Faust eserinin sahibi, ünlü 18. yüzyıl yazarı Johann Wolfgang von Goethe, mimarlığı donmuş müzik olarak tanımlamıştı. 1970’lerden beri sahnelerde olan saygıdeğer müzik adamı Elvis Costello ise rivayete göre “Müzik hakkında yazmak mimarlık hakkında dans etmeye benzer.” sözüyle yorumluyordu sanat türleri arasındaki iletişimi.
Bir albümün kapağı ne tür bir müzikle karşı karşıya olduğumuzu anlatmasa da dinleme deneyimine yeni bir boyut, görsel bir bileşen katıyor. Seçim yapılırken elbet reklam değeri dikkate alınsa da çoğu zaman müzisyenin anıları, kişisel değerleri ya da hayatındaki bir döneme referans veren görseller seçilmekte. İşte bu süreçte başrolü mimari yapıların kaptığı albüm kapaklarından 10 tanesi.
1. Pink Floyd – Animals (1977)
Genel hatlarıyla George Orwell klasiği “Hayvan Çiftliği”ne dayanan albümün kapak fotoğrafı İngiltere’nin en bilindik binalarından biri olan ve Batı Londra’da bulunan “Battersea Elektrik Santrali’ne ait. Endüstriyalizmin devasa bir kalesini andıran binadan yayılan hava, sol yandaki bacalar arasına eklenen pembe uçan domuz tarafından yumuşatılmış.
“Art Deco” tarzında tasarlanan santral, Avrupa’nın en büyük tuğla yapısı. “Art Nouveau” akımının devamı ve aynı zamanda bu akıma karşı bir tepki olarak 1920’lerde ortaya çıkan bu tarz, özellikle 1930’lar Batı Avrupa’sı ve Amerika’da yaygınlaşmış, modern tasarım, yüksek el işçiliği ve ince materyallerin kullanımıyla öne çıkmıştır.
Günümüzde yeniden yapılandırma sürecinde olan bina, Apple’ın yeni Londra kampüsüne, birçok daire ve ofise ev sahipliği yapacak. Sting ve Bear Grylls ile komşu olmak isterseniz kaçırmayın.
Diğer yandan Pink Floyd, kökleri itibariyle mimariye oldukça yakın. Beş kurucu üyesinden üçü (Roger Waters, Nick Mason ve Richard Wright) Regent Street Polytechnic’de (şu an Westminster Üniversitesi) mimarlık eğitimi aldıkları sıra tanışmış. Müzik ağır basınca eğitimlerini tamamlamadan üniversiteden ayrılmışlar, lakin edindikleri tasarım formasyonu grubun alametifarikası haline gelen ayırt edici albüm kapakları ve sahne şovlarında kendini belli etmiş her zaman. Ha, bir de 1989’da yayınladıkları “Music for Architectural Students” albümlerinden de söz etmeden geçmeyelim.
2. Wilco – Yankee Hotel Foxtrot (2002)
Wilco’nun memleketi Chicago’da yer alan Marina City İkiz Kuleleri süslüyor 2002 çıkışlı Yankee Hotel Foxtrot albümünün kapağını. Bertrand Goldberg tarafından tasarlanan yapı, mevcut manzarayı birçok açıdan yakalama amaçlı tekrar eden kıvrımlı yüzeyleriyle betonarme mısır koçanı formunda. 1930’lardan 60’lara kadar uzanan, modern, kısmen fütüristik bir estetik barındıran ve fonksiyonelliği temel alan “Yüzyıl Ortası Modern” tarzın bir örneği olarak 1967’de tamamlanmış ve kentin simgelerinden biri haline gelmiş.
Yazarın notu: Albüm gerçekten güzel.
3. Sufjan Stevens – Illinoise (2005)
Bu albüm de harika. Eyaletin folkloruyla harmanlanmış bir şehir silüeti resmedilmiş kapakta: Gökdelenler, UFO’lar, Al Capone ve bir tane keçi…
Keçinin sağındaki John Hancock Center, Skidmore Owings & Merrill firması tarafından tasarlanmış ve 1969’da tamamlanmış. Her on sekiz katta bir X oluşturacak şekilde yüzeylerini saran taşıyıcıları tarafından desteklenen siyah çelikten silüetiyle dönemin kabul gören estetik kavramlarından uzak. Fazla endüstriyel bulunsa da, rasyonel ve mantıklı görüntüsüyle Chicago’nun geleneksel, cesur ve yapısal dışavurumculuğunun sembolü haline gelmiş zaman içinde.
4. Mazzy Star – She Hangs Brightly (1990)
Hope Sandoval’ın hüzünlü melek sesiyle tanıştığımız ilk Mazzy Star albümünün kapağı, Brüksel’deki Hotel Tassel’in meşhur altıgen holünde çekilmiş bir fotoğraf. Son derece yenilikçi planları, demir ve cam yapı malzemelerinin kullanımı ve dekorasyonuyla ilk gerçek “Art Nouveau” stili yapı olarak tanımlanan dört katlı bina Belçikalı Mimar Victor Horta tarafından tasarlanmış. Cephesi ve iç mekanları tarzın karakteristik özellikleri olan dalgalı ve organik çizgiler barındırmakta.
Yazarın notu: ♥ Mazzy Star ♥
5. The Magnetic Fields – The House of Tomorrow (1992)
1904 St. Louis Dünya Fuarı’nın renklendirilmiş bir fotoğrafını seçen The Magnetic Fields, 20. yüzyıl ütopyacılığına referans vermiş; geleceğe korkudan çok umut yüklenen, bir mimarlık sergisinin basını haftalarca meşgul edebildiği güzel günler…
Çok geniş bir alana yayılan fuar, açık kaldığı yedi ay boyunca ağırladığı yaklaşık yirmi milyon ziyaretçisini yeni icatlar ve farklı kültürlerle tanıştırmış. Unutulmaz bir tarafı da, farklı ülkelere ait otantik restoranlarıyla sunduğu muhteşem yiyecekler olmuş.
Yazarın notu: En iyi The Magnetic Fields albümü değil.
6. Yes – Going for the One (1977)
Los Angeles’taki Twin Century Towers’ın köşeli formu iyice abartılarak kübist bir bakış açısıyla yorumlanmış kapakta. Yapı, 11 Eylül saldırılarında yıkılan World Trade Center’ı tasarlayan Japon Mimar Minoru Yamasaki’ye ait. Amerika’da 1950’lerin ortasına başlayan ve 60’larda iyice yaygın hale gelen “Yeni Biçimcilik” akımına uygun şekilde düz cephe yüzeyleri, katı bir simetri ve eski usul bir görkeme sahip olacak şekilde tasarlanan yapı, pek alışılmış olmayan üçgen bir plan üzerinde yükseliyor.
7. Unknown Mortal Orchestra – Unknown Mortal Orchestra (2011)
Kapaktaki yapı retro uzaylıların elinden çıkmış gibi dursa da Hırvat Heykeltıraş Vojin Bakić tarafından tasarlanmış bir anıt. İkinci Dünya Savaşı’nda Mihver Güçleri yanında yer alan Hırvat faşistlere karşı savaşan ve ölen üç yüz Sırp’ın anısına 1981’de yapılan Petrova Gora, aynı adlı dağın en yüksek yamacında yer alıyor. Kıvrımlı, asimetrik formu ve paslanmaz çelik kaplanmış yüzeyiye dünya dışı bir havası var. İçinde yer alan müze artık kullanılmıyor ve cephe kaplamalarından bir kısmı vandalizme kurban gitmiş ama fütüristik Sovyet döneminin gururuyla dimdik yerinde durmakta.
8. Meat Loaf – Bat Out of Hell II: Back Into Hell (1993)
MTV’nin Türkiye’de ilk kez yayınlandığı döneme şahit olanlar modern bir “Güzel ve Çirkin” müzikali kıvamındaki “I’d do anything for love (But I won’t do that)” klibini hatırlayacaklardır mutlaka. Bu uzuuun Rock baladının olduğu albümün kapağı için seçilen illüstrasyon pek şenlikliydi; New York’un meşhur Chrysler Binası’nın tepesine tünemiş dev bir yarasa, pençelerinde tuttuğu bir Valkyrie ve Burak Kut’un “Yaşandı Bitti” klibindeki gibi motosikletiyle semada uçarak imdada yetişen rocker kahraman.
Mimar William Van Alen tarafından tasarlanan Chrysler Binası, “Art Deco” tarzının klasikleşmiş bir örneği. Bir otomotiv devinin kalesi olarak cephesi markanın otomobillerine öykünen detaylarla bezeli; örneğin ünlü kartal kafası gargoyle’lar bir kaput süslemesinden gelmekte. Hem ülkenin ulusal tarihi simgelerinden hem de New York şehrinin simgelerinden biri olarak birçok modern mimar tarafından gelmiş geçmiş en güzel gökdelenlerden biri kabul edilmekte. Aynı zamanda çelik taşıyıcı sistemi üzerindeki tuğla kaplamasıyla dünyanın en yüksek tuğla binası unvanını korumakta.
Manhattan’ın doğu kısmındaki bu ikonik yapının şu an satılık olduğunu da ekleyeyim. Fiyat söylenmemiş…
9. Stars – The North (2012)
Kapakta yer alan yerleşim kompleksi Habitat 67, İsrail-Kanada asıllı Mimar Moshe Safdie tarafından Expo 1967 Fuarı için Kanada pavyonu olarak tasarlanmış. Mimarın kalabalık kentler için nitelikli evler üretme fikrinin bir ürünü olan yapı, Quebec şehrinin simgelerinden biri ve Kanada’nın en bilindik yapılarından. Maliyet ve üretim kolaylığı açısından prefabrik olarak sahada inşa edilen farklı boyutlardaki beton kutular farklı geometrik biçimlerde yerleştirilerek klasik dikey yapılardan farklı şekilde kat bahçeleri oluşturulmuş, her farklı bölüm için doğal ışık ve hava sirkülasyonu sağlanmış.
Habitat 67, zamanında Safdie’nin tasarladığı hacimsel ölçekten daha küçük bir boyutta inşa edildiği için amaçladığı düşük maliyetlere ulaşmak ve yeni bir prefabrikasyon dalgası oluşturmaktan uzak kalmış olsa da hem etkin hem de her bölgeye elverişli bir ev tipolojisi geliştirmeyi başarmış.
10. Blur – Country House (1995)
Evet bu bir albüm değil, Blur’un “The Great Escape” albümünün ilk single’ı. Hem klibi çok eğlenceli hem de Neuschwanstein Şatosu’ndan bahsetmek için harika bir bahane.
Günümüzde Avrupa’nın en popüler şato ve sarayları arasında yer alan bu masalsı yapının hikayesi dramatik yazık ki…
19 yaşında tahta geçen Bavyera Kralı II. Ludwig’in yalnız, hayalperest ve utangaç ruhunun eseri “Yeni Kuğu Taşı Şatosu”nun inşaatı 1868’de başlamış ve dönemin en modern yapım teknikleri kullanılmış. Mimar Eduard Riedel, Georg von Dollmann ve Julius Hofmann tarafından hayata geçirilen yapı “Romanesk” bir tarza bürünmüş. Ortaçağ Avrupa’sına ait bu mimari tarz; yarım daire kemerleri, kalın duvarları ve yüksek kuleleriyle öne çıkmış, Gotik mimarinin ortaya çıkmasıyla son bulmuş.
Ludwig, büyülenerek dinlediği Richard Wagner beste ve operalarını, hayallerinde yaşattığı Ortaçağ Hristiyan krallıklarını, Yuvarlak Masa Şövalyeleri’ni, ihtişamına hayran olduğu Herreninsel Yeni Versailles Sarayı’nı, özetle tüm hayallerini bu şatoya yüklemiş.
Zamanının ve ülkesinin kaynaklarının çoğunu bu uğurda kullanması, sonunda bakanları tarafından psikiyatrik bir rahatsızlığı olduğunun ilan edilmesi ve Berg Şatosu’nda gözetim altına alınmasıyla sonlanmış. Ertesi gün şato yakınlarındaki gölün kıyısında ölü bulunmuş, yanındaysa akıl sağlığının yerinde olmadığını iddia eden doktoru varmış, aynı vaziyette. Olayın esrarı çözülememiş…
41 yaşında hayatını kaybeden Ludwig, hayallerinin şatosunda sadece üç hafta kalabilmiş ama yarattığı Neuschwanstein bir parça masal ruhu barındıran herkes için önemli bir simge olmaya devam ediyor.