20.Yüzyıl tarihine yön veren Sovyet Devrimi’nin lideri Lenin’in yol arkadaşı ve kendine halef olarak seçtiği Lev Troçki, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’le giriştiği iktidar mücadelesini kaybedince vatansız bir sürgün olarak yaşamına çeşitli ülkelerde devam eder ve bu sürgünlük 1940 yılında Meksika’da öldürülmesiyle son bulur. Bir eylem adamı olduğu kadar aynı zamanda bir fikir adamı, bir teorisyen de olan Troçki’nin sürgün yıllarında yolu İstanbul’dan da geçer. İşte bu listemizde onun İstanbul günlerini anlattık…
1. Kızıl Ordunun Başkomutanı
7 Kasım 1879’da Güney Ukrayna’nın küçük bir köyünde dünyaya gelen Lev Davidoviç Bronştayn, küçük toprak sahibi bir Yahudi ailenin çocuğudur. Matematik ve hukuk eğitimi alır.1902 yılından itibaren Troçki adını kullanmaya başlar 1897’de Rusya İşçi Birliği adlı gizli örgütü kurunca Çar polisince tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderilir. Uzun süren sürgün ve kaçışların ardından 1917 Devrimiyle Rusya’ya döner. Dışişleri Komiserliği, ardından da Savaş Komiserliğini üstlenip Başkumandan sıfatıyla Kızıl Ordu’yu kurar. 1924 yılında Lenin’in ölümünün ardından, partinin tüm yetkilerini kendinde toplamaya başlayan Stalin ile iktidar mücadelesine girişir. Bu mücadelede giderek güç kaybedince elindeki tüm yetkileri de teker teker kaybeder.
2. İplerin kopması ve Rusya’ya veda
1926’da Politbüro’dan çıkartılır, 1928’de de Alma Ata’ya sürülür. Fakat burası Troçki için geçici bir sürgün yeridir, çünkü Stalin’in asıl istediği, Troçki’yi Rusya’dan kovarak başka bir ülkeye sürgüne yollamaktır. Bu konuda birçok ülkeyle Troçki’yi kabul etmeleri için görüşmeler yapılır, ama hiçbir ülke, savaş rüzgarlarının yeniden estiği bir dönemde Troçki gibi siyasi birini kabul etmeye yanaşmaz. Ankara’daki Sovyet Elçisi Çiçerin de Troçki’ye ülke arayanlardan biridir. Çiçerin, Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’la defalarca görüşür ve sonunda Türk hükümetini razı ederek vize almayı başarır.
3. Türkiye’nin koşulları
Ancak Türkiye’nin Troçki’yi kabul etmek için bazı koşulları vardır: “Troçki, politik bir göçmen olacak, ona özel ve ayrıcalıklı işlem yapılmayacaktır. Başka ülkeye gitmekte de serbest olacaktır. Bunun dışında Türkiye’de komünizm faaliyeti göstermeyecek, ancak istediğini yazabilecek ve bunları dışarıda bastırıp yayabilecektir. Troçki’ye Türkiye’de Rusya tarafından hiçbir suikast düzenlenmeyecek, Türk Emniyeti her türlü güvenlik önlemlerini alacaktır.” Aynı günlerde İçişleri Bakanlığı, hem İstanbul Valiliğine, hem de Basın-Yayın Genel Müdürlüğü’ne iki uyarı mektubu yazarak valilikten, herhangi bir suikasta karşı önlem alınmasını, Basın-Yayından da gazetelerin Troçki ile ilgilenmemesi ister.
4. Troçki İstanbul’da
Moskova, Türk hükümetinin koşullarını kabul edince 23 Ocak 1929’da Moskova’daki Türkiye Büyükelçiliğinden Troçkilere “Sedov” adıyla vize verilir. Çok sert geçen hava koşulları nedeniyle uzun süren bir yolculuktan sonra Troçki, 12 Şubat 1929 Salı günü İstanbul’a getirilir. Yanında ikinci karısı Natalya, oğlu Lev Sedov ve iki de (GPU) Sovyet gizli polisi vardır. Troçki’yi getiren İlyiç Vapuru, öğleye doğru Büyükdere açıklarında demirler, gemiye binen bir Türk görevli, gelenlerin pasaportlarını inceler. Bu sırada Troçki’nin oğlu Lev Sedov, Türk görevliye Atatürk’e sunulmak üzere bir mektup verir. Troçki’nin imzasını taşıyan mektup şöyledir:
5. Atatürk’e yazılan mektup
“Sayın Başkan, İstanbul’un kapısında size şunu bildirmekle onur duyuyorum: Türkiye sınırlarına kendi dileğimle gelmedim. Bu sınırlardan içeri zorla sokuluyorum. Rusya’dan çıkarıldıktan sonra, dilini bildiğim ve tanıdığım bir ülkeye gitmeyi yeğlerdim. Fakat sürenler, sürülenlerin bu isteklerine çok ender özen gösteriyorlar. Ülkemden çıkarılmam sorunun sonu değildir. Olaylar kısa ya da uzun sürede gelişecektir. Ben Marks’ın okulunda tarihe sabırla bakmayı öğrendim. En iyi duygularımı kabul buyurunuz Bay Başkan. Lev Troçki.”
6. Dilini bilmediğim bir ülkede yaşamam zor
Troçki, Rus konsolosluğunun Tünel’deki konukevine yerleştirilir ve cebinde yaklaşık 1.500 doları vardır Ama Troçki’nin maddi konuda güvendiği, Avrupa’daki dostları ve yazacaklarından alacağı telif ücretleridir. Bu nedenle Almanya’dan yanıt beklediği günlerde durmadan yazar, İngiliz, Fransız ve Amerikan gazetelerine durumunu anlatır. Özellikle de “Türkiye’ye zorla sokulduğunu” öne sürer. Troçki Türk basınıyla ilk konuşmasını Türkiye’ye gelişinden 34 gün sonra Milliyet yazarı Ahmet Şükrü Esmer’le yapar ve bu konuşmasında bazı şeylerin altını önemle çizer: “Türkiye’ye gelir gelmez Rus Başkonsolosluğu’na indim. Almanya’dan vize istemiştim. Buna yanıtın kısa zamanda geleceğini umuyordum. Bu nedenle otele geçmek istemedim. Sizlerle konuşmayı bugüne kadar ertelememin nedeni de böyle bir toplantıyı konsolosluk gibi resmi bir yerde yapmak istemeyişimdir. Şimdi herkesle konuşuyorum. Türkiye’den neden ayrılmak istediğimi sorabilirsiniz. Türkçe bilmediğim için… Artık yaşlıyım ve yeni bir dil öğrenemem. Yoksa çok sevdiğim ve konukseverliğine tanık olduğum ülkenizde oturmamam için hiçbir neden yoktur.”
7. Troçki Müslüman oldu
Troçki’nin, Rus konsolosluğunun Tünel’deki konukevine yerleştirilmesi Moskova’yı rahatsız eder ve elçiliğe Troçki’nin bir an önce konsolosluktan çıkartılması bildirilir. 8 Mart gece yarısına doğru Troçki konsolosluktan çıkarılarak Türk polisinin önlemleriyle İstiklal Caddesi’ndeki Tokatlıyan Oteli’ne yerleştirilir. Bir müddet de burada kalan Troçki, karısı ve oğlu, 1 Nisan 1929’da bu otelden ayrılarak Bomonti’de kiraladıkları bir eve yerleşirler. İşte aynı gün yani 1 Nisan 1929 günü, o günlerin Vakit gazetesi tüm dünyayı şaşırtan bir başlıkla çıkar: “Troçki Müslüman oldu”. Bu büyük haber üzerine tüm yabancı muhabirler Tokatlıyan Oteli’ne giderler ama Troçki’yi bulamazlar. İşin aslı sonradan anlaşılır; Vakit gazetesinin muzip bir muhabiri tüm dünyaya 1 Nisan şakası yapmıştır.
8. İstenmeyen adam
Fakat Troçkilerin sorunları kendi evlerine taşınmalarıyla da bitmez. Bu sefer de mahalle halkı bir anda çevrelerinin polislerle ve tanımadıkları insanlarla dolmasından rahatsızlık ve korku duyduklarından şikayete başlarlar. Köşkün, çevredeki evlere yakın olması nedeniyle ortaya çıkan güvenlik açığı Troçki’yi de huzursuz ettiğinden, korunma yönünden kolaylık sağlayacak, çevresi açık yeni bir ev aranmaya başlar. Bu arada Troçki vize almak için Almanya ve İngiltere’ye başvurur ama başvurusu kabul edilmez. Bunun üzerine bir müddet daha Türkiye’de kalması gerektiğini anlayan Troçki ve ailesi 1929 Mayıs’ında Büyükada İskelesine oldukça yakın olan Arap İzzet (Hulo) Paşa Yalısına taşınır. Burası polisin Büyükada’ya gelip gidenleri kolaylıkla denetleyebileceği ve büyük bahçeli evde istediği gibi koruma önlemleri alabileceği bir yerdir.
9. Troçki’nin Büyük Ada günleri
Büyükada’ya yerleştikten sonra çok yoğun çalışamaya başlayan Troçki, gazetelere yazılar yazar, kitaplarına yoğunlaşır. Bu arada bir de tekne alan Troçki, boş zamanlarının çoğunu Yunan balıkçı Haralambos ile birlikte balık tutarak değerlendirir. Köşke bir tane de doğal ıstakoz havuzu yaptırır. Balığa çıkmanın yanı sıra kayıkla Kartal’a uzanıp Samandıra gibi uzak ormanlık alanlara bıldırcın ve tavşan avına çıkar. Yine böyle bir av partisini uzatınca hava bozduğu için Şile yakınlarındaki bir köyde mahsur kalır. Geceyi beraberindeki jandarma, polis, sekreteri ve muhafızı Bilal Ertürk’le köyün imamının evinde geçirir.
10. Köşkte yangın ve Ada’dan Moda’ya
1 Mart 1931 günü Troçki’nin evi birden alevler içinde kalır. Troçki bunu önce suikast girişimi sansa da sonrasında karısı Nathalie’nin unutkanlık sonucu açık bıraktığı şofbenin yangına neden olduğu anlaşılır. Ama Stalin’in yayımlanmasından korktuğu belgeler, fotoğraflar ve fotokopilerin büyük bir bölümünü kapsayan bir koleksiyon bu yangında kül olur. Yangından sonra geçici olarak Savoy Otel’e yerleştirilen Troçki için yeni bir ev aranmaya başlar. Gazetelere verilen ilan sonucunda Moda semtinde Şifa Sokakta Dr. Mahmut Ata’ya ait olan ev kiralanır. Fakat Troçki, Büyükada’da geçirdiği günleri unutamaz.
11. Huzursuz Mülteci
Moda’daki bu ev hemen sokağın yanı başında olduğundan Troçki için yine huzursuz geceler başlar. Bir gece bahçeye atlayan iki kişinin alarm zillerini çalıştırmasıyla Troçki bu evden ayrılmaya kesin karar verir. Valilik ve Emniyet’in gayretleriyle Büyükada’daki Yanaros Köşkü Troçki’nin yeni evi olarak kiralanır. 21 Mart 1932’de yeni aldığı motorlu kayıkla Pendik kıyısındaki Pavli adası civarında balık avlarken motorlu kayığı bozulan ve bu arada çıkan fırtınada mahsur kalan Troçki ve yanındakiler zorunlu olarak Pavli adasına çıkar ve adadan devletin motoruyla Büyükada’ya dönebilir. En güvenilir yer olarak gözlerden ırak Büyükada’yı mesken tutar ve fasılalarla tam 4,5 yıl burada kalan Troçki teorik olarak hayatının en verimli yıllarını İstanbul’da geçirir. İhanete Uğrayan Devrim, Sürekli Devrim, Sanat ve Edebiyat gibi başyapıtlarını İstanbul’da yazar. Ayrıca Rusya’daki taraftarlarıyla bağlantısını asla koparmaz, Stalin’in ajanlarına rağmen pes etmez ve mücadelesini sürdürür.
12. Sürgünlerle geçen ve suikastla biten bir yaşam
Troçki’nin bu faaliyetlerinden rahatsız olan Sovyet ve Türk hükümetleri onu yeniden sürgüne zorlarlar. 1933 yılında ayrıldığı Büyükada’dan sonra kısa sürelerle İsveç ve Fransa’da ikamet eder, ancak Stalin onun peşini hiç bırakmaz ve nihayet Meksika’ya sığınmak zorunda kalır. Bu yılmak bilmez mücadele adamı orada da boş durmaz ve küresel bazda örgütlenme çalışmalarını sürdürür, ta ki 1940 yılında bir ajan tarafından buz baltasıyla katledilinceye kadar. Bugün Meksika’daki evi dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrayan bir müzeye dönüştürülmüştür. Büyükada’daki Arap İzzet Paşa Köşkü ise halen sahipleri ve Büyükşehir belediyesi arasında ihtilaf konusu olarak müze olacağı günleri beklemektedir.
13. Bana Türkofil dediler
Troçki İstanbul’da yaptığı ilk basın toplantısında gazetecilere kitaplarından birinde Türkiye ile ilgili görüşlerini anlattığı bir bölümü göstererek Türklere duyduğu hayranlığı şöyle ifade eder: “İşte, kitaplarımdan ikisi… Türkiye için yazdıklarımdan bazıları burada. Birini 1909’da yazmıştım. Bu ve daha sonraki yazılarımda Türkleri o kadar övdüm ki, bana Türkofil dediler. O tarihlerde Rusya’da Türklere karşıt çok insan vardı. Türk dostluğunu daha sonra Türklerin ulusal savaşında da gösterdim. Dostum General Frunze’yi Rus ordularının temsilcisi olarak Ankara’ya yolladım. Türkiye’nin bağımsızlık savaşını çok büyük ilgiyle izledim ve sonuçtan kıvanç duydum. Bağımsızlığınızı, bu uğurdaki savaşı büyük önderinizin yönetimine borçlusunuz. Atatürk’ün büyüklüğü artık dünyaca kanıtlanmış bir gerçektir, öyle bir gerçek ki burada yinelenmesinden ben de tat duyuyorum. Türk-Sovyet ilişkileri içtenliklidir ve böyle kalacaktır. Politik alandaki bu dostluğun ticaret ve ekonomiye dönüşmesini isteriz.”
Kaynak: 1