Popüler dijital yayın platformu Netflix ekranlarında izleyici ile buluştuktan sonra büyük yankı uyandıran Black Mirror, yakın dönemin en beğenilen dizileri arasında yer alıyor. Her bölümünde farklı oyuncuların yer aldığı bu yapım, oldukça ilgi çekici ve birbirinden bağımsız temaları işliyor. Elbette dizinin neredeyse tüm bölümleri yoğun bilim kurgu unsurlarıyla ve distopik ögelerle dolu. Tek bir hikaye etrafında şekillenmemesi ise bazı Black Mirror bölümlerini hatırlamakta zorlanmanıza neden olabilir. Oysa bu antolojideki bazı bölümler, birer sinema filmi kalitesinde. Peki, dünya genelinde milyonlarca hayranı bulunan dizinin en iyi bölümleri hangileri? İşte ilk dört sezondaki hiç sıkılmadan tekrar tekrar izleyebileceğiniz en iyi Black Mirror bölümleri.
19. “Crocodile”
Crocodile, Black Mirror tarihinde, izleyicinin tahammül etmekte en çok zorlandığı bölüm. Bazı bölümlerde karakterin çaresizliği Black Mirror’ın lehine işlese de Crocodile kesinlikle onlardan biri değil. Bir karakterin yaşadığı travmalarla ilgili hikayeler anlatmakla, acının izleyiciyi manipüle etmek için kurgulaştırılması arasında dağlar kadar fark varken, Crocodile maalesef ikinci yoldan gitmeyi seçmiş. Bu bölümü zor da olsa izlenebilir kılan iki şey var: Andrea Riseborough ve Kiran Sonia Sawar’ın başarılı performansları.
18. “The Waldo Moment”
The Waldo Moment, Black Mirror’ın en sürprizsiz ve yaratıcılıktan uzak bölümü olabilir. Olayların son derece tahmin edilebilir biçimde geliştiği, vuruculuktan uzak olan bu bölüm, mavi çizgi karakter Waldo’nun eleştirel tavrıyla fenomene dönüşerek seçimlere katılması üzerine kurulu.
17. “ArkAngel”
Black Mirror’ın sıkça işlediği konuların başında, gelişen teknolojinin insan ilişkileri üzerine etkileri geliyor. Dördüncü sezonda izlediğimiz ArkAngel da bu konuya eğilen ancak zayıf kalan bir bölüm. Jodie Foster’ın yönetmen koltuğuna oturduğu ArkAngel’da, bekâr bir annenin -teknoloji sağ olsun- çok sevdiği ve korumacı yaklaştığı kızını “fazlasıyla” yakından takibini izliyoruz. Özellikle Rosemarie DeWitt’in endişeli anne rolündeki performansı izlenmeye değer.
16. “Entire History of You”
Entire History of You, aslında kötü bir Black Mirror bölümü değil. Dizinin ilk sezonunda izleyiciyle buluşan bu bölümle ilgili çarpıcı olmayan nokta, en çok işlenen konuya değinmiş olması: Teknoloji kötüdür, insanlar ondan bile kötüdür ve bu ikisinin birleşimi sizi dev bir hayal kırıklığına götürür. Entire History of You’ya dair en güzel detay, Doctor Who’nun ilk kadın doktoru Jodie Whittaker’ı sağlam bir yardımcı rolde izleme şansı sunması.
15. “Men Against Fire”
Malachi Kirby, Michael Kelly ve Madeline Brewer’lı kadrosuyla Black Mirror’ın cast seçimindeki başarısının bir kanıtı gibi bu bölüm… Üçüncü sezonun beşinci bölümü olan Men Against Fire, hem teknolojinin etkilerini hem de insan psikolojisini askeriye üzerinden anlatıyor.
14. “Shut Up and Dance”
Shut Up and Dance, iki kez izlediğinizde size tamamen farklı şeyler düşündüren bir Black Mirror bölümü. İlkinde olayların işleyişiyle izleyici de sürüklenip gerilirken, ikinci kez izlendiğinde seyirciye şunu düşündürüyor Shut Up and Dance: Neden? Bilgisayarında porno izleyen genç Kenny’nin, hacker’ların şantajına maruz kalarak her dediklerini yapmaya zorlanması üzerine kurulu olan bu bölüm, Alex Lawther’ın Kenny rolündeki üstün performansıyla öne çıksa da, neden bu oyunu oynamak zorunda kalacak kadar çaresiz hissettiğini anlamak gerçekten güç.
13. “Nosedive”
Beğeniler, yorumlar, puanlamalar havada uçuşuyor bu bölümde… Düşünün ki her adımınız, tavrınız ve cümleniz puanlanıyor ve dünya bu kast sisteminin çevresinde dönüyor. Peki, ya kötü bir gün geçiriyorsanız? Hiçbir saçmalığa ya da aksiliğe tahammül edecek haliniz yoksa? En küçük ters hareketinizde hooop puanınız düşüveriyor. İşte Nosedive böyle bir bölüm… Başrolde ise pastel renklerin pek yakıştığı Bryce Dallas Howard var.
12. “Black Museum”
Black Museum, belki de bir dizinin bugüne kadar yaptığı en cesur sezon finali! Bu bölümde, benzin almak için ıssız ve Tanrı’nın unuttuğu bir yerde duran Nish ile birlikte Kara Müze’yi geziyoruz ve pek de güvenilir durmayan tekinsiz Rolo Haynes’dan suç unsuru olmuş objelerin hikayelerini izliyoruz. İzleyicisine üç ayrı hikaye sunan ve şoke edici finaliyle kesinlikle akılda kalan bu bölümde Douglas Hodge ve Letitia Wright başrollerde.
11. “Fifteen Million Merits”
Black Mirror’ın ilk sezonuna ait bu bölüm, uzak bir gelecekte geçiyor. Herkesin pedal çevirerek kredi kazanmaya çalıştığı, bir yandan “Yetenek Sizsiniz”vari bir yarışmaya katılarak bu hayattan kurtulmak için uğraştığı bir gelecekten bahsediyoruz. Bu bölümde başrollerde ileride Get Out ile müthiş çıkışını gerçekleştirecek olan Daniel Kaluuya ile Downton Abbey’den tanınan Jessica Brown Findlay var.
10. “Playtest”
Playtest, herkesin gördüğü kötü bir rüya ya da içine hapsolduğu bir kabus gibi. Korku temalı bir bilgisayar oyunu düşünün, bu sanal gerçeklik sizi öyle iyi tanıyor ki, en büyük korkularınızla yüzleştiriyor. Playtest’in kahramanı gezgin Cooper, parasız kalınca bir oyun şirketinin deneme aşamasındaki oyununu oynayarak evine dönecek miktardaki parayı biriktirmek için gönüllü oluyor. İşte mevzu tam da burada başlıyor. Yönetmen Dan Trachtenberg, korkularımız hayata geçtiğinde yüzleşeceğimiz dehşeti gözler önüne sermiş.
9. “The National Anthem”
“Ben de geçen Black Mirror izlemeye başladım işte…” diye başlayıp bir türlü tamamlanamayan binlerce cümlenin çıkış noktası olan The National Anthem, dizinin ilk sezonunun ilk bölümü. Televizyon tarihinin görüp görebileceği en cesur açılış bölümü. Malum sahne, bu bölümü unutulmaz kılan, hayrete düşüren ve insanların bahsetmeden edemediği kısım olsa da, son sözü söyleyen aslında bölümün son sahnesi.
8. “Metalhead”
Maxine Peake, Jake Davies ve Clint Dyer’in başrolleri paylaştığı Metalhead, post apokaliptik şeklinde nitelenebilecek bir zaman diliminde geçiyor. Askerileştirilmiş teknolojiyi de işaret eden bu “Terminatör”vari gerilimli hikayede, robot “köpek”lerin tehdidi altındaki insanların yaşadığı kaos ortamını ve tehlikeli koşulları izliyoruz. Tek tük diyaloğun olduğu bu siyah beyaz bölüm, dördüncü sezonun en ürkütücü ve en karamsar bölümü.
7. “Hang the DJ”
Hang the DJ’i, dördüncü sezonun, üçüncü sezondaki San Junipero’ya cevabı olarak nitelendirmek mümkün. Black Mirror’ın karanlık havasına uzakta duran Hang the DJ, dizinin izlemesi en keyifli bölümleri arasında. İkinci kez izlediğinizde sonundaki twist’in pek de tatmin edici olmadığını düşünüyorsunuz ama Joe Cole ve Georgina Campbell’ın uyumu bile bu bölümü sevmek için başlı başına bir sebep.
6. “Be Right Back”
Black Mirror’ın aşk ve romantizmi işlemek söz konusu olduğunda, en az daha karanlık duyguları işlerkenki kadar başarılı olduğunun kanıtı niteliğindeki Be Right Back, antolojinin en etkileyici bölümlerinden. Kocasının ölümünün ardından yas tutan ve hayata devam etmekte güçlük çeken bir kadının, eşine dair bilgileri sanal ortama yükleyip onu taklit eden bir işletim sistemiyle olan ilişkisini merkeze alıyor. Bir nevi Spike Jonze’un Her’ü yani. Ancak elbette taklitler asılların yerini tutmadığı gibi, teknoloji de gerçek duyguların yerine geçemiyor. Hayley Atwell ve Domhnall Gleeson başrollerde.
5. “Hated in the Nation”
Hated in the Nation, konu itibarıyla basite indirgenmiş gibi gelebilir, ancak uzun metraj bir film uzunluğundaki bu bölümün dehasında basit olan hiçbir şey yok! Black Mirror evrenine yaptığı göndermeler, ince işlenmiş senaryosu, muhteşem soundtrack’i ve doğal oyunculuklarıyla Hated in the Nation, izleyicisini kıskıvrak yakalayan bölümlerin başında geliyor. Twitter’da ortaya çıkıveren bir hashtag’le başlayan insan avından, ölümcül bir silaha dönüşen robot arılara kadar her detayıyla muazzam bir bölüm.
4. “San Junipero”
Bu dokunaklı bölüm için Be Right Back’in manevi kuzeni demek mümkün. Be Right Back’in merkezinde de ölümlülüğe çare bulmaya çalışan, sevgi dolu bir ilişki vardı, ancak bir insanın yerini almaya çalışan yapay zekayı izleyiciyle tanıştırarak teknolojinin ürkütücü yüzünü gözler önüne sermişti. San Junipero ise sunduğu “dijital öbür dünya” kavramıyla biraz daha umut vadediyor seyirciye. Charlie Brooker’ın tüm beklentilerin aksini yaparak izleyiciyi şaşırttığı bu bölüm, tüm Black Mirror bölümlerinden farklı geliyor. 1980’ler Kaliforniya’sında geçen San Junipero’da Mackenzie Davis ve Gugu Mbatha-Raw’un etkileyici performansları hafızalara kazınırken hikayenin bilim kurguya göz kırpan twist’leri izleyiciyi yabancılaştırmak yerine bölümün içine daha da çekmeyi başarıyor. İki Emmy ödülü kazanması çok da sürpriz olmayan San Junipero’yu izleyince, insan tekrar hatırlıyor: Yaşlanmanın çaresi yok, yalnızlık da muhtemel ama umut her zaman var.
3. “White Christmas”
Kabus gibi bir tecrübe için ille de cani seri katillere ya da eciş bücüş canavarlara ihtiyaç yok. Kendinizle ama sadece kendinizle baş başa, yani yapayalnız olmaktan daha ürkütücü ne olabilir? Antolojinin yaratıcısı Charlie Brooker’ın adeta ilmek ilmek dokuduğu, önceki sezon bölümlerine de göndermeler içeren bu çok katmanlı Noel özel bölümü, izleyicinin yüzüne tokat gibi çarparak unutması güç bir deneyim yaşatıyor. Çok sevilen White Bear bölümüne de imza atan Carl Tibbetts’in yönetmen koltuğunda oturduğu White Christmas, Jon Hamm, Rafe Spall, Oona Chaplin, Natalia Tena, Janet Montgomery ve Rasmus Hardiker’ı buluşturuyor.
2. “White Bear”
Ahlaki ikilem, ustaca değiştirilmiş bir bakış açısı ve meşrulaştırılmış dehşet… Black Mirror’ı Black Mirror yapan tüm detaylar burada! White Bear, sürprizleri sadece bölümün sonuna saklamıyor; izleyicisini, tüm bölümü hayret ve dehşetle izlemeye mecbur kılıyor. Suç, ceza ve adalet kavramları üzerine, seyirci kalma durumunu sorgulatan White Bear, zombi filmlerinden ve intikam hikayelerinden aşina olduğumuz metaforları zihnimizde yeniden canlandırıyor. Cezalandırılmayı hak eden korkunç bir şey yapan ama bunu hatırlamayan birinin hikayesini izletmek, tam da Black Mirror’a göre!
1. “USS Callister”
Star Trek’e saygı duruşu deyince akla ilk gelen Galaxy Quest olsa da, USS Callister bunu bambaşka bir noktaya taşımayı başarıyor ve izleyicisini anti sosyal bir “coder”ın zihninde yolculuğa çıkarıyor. Jesse Plemons, Cristin Milioti, Jimmi Simpson ve Michaela Coel’in başrollerde olduğu USS Callister, sadece başarılı hikaye anlatımıyla değil, işleyiş tarzındaki farklılıkla da Black Mirror evrenini izlediğimiz diğer bölümlerden ayrışıyor. Antolojide alıştığımız bir işleyiş var: Karanlık bir kavramla tanışıyoruz, her şey gittikçe daha da kötüye gidiyor, kaçınılmaz mutsuz sonu kabullenmek zorunda kalıyoruz. Elbette kimsenin beklentisi mutlu son değil, neticede izlediğimiz dizinin adı “Kara Ayna”. Ancak bu değişmez karamsarlığa fazlasıyla alıştık. USS Callister’da ise insan düşmanı ve sapkın kötü Robert Daly’nin hak ettiğini buluyor olması, azıcık ucundan da olsa iyimserlik taşıyor ve izleyiciye umut aşılıyor. Zeki ve maharetli kadın karakterin, kötü adamın cinsiyetçiliğini onun aleyhine kullanabilmesi de bu bölümü listenin zirvesine taşıyor. Teknoloji belki de o kadar da kötü değildir, ha?
Kaynak: 1