Bu listeyi Fil’m Hafızası ekibinden Emrah Öztürk hazırlamıştır, haberiniz olsun.
Korku filmleri, birçok alt kolu ile oldukça zengin bir tür. “Tüm zamanların en iyi korku filmleri” veya “Sinemanın en korkutucu filmleri” gibi listelerle sıklıkla karşılaşıyoruz ve her ne kadar bu listelerde kişisel beğeni önplanda olsa da The Exorcist (1973), The Shining (1981) veya The Thing (1982) gibi olmazsa olmaz filmler her daim yer alıyor.
Biz ise bildik filmlerden biraz sıyrılıp farklı filmlerin adını anmak istedik burada. Meseleye biraz daha keşifçi gözüyle bakmak, kıyıda köşede kalmış filmleri gün ışığına çıkartarak korku filmi izleme zevkinize katkıda bulunmak niyetindeyiz.
Fil’m Hafızası‘ndan her yerde karşınıza çıkmayacak korku filmi tavsiyeleri.
Not: Sıralama alfabetiktir.
Hanyo
The Housemaid, Yön: Ki-young Kim – 1960
Sizi öyle koltuğunuzda zıplatacak bir korku filmi değil elbette. Ama Kore sinemasının şimdiki kadar kuvvetli filmler üretemediği bir dönemde çekilmiş Hanyo. Senarist ve yönetmen Ki-young Kim, iki çocuklu bir müzik öğretmeninin evine hizmetçi olarak gelen genç kızın çevresine uyguladığı şiddeti anlatıyor. Hikâyedeki aksaklıklar, kötü oyunculuklar ve teknik yetersizlikler filmi izlerken gülümsemenizi bile sağlayacak cinsten. Ne var ki “zalim karakterin eve hâkim olup diğer bireylere eziyet etmesi” fikrini klasik Hollywood usulü izlemek yerine Hanyo’yu izlemek güzel bir sinema deneyimi olacaktır. Filmin 2010’da yeniden çevrildiğini de ayrıca belirtelim.
Haxan
Yön: Benjamin Christensen – 1922
Esasında Haxan, sinemanın sessiz dönemine ait bir belgesel. Yedi bölümden oluşuyor ve yedi farklı anlatım tekniğiyle Ortaçağ’daki cadı avı konusunu anlatıyor. İlginç olan ise Haxan’ın belgesel olmasına rağmen korku türü için de önemli bir eser olması. Haxan, cadılığı, okültizmi, cadılara yapılan işkenceleri öyle kasvetli bir dille anlatıyor ki belgeselden ziyade bir korku şölenine dönüşüyor. Kostümleri, dekorları, ışıklandırmaları ve bugün bile benzerine az rastlanır kadrajlamalarıyla adını sağda solda pek duymadığımız kült bir film Haxan.
Jigoku
The Hell, Yön: Nobuo Nagakawa – 1960
Jigoku’yu bir yere kadar sükûnetle izliyorsunuz, ne olacak acaba diye merak ediyorsunuz. Ancak dahi – deli yönetmenimiz Nobuo Nagakawa, bir anda tüm karakterleri öldürüp hepsini cehenneme yolluyor. Ardından kamerasını kapıp peşlerinden gidiyor. Ve esas görsel şov başlıyor. Cehennem tasvirleri, görkemli set tasarımları ve kurgusuyla akıldan kolayca çıkacak gibi değil Jigoku.
La Casa Muda
Silent House, Yön: Gustav Hernandez – 2010
Gustav Hernandez tek çekim tekniğini (kayıttan hiç çıkılmadan ve kesme yapılmadan uygulanan çekim tekniği) ilk defa bir korku filminde, La Casa Muda’da deneyerek cesaret sınavına giriyor. Neyse ki çok güzel bir netice yakalıyor. Urugay yapımı filmde genç bir kızın, babası ve amcasıyla büyük bir evde gecelemeleri anlatılıyor. Tuhaflıklar kızımızın peşini bırakmıyor ve kamera 86 dakika boyunca kızımızın peşinden hiç ayrılmıyor. Film o kadar çok beğeni topluyor ki 2011 senesinde Silent House adıyla Hollywood tarafından yeniden çevriliyor. Ancak yeniden çevriminden ziyade La Casa Muda’yı izlemenizi öneririz.
Legend of the Hell House
Yön: John Hough – 1973
Stanley Kubrick’in The Shining’i (1980) çekerken ve Stephen King’in Rose Red Konağı’nı yazarken Legend of Hell House’dan ilham aldığı söylenir. Sanırım bu da filmi izlememiz için yeterli bir sebep olsa gerek. Legend of Hell House, öyle pek lafı gevelemeyi seven cinsten bir film değil. Kısacık bir tanıtımdan sonra sırrını, gizini saklamadan direkt eteğindeki taşları dökmeye başlıyor. İzleyiciyi hayaletli öyküsüyle korkuturken mantık sınırlarını aştığı yerler de oluyor tabii. Ama peş peşe yaptığı ürkütücü hamleleriyle ve zekice planlanmış finaliyle perili ev veya paranormal alttürünün güzide bir örneği olarak tarihteki yerini alıyor.
The Entity
Yön: Sidney J. Furie – 1982
Neden The Exorcist (1973) sürekli listelerde telaffuz edilirken The Entity’nin adı hiç geçmez diye sürekli kendimize soruyoruz. Oysa The Entity, en az The Exorcist kadar korkutucu olmasının yanı sıra, onunla paralel bir yol izleyerek ucuzluktan, baştan savma tutumdan uzak duran bir yapım. Kötücül ruhların dul bir kadına musallat olup ona defalarca tecavüz etmesini, çaresiz kadınınsa evine, yatak odasına dadanan bu hayaletten kurtulmaya çalışmasını anlatır The Entity ve ziyadesiyle tutarlı, etkili bir yol izler. Özellikle feminist alt metinleriyle ve kadının toplumdaki yerini sorgulamasıyla dikkati çeker film. Usta yönetmen Martin Scorsese’nin nezdinde “en korkunç on film”den birisi olduğunu da eklemekte fayda var.
Vampyr
Yön: Carl Theodor Dreyer – 1932
Vampyr için katıksız bir korku başyapıtı dersek pek de abartmış olmayız. W. F. Murnau’nun Nosferatu’sunu (1922) ezip geçmiyoruz, Hollywood’un ilk dönem gotik korku yapımlarını da göz ardı etmiyoruz elbette. Ama Vampyr’de çok enteresan bir atmosfer var. Gotik korkuyu İskandinavyalı bir yönetmenden daha iyi kim bilebilir ki zaten? Sheridan Le Fanu’nun Carmilla öyküsünden uyarlanan film, bugün bile benzerine rastlanmayan tuhaf, korkutucu ve büyülü bir dünyada geçer. Özellikle iki görüntüyü üst üste bindirip karakterleri saydamlaştırma tekniği ve detaylı set tasarımları insanı kendine hayran bırakıyor. Pek göz önünde olmadığından kendisini listemize almayı görev biliyoruz.
When a Stranger Calls
Yön: Fred Walton – 1979
When a Stranger Calls, öyle sağlam bir gerilim sunuyor ki seyirciye, koltuktan sıçramamak elde değil. Bir yandan ders çalışırken bir yandan da komşusunun çocuklarına bakmakta olan genç kızımız Jill’in kaderi, gecenin bir yarısı çalan telefonla değişir. Sapık bir katil kendisini izlemekte ve çocukları kontrol edip etmediğini sormaktadır kızımıza… Oldukça ilginç bir seri katil profili çizer When a Stranger Calls. 70’ler sinemasında kendince sapasağlam bir yer edinmiş, aile konusunda sert eleştiriler barındıran ve de çocuğunuza bakması için bir bakıcı çağırdığınızda bir değil iki defa düşündürten bir film.
Woman in Black
Yön: Herbert Wise – 1989
Susan Hill’in aynı adlı romanından uyarlanan Woman in Black, Ann Radcliff’in veya Henry James’in gotik hayalet öykülerini sevenler için biçilmiş kaftan. Sisli puslu atmosferi bile insanı korkutmaya yetecekken öykünün adım adım tekinsiz bir vaziyet alması da üzerine tuz biber eker. Özellikle final sahnesiyle akıllara kazınan Woman in Black, yakın zamanda Daniel Radcliff’in başrolde oynadığı yeni çevrimiyle yenide gündeme geldi. Fakat orijinal yapımın alt metinlerinin daha yoğun ve daha korkutucu olduğunu söylemek gerek.
Yabu No Naka No Kuroneko
The Black Cat, Kaneto Shindo – 1968
Doğrusu çok az film bizi Yabu No Naka No Kuroneko kadar etkilemiştir. Korkutma açısından değil, içerdiği sağlam trajedi açısından söylüyoruz bunu. Alfred Hitchcock’un Psycho’sundaki (1960) anne – oğul ilişkisini ve bu ilişkiye eklemlenen ‘yabancı kadın’ figürünü bir düşünün. İşte Kaneto Shindo’nun filmi, o ilişkiler şemasını tepe taklak ediyor. Onibaba (1964) gibi bir korku klasiğini çeken Shindo yine kolları sıvayarak ataerkil toplum içindeki kadının çaresizliğini ve ‘cadılaşmaya’ dönüşünü acımasızca eleştiriyor. Filmin konusu hakkındaysa; annesini öldürmek zorunda kalan bir samurayın dramı dersek herhalde yeterli olacaktır. Listede en şiddetle tavsiye ettiğimiz film olarak da ayrıca bir önem taşıyor.