu çoktan çözmüş TV yöneticileri her sene temcit pilavı gibi döndürüp döndürüp piyango temalı bu filmi oynatırdı. İşin komik tarafı her yıl yayınlanan filmi, hepimiz her yıl sanki ilk kez izliyormuşçasına seyrederdik. Takvime hiç bakmamış olsanız dahi Milyarder’i ekranlarda gördünüz mü o günün yılbaşı olduğunu anlardınız. Perşembenin gelişi çarşambadan, yılbaşının gelişi ise sinema tarihimizin en iyi komedi-dram örneklerinden biri olan “Milyarder” filminden belli olurdu. Mesudiye Tren İstasyonu Şefi Mesut’un trajikomik hikâyesi, hepimizi daha gözümüzdeki yaş kurumamışken hem güldürür hem de hüzünlendirirdi.
Yüreğimizden namelerle süslü, allı-pullu, şarkılı-türkülü yılbaşı tebrik kartları
Yılbaşının yaklaştığının bir diğer alameti hemen her köşe başında, her meydanda sıra sıra açılan tebrik kartı stantlarıydı. Yeni yıla haftalar kala insanlar resim sergisi gezme edasıyla bu stantları gezer, sevdiklerine en güzel, en anlamlı, en gösterişli kartları almak için adeta birbiriyle yarışırdı. Onlarca kart alınırdı bu özel günde eşe dosta göndermek için. 80’li yılların sonlarına doğru ise açtığınız zaman “cingıl bels cingıl bels” diye iç gıcıklayıcı bir şekilde çın çın öten kartlar moda oldu. Pahalı ama pek afililerdi… Kartlar insanlara, yakınlık ve akrabalık derecelerine göre en gösterişlisinden sıradanına uzanan bir sıralamayla alınırdı. Üzerine ne yazsak, sanki hepsini yan yana konup karşılaştırılacakmış gibi nasıl tekrara düşmesek diye günlerce düşünür, şairlerden hallice haller yaşardık…
Soba, kestane ve kar: İşte yılbaşı!
Yılbaşı günü akrabalar, ailenin en büyüğünün evinde toplanırdı. Zil her çaldığında ailenin tüm çocukları kapıya koşar, gelenin elindeki paketlere bakıp içindekinin hayaliyle, tüm gün yüreğimiz pır pır dolaşırdık evin içinde. Sobalı evlerde daha bir sıcak geçerdi yılbaşılar. Herkes ısınmak için başına toplanır; soba, kestaneden patlamış mısıra pek çok lezzete ev sahipliği yapardı. Herkesin bir noktaya toplanmasından yararlanan çocuklar fırsat bu fırsat, büyüklerin sakladığı hediye paketlerini bulmak için bütün evi gizlice (!) alt üst ederdi. Hele bir de dışarıda kar yağıyorsa yılbaşı ambiyansı için gerekli her şey tamamdı.
Yılbaşında mesaj veren, işte benim Zeki Müren
http://www.youtube.com/watch?v=0K-Q_t5Ibr0
80’lerde yılbaşı, maaile TV karşısında geçerdi. Halit Kıvanç yeni yıla girilir girilmez, 80’lerin tek kanalı TRT’de, o duru, güzel Türkçesiyle, gecenin onur konuğu olan ve TV’ye ancak yılbaşından yılbaşına çıkan Zeki Müren’i anons ederdi. Müren, şimdinin değme spikerlerine taş çıkartacak o canım Türkçesiyle, yılbaşı mesajını söyler ardından tüm yıl hasretle beklediğimiz o güzelim şarkılarını seslendirirdi. Kimler yoktu ki kadrajda; Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Kayahan, Nilüfer, Selami Öztürk, Özdemir Erdoğan, Seyyal Taner ve daha niceleri… İleriki yıllarda, Zeki Müren’in artık TV’ye çıkmak istemediği dönemlerde yerini Bülent Ersoy alacaktı.
İki fenomen: Nesrin Topkapı & Nurhan Damcıoğlu
http://www.youtube.com/watch?v=3HqKHK7ieYI
80’i 81’e bağlayan gece tüm Türkiye, nefesini tutmuş Nesrin Topkapı’nın sahneye çıkacağı anı bekledi. Türkiye tarihinde ilk kez TV’ye bir dansöz çıkıyordu. Bu biraz da dönemin cuntasının halktaki gerginliği kıvrak (!) bir şekilde alma yöntemiydi. Daha birkaç ay önce asker botunun altında ezilen -ve ezilmeye devam eden- halkın, Topkapı’nın, üzerinde şallarla nispeten mutaassıplaştırılmış dansöz kıyafetiyle yaptığı o görkemli dansı karşısında adeta nutku tutuldu. Yönetimin halka hediyesiydi bu; Topkapı’nın her kalça atışında akıllar biraz daha uçup gitti… TV’ye çıktığı anda fıkır fıkır sesi ve kantosuyla, tüm aileyi ayağa kaldıran ve en ağırbaşlı aile büyüklerine bile göbek attırarak karizmasının çizilmesine sebep olan bir diğer isim ise “kalender meşrep” Nurhan Damcıoğlu’ydu.
Zeki-Metin olmadan yeni yıla girilir mi hiç!
http://www.youtube.com/watch?v=JQ-OcPzjKjs
O yılların en popüler şovlarından biri dönemin, belki de Türkiye tarihinin en sevilen ikililerinden Zeki-Metin’li Devekuşu Kabare’ydi. Teyp kasetlerini alıp dinlediğimiz veya video kasetlerini kiralayıp izlediğimiz “Geceler”, “Beyoğlu Beyoğlu”, “Deliler” ve “Yasaklar”ın unutulmaz kahramanları, o geceye özel skeçleriyle yılbaşı programına renk katar, yalnızca esprileriyle değil mimikleriyle de hepimizi gülmekten kırıp geçirirlerdi. İkili ayrıldıktan sonra yerlerini -pek dolduramamakla beraber- Levent Kırca’lı “Olacak O Kadar” aldı.
Tonton ninenin aslan sütüyle imtihanı
Çerez, içki, TV ve tombaladan ibaret, sade ama güzel yılbaşı eğlencemiz, namazında niyazında, başı yazmalı ninelerimizin ısrarlara dayanamayıp “Ee peki madem, verin bi’bardak içeyim” demesiyle daha da şenlenirdi. Ninemizin aslan sütüyle imtihanı; bir yandan yarı mahcup “Beni de günaha sokuyorsunuz” derken öte yandan bardağı bir-iki dikişte yuvarlaması hepimizin eğlence konusu olurdu. Ninemiz ikinci dublede bir de şarkı söylemeye, bastonu atıp göbek atmaya ve yerli yersiz gülmeye başlardı ki hepimizin neşesine neşe, keyfine keyif katardı.
1. çinko, 2. çinko derken…
Yılbaşı akşamı iç pilavlı tavuklar yenir, tüm aile salona serilirdi. Gece yarısına daha saatler varken onca insanın bir arada eğlenmesini sağlayacak en güzel etkinlikse tombalaydı. Küçüklere kart verilmez; ergenlerden kendisine kart verilenler kendini büyümüş sayar, pozlara girerdi. Rakamları kapatmak için mandalina veya fıstık kabuğu kullanılır, arada küçük hileler yapılır, bu hileler büyükler arasında tatlı atışmalara sebep olurdu. Biz çocuklar zaten en fazla 1. veya 2. çinkoda, koltuğun üstünde, tıpkı çıkan rakamları dahi duyamayan ninemiz gibi sızıp kalırdık. Hızını alamayanlar ise bırakın gece yarısını, sabaha kadar okey veya 51 oynardı.
3, 2, 1, travma!
http://www.youtube.com/watch?v=vhofgkW93Z4
Koltukta tatlı tatlı, çingene uykusundayken birden tüm ailenin ayağa kalkıp son ses geri saymaya başlamasıyla küçük çapta bir travma yaşayarak uyanır, ne olduğunu anlamaya çalışan mahmur bakışlarla, alkışlar eşliğinde yeni yıla girerdik. Büyük küçük herkes birbirini öperken tüm gün arayıp da bulamadığımız hediye paketleri de zulalardan çıkardı. Daha az önce uyuyan bizler hediye paketlerini görür görmez bir anda cin gibi oluverirdik.
Bu da mı gol diil hakim bey!
http://www.youtube.com/watch?v=NZtiCPciXnA
Saat 00.00’daki kutlama görüntülerinin ardından Halit Kıvanç, TRT Ankara Stüdyosu’na bağlanır ve Milli Piyango büyük yılbaşı çekilişi yapılırdı. Herkesin tüm gece, İstasyon Şefi Mesut misali elinde tuttuğu biletler dikkatle incelenir, bu sırada kısa bir suskunluk olur, kimseye bir şey çıkmadığı anlaşılınca biletler üzerine konuşmalar başlardı. “Şu rakam şurda, bu da burda olsa”lara, “Ben rüyamda görmüştüm çıkan rakamı” serzenişleri karışırdı. Amorti yakalayanlar en azından verdiği parayı kurtarmış olmanın sevinciyle diğerleriyle dalga geçer, en suskun olana ise “Yoksa sana çıktı da gizliyon mu?” gibisinden takılınırdı.