bütün güzel insanları öpüyorum nefes nefese
taş taş üstüne konmuş mardin’den başlayarak
istanbul’a kadar uzanmış bir başka dost sese
öyküsü buzlu cam ardında okunup ağlanarak
Barış Erdoğan
Verimli Mezopotamya ovasının ortasında yükselen, görkemli bir dağın yamacındaki Mardin, neredeyse Anadolu’dan geçen bütün kültürlerin uğrak yeri olmuş. Binlerce yıllık bir tarihe sahip olan Mardin’i dilimiz döndüğünce anlatalım istedik.
Sevgi ve hoşgörünün beşiğidir Mardin
Anadolu’yu Mezopotamya’ya bağlayan; tarihsel gelişimi içerisinde onlarca uygarlığa, onlarca değişik din, etnik grup ve mezhebe ev sahipliği yapmış, birbirinden farklı kültürleri sevgi ve hoşgörüyle harmanlayıp, farklılıklarını koruyarak yüzlerce, binlerce yıl bir arada ve dayanışma içerisinde yaşamasını bilmiş insanların şehridir Mardin.
Barış ve kardeşlik içinde yaşanan şehir
Müslüman, Süryani, Yakubi, Keldani, Nasturi, Yezidi, Yahudi, Kürt, Arap, Çeçen, Ermeni ve daha nice farklı din ve etnik kökenden gelen topluluklar; “toplumsal hoşgörü ve uzlaşma” ile, “barış ve kardeşlik içerisinde” bir arada yaşamışlardır Mardin’de. Bu özelliklerinden dolayı şehir, “değişik kültürel yapıların barışçıl bir sentezini” oluşturmuştur.
Medeniyetler değişse de şehrin ismi değişmez
Şehrin adı Süryanice kaleler şehri anlamında “Marde” den gelir. Romalıların Süryanilerden alarak ‘Maride’ dedikleri şehre, Araplar ‘Maridin’ demişler. Plinus’a göre, Nusaybin civarında yaşayan Mardanî adlı Arap kabilesinden almıştı Maridin adını şehir. Ortaçağın ünlü yazarı Prokopios ise kenti, bir kale-kent olarak Margdis diye anmış. Daha sonraki dönem Bizans yazarlarına göre ise kentin adı Mardes’miş. Diğer kaynaklara göre Persler Marde, Ermeniler Mardi, demişler. Çoğu kaynaklarda; Mardin’in gerçek adı “Merdin” diye geçer. Halkın çoğu da bugün böyle demektedir şehirlerine.
Ağaçları yaktıran Timur
İpekyolu gibi ticaret ve savaş yolları üzerinde bulunan Mardin, tarih boyunca önemli bir şehir olmuş hep. İlkçağda Perslerin, daha sonra ise Büyük İskender ve ardıllarının egemenliğinde kalan şehir, uzun yıllar da Roma ve Bizans’ın elinde kalmış, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı ülkesine katılmış. Anadolu seferinde Timur iki ay kuşatıp da zaptedemediği şehrin eteklerindeki tüm ağaçları yaktırmış! Mardin Kalesi ise Bizans İmparatoru Constantinus tarafından Sasanilerin saldırılarına karşı, şehri savunmak amacıyla yapılmış.
Haydi gel köyümüze geri dönelim
Yakın geçmişte Almanlar tarafından yapılmış olan ünlü Bağdat Demiryolunun bir uzantısı Mardin önündeki ovadan geçse ve turizmde patlama yaşansa da kent Güneydoğu’nun en çok göç veren illerinden biridir ne yazık ki…
Dinsel mozaikler şehri
Mardin teolojik olarak da çok zengin bir kenttir. Bu dinsel mozaik, şehirde hiçbir dinin baskın olmamasıyla oluşmuş. Yani bir inanç sistemini benimseyenler hiçbir zaman diğerlerini rahatsız etmemiş. Değişik dini cemaatler sosyal ve ticari ilişkilerin yanı sıra birbirleriyle evlilikler yapmışlar, bu akrabalık bağları da ortamı yumuşatmış. Böylece Mardin’de baskın bir din oluşmamış.
5.000 yaşındaki şehir
Verimli Mezopotamya ovasının ortasında yükselen, kalker ve lavlarla örtülü bir dağın yamacındaki kent, neredeyse bütün kültürlerin uğrak yeri olmuş asırlardır… Kentin doğum tarihi M.Ö. 3.000 yılına dayanır. Mardin’in ilk konukları ise şöyle sıralanır: Subarular, Sümerler, Akadlar, Hititler, İran’dan gelen Midiler. Daha sonra Asurlar, Urartular, Mitannîler, Aramîler, Persler…
Büyük İskender’den Türkiye Cumhuriyeti’ne
İki bin yıl sonra Büyük İskender ile ilk Hıristiyanlar, II. yüzyılda Romalılar, Sasanîler, hemen ardından Bizanslılar ve Araplar gelmiş şehre. XI. yüzyılda bu topraklara göçen Türkmenleri, XII. yüzyılda Artukiler ve Haçlıların kılıç sesleri ardından Eyyubîler takip etmiş. Daha sonra İlhanlılar. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Beylikleri ile XVI. yüzyılda Safevîleri ve son olarak Osmanlıları görüyoruz Mardin topraklarında.
Merdivenler ve abbaralar
Mardin’in ana caddesinden yukarı doğru tırmandığınızda, karşınıza daracık, nemli tüneller çıkar. Rüzgârlı terasların altından geçerek sokakları birbirine bağlayan ve ‘abbara’ denilen bu kestirme tünellerde kendinizi güvende hissedersiniz bir anlamda. Taş merdivenlerden seke seke inip çıkarken tıpkı Mardinli çocuklar gibi neşelenirsiniz…
Güneydoğunun gümüş gerdanlığı
Mardin, Diyarbakır Havzası’nın hemen kıyısında dev bir yüzük taşını andıran kalenin etrafında, usta bir el tarafından yapılmış göz alıcı bir gerdanlık gibi durur. 975 yılında Hamdaniler tarafından yapılan kalenin içinde Akkoyunlu Devleti döneminden kalma bir saray bulunmaktadır. Kale bugün yamaç paraşütü atlayışları için de kullanılmaktadır. Taş konakların işlemeli pencerelerinden baktığınızda Mardin Ovasının sonsuzluğunu izleyen medrese, dergâh ve kiliseler uzanır gözlerinizin önünde.
Doğunun en mistik şehri
Ortaçağ zarafetini günümüze taşıyan Mardin, taş evlerinin siluetini Süryanilere, taş işçiliğini ise Ermeni ustalara borçludur. Gezeceğiniz bir Mardin evinde işlemeli ağır mobilyalar, camlı gömme dolaplar, avizeler, mangallar ve dev aynalarla süslü sofalar karşılar sizi. Hatta Mardin halkının bir misafirperverlik örneği olarak bir “Halil İbrahim Sofrası” ile de karşılaşabilirsiniz bu evlerde. Doğu’nun mistik tatlarının bir resmi geçidi olan bu sofralarda kapalı bir tür lahmacun olan sembuseği, haşlanmış içli köfteyi, kaburga dolmasını, cevizli sucuğu, sumak şerbetini ve zerdeyi tadabilirsiniz.
Mırra’nın tadı bir başkadır Mardin’de
Her adımda başka bir sokağa doğru kıvrılan daracık, loş abbaraların aralarından, iç içe geçmiş çarşılardan geçerek; kapıları, tokmakları ve oymalı pencereleriyle kentin ilmek ilmek dokunup taşın şiirine dönüşmüş tarihi dokusuyla tanışırsınız köşe başlarında. Derken, ‘güm güm’ adı verilen geleneksel cezvelerden minicik fincanlara dolan, yörenin geleneksel acı kahvesi olan ‘mırra’lardan içerek biraz dinlenebilirsiniz. Sonra da şehrin Kayseriyye (diğer adıyla Bezestan) ve Revaklı Çarşılarını gezerek hem çarşı esnafıyla keyifli sohbetler yapabilir hem de sevdiklerinize hediyeler alabilirsiniz.
Barışın simgesi paçalı güvercinler
Sokaklarda gezerken teraslardan uçurulan paçalı Mardin güvercinlerine dalar gözleriniz bir ara. Hızla yere dalan, daha sonra da taklalar atarak yeniden minare boyu yükselen barışın simgesi güvercinler, masmavi göğe karışırken, güneş uçsuz bucaksız Mardin Ovası’nı mora boyar ağır ağır…
Manastır ve medreseler kucak kucağa
Mardin, Anadolu’da yüzyıllardan bu yana dinlerin ve kültürlerin bir arada yaşadığı bir kent olduğu için Mardin’de gezerken bir caminin hemen ilerisinde bir kiliseye, bir medreseye rastlayabilirsiniz. Kent pek çok tarihi ibadethaneye ev sahipliği yapar bu anlamda. Bütün bu tarihi eserleri tek tek saymak mümkün olmasa da en bilinen bir ikisini tanıtalım…
Safranlı manastır Deyr-ul Zaferan
Şehrin doğusunda yer alan bu manastırı Mardindeki Süryani cemaati dini merkezleri olarak kabul eder. Binanın taş sıvalarının içinde safran kullanıldığından farklı bir sarı renge sahiptir Deyr-ul Zaferan. Geçmişi 1.600 yıl öncesine dayanan manastırda 52 Süryani patriğinin mezarı da bulunmaktadır.
İnsan ömrünün suyla tasvir edildiği Kasımiye Medresesi
Mardin’in en büyük boyutlu tarihi eserlerinden olan ve Artuklular döneminde yapımına başlanan medresenin inşası Timur dönemindeki Moğol saldırıları nedeniyle yarım kalmış, 15. yüzyılın sonlarında Akkoyunlular döneminde tamamlanmış. Medrese, eğitim verdiği dönemde bölgenin en önemli eğitim merkezlerindenmiş. Medrese içindeki çeşme, insan ömrünün suyla tasvir edilmesi düşüncesiyle yapılmış.
Midyat ve telkari
Mardin’den bahsedip de en önemli ilçesi olan Midyat’tan söz etmemek olmaz. Midyat, Mardin’e bir buçuk saatlik mesafededir. İçinde pek çok Süryani kilisesini barındırır; bu nedenle gezenler üzerinde bir Ortaçağ atmosferi yaratır. Telkari denilen Mardin’e özgü gümüş işçiliğinin en güzel örneklerini burada görebilirsiniz. Doğusunda 397 yılında yapılan, geniş kütüphanesi ile sayısız gencin ilahiyat eğitimi gördüğü Deyr-ul Umur Manastırı ise gezilmesi gereken önemli bir yapıdır. Midyat’a gitmişken zengin çarşısını da gezmek gerekir tabii ki.
Dara Harabeleri
Son olarak Dara Harabeleri’ni anmamız gerekiyor. Mardin’in güneydoğusundaki Oğuz Köyü’nde, Mezopotamya’nın en önemli antik kentlerinden Dara’nın kalıntılarına bulunmaktadır. Kalıntılar arasında saray, mağara evler, çarşı, zindan, su yolları, depolar ve tophane gezilmeye değer yerler arasındadır.