Kim ne derse dersin, mesajlaşmak stresli bir iş.
SMS olsun, mesajlaşma uygulamaları olsun hepsi iletişimimizi kolaylaştırmak için varlar. Ama genellikle pek de böyle olmuyor. Özellikle mesaj attığınız kişi sevdiceğiniz ise olaylar daha da farklı bir boyut alabiliyor.
Mesajı gönderip göndermeme arasında geçen kararsızlıklar, yazıp yazıp silme sürecini atlatınca bu sefer de “Acaba cevap yazacak mı?”, “2 dakika geçti, cevap yazmadı, görmedi mi, işi mi var, acaba şu an kiminle, kesin artık beni sevmiyor” gibi kafamızda yüz tane senaryo kuruyor, çoğu zaman da kendi senaryolarımıza kendimiz inanıyoruz. Yalan diyen berigelsin.
Psikolog Susan Krauss Whitbourne, mesajlaşmanın stres yaratmasının sebebini yüz yüze konuşmaların sağladığı kişisel ipuçlarını içermemesine bağlıyor.
İşte biz de bugün o iki mesaj arasında geçen o stresli süreçten dem vuralım dedik. Çünkü her ne kadar bu iletişim sanal da olsa hissettiğimiz baskı gerçek ve hayatın ta kendisi.
WhatsApp’ın mavi tikiyle iyice zorlaşan, iMessage’da üç nokta olarak çıkan, çoğu mesajlaşma uygulamasında “yazıyor” olarak ekranın üzerinde beliren ama tam o sırada 1 milyon düşüncenin kafamızdan geçmesine sebep olan bu süreçte neden böyle darlandığımızın birkaç sebebini dilimiz döndüğünce sıraladık.
Fırtınadan önceki sessizlik
Mesajınızı gönderdiniz, karşı taraf aldı ve cevap yazmaya başladı. O sırada telefon ekranınızda görünen yukarıda bahsettiğimiz üç nokta ya da “yazıyor” yazısı işte tam olarak elimizin kolumuzun bağlandığı nokta.
Çünkü yazdığımız şeyi karşı taraf okudu ve ona bir tepki vermek üzere. Yani tam anlamıyla patlamaya hazır bir bomba yarattınız ve o son altın vuruşu bekliyorsunuz. Karşı taraf iyi de bir cevap verebilir ya da yazdığı mesajla ilişkinizi bitiş çizgisine doğru da taşıyabilir. İşte bu fırtınadan önceki sessizlik, tüm bunları o kısa süreçte aklımızdan yüz farklı senaryoyla geçiriyor olmamız mesajlaşmanın bir stres kaynağı olmasının en büyük sebebi. Okulda sözlüye kalkarken bu kadar stres yaşamamışızdır herhalde.
Karşı tarafın cevap verme hakkına duygulan korkuyla karışık saygı
Bazen mesajı attığımız gibi pişman olabiliyoruz. Ve sonsuz keşkeler başlıyor: “Keşke o kadar ağır yazmasaydım”, “Keşke bu konuyu açmasaydım”, “Keşke sormasaydım”… Ama biliyoruz ki o mesaj çoktan gönderildi ve geri alma gibi bir şansımız teknoloji buna bir çare bulana kadar yok.
Mesaj karşıdaki insan tarafından okunduğunda ve o kişi yazma eylemine geçtiğinde ise bize sus pus olup beklemek kalıyor. O saatli bombanın son tik takları kulağımıza gelmeye başlıyor. Bu noktadan sonra hiçbir şey yapmadan beklememizin sebebi ise bilinçaltımızın bize “Konuşma sırası onda, bekle ve gör” demesi. Maalesef bu durumdan kaçmak da, bu noktada o stres ve baskıyı hissetmemek de imkansız. Üzgünüz.
“Acaba karşı taraf cevap yazıyor olduğumu gördü mü?” sorunsalı
Benzer bir endişe telefonun öbür tarafında olduğunuzda da geçerli. İster SMS olsun, ister WhatsApp, isterse Facebook mesajı her zaman karşı tarafa cevap vermek istemeyebiliriz ama eliniz bir kere bir tuşa değdi mi artık geri dönüşü yok.
Eğer karşınızdaki o sırada telefon ekranına gözlerini dikmiş bakıyorsa geçmiş olsun, sizin mesajı gördüğünüzü, okuduğunuzu ve bir şeyler yazmak için harekete geçtiğinizi anladı. “Hala görmemiş gibi davransam anlar mı?” diye içinizden geçirdiğinizi biliyoruz ama işte tam bu noktada “Yazdığımı gördüyse de ayvayı yerim” korkusu ve stresi devreye giriyor ve paşa paşa bir şeyler yazmak zorunda kalıyoruz.
Hani teknoloji hayatımızı kolaylaştıracaydı? 🙁