Büyük düşünür, filozof ve güzel ahlak timsali Mevlana Celaleddin-i Rumi tüm yaşamı boyunca insanlığı iyiye, güzele ve ışığa doğru yönlendirmeye çalıştı. Peki ya ölümünden sonra? Günümüzde bile onun sözleriyle kalbimizdekileri keşfettiğimiz olabiliyor. Bunları bir kenara bırakırsak mezarının gizemi ise hala sırrını korumaya devam ediyor. Bu sır penceresi ise Mevlana Müzesi Müdür Yardımcısı Dr. Naci Bakırcı’ya göre epey garip olaylar silsilesine konu oluyor. Ertuğrul Özkök’ün Dr. Naci Bakırcı’dan bizzat dinleyip yıllar önce kaleme aldığı bu hikaye sizin de tüylerinizi ürpertecek cinsten.
Ünlü İslam alimi Mevlana Celaleddin-i Rumi, 1273 yılının Aralık ayında vefat eder. Cenazesine ise yüz binler ile ifade edilebilecek kadar çok kişi katılır.
Naaşı ise İplikçi Camii’nden sadece metrelerce uzakta olan türbeye 8 saatte getirilir. Müslümanlar, defin işlemi için gayrimüslümlerin cemaatten çıkmasını istese de “Bize İsa’yı da Musa’yı da Mevlana öğretti” diye karşılık veren gayrimüslümler tarafından bu istek reddedilir.
Eski Türkler mezarların altına mezar odası yaptırıp naaşı böyle defnederlerdi. Mevlana’nın naaşı da bu şekilde 4 metrelik bir mezar odasına konur. O tarihten sonra ise mezar odasına bir kişi hariç kimse inmez.
Anlatılanlara göre ise Sultan IV. Murad, Mevlana’nın türbesini ziyarete gelir ve bu sırada mezar odasının içini çok merak eder. Girmek istese de Mevlevi büyükler tarafından buna karşı çıkılır ve girmesi engellenir.
Merakına yenik düşen IV. Murad ağzı açık olan mezar odasının içine tespihi kasten düşürür. Bu tespihi almak içinse 7 yaşındaki bir kız çocuğunun mezar odasına indirilmesine karar verilir. Sonrasında ise kız çocuğu mezara iner. Çıktıktan sonra ise garip bir şekilde dili tutulmuştur.
Buna sebep olarak ise iki iddia ortaya atılır. İlkine göre odadaki karanlık yüzünden korkup çocuğun dilinin tutulduğudur. Öteki iddaya göre ise Mevlana’nın naaşı mumyalandığı için kız çocuğu orada yatan Mevlana’yı görünce dili tutulmuştu.
Sonrasında ise bu mezar odasına kimse bir daha girmeye cesaret edemez. Ta ki 300 yıl sonraya kadar. Mevlana Müzesi’nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken mezar odasını düşünmektedir.
İçinden bu mezar odasını acaip merak etmektedir. Girip ne olduğuna bakmaya karar verdiğinde ise birden kapı çalınır. İçeri müzenin Mevlevi dedesi girer.
Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul eden Mevlevi büyüğü tüyler ürperten şu cümleyi kurar “Sakın oraya inmeyi düşünmeyin.”
Ancak bunlar müdürü kararından vazgeçirmez ve müdür mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir. Halıyı kaldırıp kapağı açacağı sırada bir adam haykırarak odaya dalar. “Müdür bey, yetiş evin yanıyor.”
Yusuf Akyurt eve varıncaya kadar ev çoktan kül olur. Bunun hemen sonrasında ise eline bir telgraf tutuşturulur. Telgrafa göre müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir.
Bu kötü olaylar zinciri bununla da bitmez. Hemen sonrasında ise oğlunu bir trafik kazasında kaybeder. Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya’ya döner.
Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlana Müzesi’ne giden Yusuf Akyurt, sandukanın başında ellerini açıp haykırmaya başlar, “Yetmedi mi? Affet artık…”
Mezar odası ise hala gizemini korumaya devam etmektedir.
Kaynak: 1