Tarihin sayfalarında kimi isimler sessizce kaybolur, kimi hikâyeler ise yüzyıllar boyunca yankılanmaya devam eder. Mümtaz Mahal’in yaşamı tam da bu ikinci kategoriye ait. Bir imparatorluğun merkezinde doğan zarif bir kadın, bir prensin kalbini kavuran büyük bir aşk ve tüm bunların sonunda dünyaya kazandırılan, insanlığın en etkileyici anıtlarından biri olan Tac Mahal… Onun hikâyesi; saray ihtişamının ardındaki derin bir sevgiye, ağır bir fedakârlığa ve tarihe yön veren bir trajediye dayanıyor. Bugün milyonlarca insan Hindistan’daki Tac Mahal’i ziyaret ederken aslında yalnızca bir mimari harikaya değil, Mümtaz Mahal’in kısacık ama yankısı büyük yaşamına da saygı duruşunda bulunuyor. Hadi gelin Mümtaz Mahal hakkındaki detaylara birlikte bakalım.
Mümtaz Mahal (doğum adıyla Arjumand Banu Begum), 27 Nisan 1593’te Hindistan’ın Agra kentinde doğdu
Ailesi güçlü ve nüfuzlu bir Pers asilzadesiydi. Dedesi ve halası, döneminin önemli saray kadrolarıyla bağlantılıydı. Gençliğinde henüz 14 yaşlarındayken saray çevresinde yaşamaya başladı.
1607 yılında sarayda, henüz prens olan Şah Cihan ile yolları kesişti; aralarındaki ilk karşılaşma eski bir “meena pazarı”nda oldu. Bu karşılaşmadan sonra aralarında filizlenen bağ, sarayın soğuk protokollerinden çok farklıydı. 5 yıl sürgün bekleme döneminden sonra, 1612’de evlendiler. Evliliği sırasında Arjumand Banu Begum’a “Mümtaz Mahal” (Türkçesiyle “Sarayın Seçilmişi / Sarayın Mücevheri”) unvanı verildi.
Şah Cihan tahta çıktığında (1628), Mümtaz Mahal resmi olarak imparatoriçe olmuştu. Ama onun bu unvanı sıradan bir “saray eşi” unvanı değildi. Onunla birlikteydi; savaşlara, seyahatlere, diplomatik gezilere katılıyor, imparatorun en yakın sırdaşı ve danışmanı oluyordu. Aynı zamanda halkın gözünde de çok saygı görüyordu. Çünkü dul kadınlara, yetimlere, yardıma muhtaçlara destek veriyor, yardım organizasyonlarına öncülük ediyordu.
Zamanla sarayda onun konumu sadece “gözde eş”ten öteye taşındı. Eşi Şah Cihan ona imparatorun mührünü bile verdi; bu, onun ne kadar güvenilir ve etkili bir konumda olduğunu gösteriyordu. Şah Cihan ve Mümtaz Mahal’ın hayatı sıradan bir imparatorluk masalına dönüşebilirdi; ancak kader, bu hikâyeyi dramatik bir trajediyle yazacaktı.
Mümtaz Mahal ve Şah Cihan evlilikleri boyunca birlikte sayısız sefere çıkmıştı. Aynı zamanda devlet işlerini de ortak yürütüyorlardı
Evlilikleri sadece siyasi değil. Aralarında muhteşem bir aşk bağı vardı. Ancak bu sevgi, beraberinde ağır sorumluluklar da getirdi. Çünkü Mümtaz Mahal, 14 çocuk doğurdu. Ne var ki, o dönemin koşulları, tıbbi imkânların yetersizliği yüzünden doğan çocuklardan çoğu küçük yaşta hayatını kaybetti.
Buna rağmen Mümtaz Mahal, hem sarayda hem halk arasında sevgi ve saygı görmeye devam etti. Şah Cihan onun sadakatin, zarafetin ve sükûnetin sembolü olduğunu düşünüyor, onu hem eşi hem sırdaşı hem de hayat arkadaşı olarak yanından ayırmıyordu.
Bitmeyen yolculuklar, sürekli çocuk doğurma ve sarayın çalkantılı politik atmosferiyle dolu bir yaşam tarzı, Mümtaz Mahal’in hem bedenini hem ruhunu zorluyordu. Ancak o, tüm bunlara rağmen zarif, alçakgönüllü ve sadık kaldı.
Ne var ki Mümtaz Mahal’in bu hikâyesi, 1631 yılında son buldu. O yıl Mümtaz Mahal 14. çocuğuna hamileydi. Doğum süreci zordu, işler yolunda gitmedi; uzun bir doğumun ardından bebek dünyaya geldi ancak Mümtaz Mahal doğum sonrası komplikasyonlarla karşılaştı
Yaklaşık 30 saatlik sancılı bir doğum süreci ve sonrasında gelen kanama onu kurtarılamaz hale getirdi. 1631’in 17 Haziran’ında henüz 38 yaşındayken hayatını kaybetti. İmparator, sevgili eşini kollarında kaybetti. Bu ölüm sarayda, imparatorlukta ve epik aşkların tarihinde derin iz bıraktı.
Şah Cihan bu acıya cevabı yasta buldu. Sekiz gün boyunca yas tuttu, kendini gözlerden uzaklaştırdı; bir yıl odasına kapanarak, mücevherlerini, zarif kıyafetlerini, müzik ve eğlenceyi bıraktı. Şah’ın saçları bu süre içinde beyazladı, yüzünün solduğuna dair anlatılar da var.
Mümtaz Mahal’in naaşı önce doğduğu şehirden uzakta, kampın kurulduğu yer olan Burhanpur’da geçici olarak defnedildi. Ancak bu mezar geçiciydi; kısa süre sonra naaşı altın bir tabut içinde oğullarından biri eşliğinde, saray görevlileriyle birlikte geri getirildi.
Bu dönüş, sadece bir cenaze nakli değildi. Bir imparatorun kutsal sözü, bir aşkın ebedileşme vaadiydi. Çünkü Şah Cihan, eşi için taşlarla, mermerle bir anıt mezar inşa etmeye karar verdi.
Mümtaz Mahal’in kaybı, Şah Cihan için tarif edilemez bir üzüntü kaynağıydı. Onun anısını yaşatmak için Tac Mahal’in inşasına başlanmasını emretti
Bu devasa proje tam 22 yıl sürdü. Yaklaşık 20.000 işçi, mermer getirmek için binlerce fil Agra’ya koştu. Mermerin yanı sıra, duvarlarda sedef, akik, lapis lazuli, firuze gibi kıymetli taşlar kullanılmıştı. Ayrıca duvarlarda Kur’ân ayetlerinin yanı sıra çiçek motifleriyle bezeli kabartmalar vardı. Proje tamamlandığında ortaya estetik ve bir o kadar derin anlam taşıyan muhteşem bir anıt çıktı.
Tac Mahal sadece bir mezar değil, bir imparatorun yıkılmaz yas anıtı oldu. Mümtaz Mahal’in cenazesi bu dev anıtın kriptine gömüldü. Ayrıca Şah Cihan da hayatını kaybettikten sonra biricik eşi Mümtaz Mahal’in yanına defnedildi.
Zaman içinde imparatorluk yıkıldı, rejimler değişti; ama Tac Mahal ve Mümtaz Mahal’in efsanesi var olmaya devam etti. Bugün milyonlarca insan, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler, onun anısını yaşatıyor; şiirlere, filmlere, sanatlara ilham veriyor.
Mümtaz Mahal’in hayat hikâyesi, dönemin kadınlarının ötesinde toplumsal, kültürel ve insani bir sembole dönüştü. O, sadece bir imparatoriçe değildi. İnsanlar için bir koruyucu, mazlumlar için bir şefkat kaynağı, sarayda sadakat ve zarafetin temsilcisiydi
Onun ölümünün ardından yaşanan yas, zamanla büyük bir hatıraya ve dünyanın yedi harikasından birine dönüştü. Aşkın, fedakârlığın, kaybın, yasın ve umudun bir arada durabildiğini hatırlamak için her yıl milyonlarca insan bu anıtı görmeye geliyor.