Ana sayfa » Sinema » Hepsi Sonbahar Atmosferine Uygun: Kasım Ayında Mutlaka İzlemeniz Gereken 10 Film
Hepsi Sonbahar Atmosferine Uygun: Kasım Ayında Mutlaka İzlemeniz Gereken 10 Film
Sonbaharın duygusal atmosferine eşlik edecek, ilham verici belgesellerden kalp burkan aşk hikâyelerine uzanan bu 10 filmlik liste, kasım akşamlarınızı unutulmaz kılacak…
Kasım, belki de yılın en az konuşulan ama en çok hissedilen ayıdır. Ne tam bir başlangıç, ne de bir son… Tıpkı bu listedeki filmler gibi. Her biri, karanlık bir akşamda içimizi ısıtacak, düşündürecek ya da gülümsetecek bir şeyler barındırıyor. Battaniyenizi alın, ışıkları biraz kısın ve sonbaharın hüzünlü güzelliğini bu filmlerle kutlayın. İşte bu ayın hüzünlü ama büyüleyici atmosferine tam uyan kasım ayında izlemeniz gereken filmler…
1. Emilia Pérez
Zoe Saldana ve Selena Gomez’in aynı sahnede buluştuğu bir film düşünün: cesur, içten ve beklenmedik derecede renkli. Emilia Pérez, Meksikalı bir kartel liderinin, bir avukatın yardımıyla cinsiyet geçiş sürecine başlamasını konu alıyor. Evet, kulağa sıra dışı geliyor ama tam da bu yüzden bu film kasım ayının en özel yapımlarından biri. Yönetmen Jacques Audiard, müzikle dolu bir hikâyenin içine insan olmanın karmaşık yönlerini ustalıkla yerleştiriyor. Renkler kadar duygular da sahneler arasında dans ediyor. Bu yapım 13 Kasım’da Netflix’te izlenebilecek.
2. Night is Not Eternal
Nanfu Wang’ın yönettiği bu etkileyici belgesel, Kübalı aktivist Rosa Maria Paya’nın demokrasi uğruna verdiği mücadeleyi anlatıyor. Night is Not Eternal, adından da anlaşılacağı gibi umutsuzlukla değil, umudun dayanıklılığıyla ilgili bir film. Payá’nın direnişi, baskı karşısında insanın nasıl bir ışık yaratabileceğini gösteriyor. Wang’ın kamerası soğukkanlı bir gözlemci gibi değil, insan hikayelerinin içine giren bir tanık gibi davranıyor. Kasımın hüzünlü atmosferiyle birleşince, film sadece izlenmiyor, hissediliyor. Bu yapım HBO Max platformunda 19 Kasım’da izlenebilecek.
Jennifer Lawrence ve Malala Yousafzai’nin yapımcılığını üstlendiği Bread & Roses, Taliban yönetimi altındaki üç Afgan kadının direnişini anlatıyor. Bu belgesel, yalnızca bir adalet hikâyesi değil, kadın dayanışmasının sessiz ama yıkılmaz gücünün bir belgesi. Lawrence, Hollywood ışıltısını bir kenara bırakıp gerçekliğin içine dalıyor. Malala’nın sesi ise bu kadınların mücadelesine vicdani bir derinlik katıyor. Sonbaharın melankolik günlerinde, cesaret kelimesinin anlamını yeniden düşünmek isteyen herkes için birebir. Kasım ayında izlemeniz gereken filmler arasında olan bu yapım Apple TV+, 22 Kasım tarihinde yayınlanacak.
4. Piyano Dersi – The Piano Lesson
Malcolm Washington’ın yönettiği The Piano Lesson (Piyano Dersi), August Wilson’ın Pulitzer ödüllü tiyatro eserinden sinemaya uyarlanan etkileyici bir drama. Samuel L. Jackson ve John David Washington’ın oyunculukları o kadar yoğun ki, film boyunca bir sahne performansı izliyormuş hissine kapılıyorsunuz. Aile mirası, kimlik ve sanatın gücü gibi temalar etrafında dönen hikâye, sonbahar gecelerinin duygusal derinliğine mükemmel uyum sağlıyor. Yapım, Netflix’te 22 Kasım tarihi ile ulaşılabilir olacak.
Romantik filmler genellikle aşkı bir peri masalı gibi anlatır, ama Blue Valentine tam tersine, aşkın çıplak gerçeğini gösterir. Dean (Ryan Gosling) ve Cindy’nin (Michelle Williams) hikâyesi, hızlı başlayan bir tutkunun yıllar içinde nasıl yavaşça sönüşünü gözler önüne seriyor. Film, çiftin geçmişteki neşeli anlarıyla bugünkü kırık ilişkisini ustalıkla iç içe geçiriyor, böylece seyirciye zamanın bir ilişkide nasıl iz bıraktığını hissettiriyor. Derek Cianfrance’ın yönetimi ise izleyicileri sahici bir duygusal çöküşün içine çekiyor diyebiliriz. Blue Valentine, aşkın her zaman kurtarıcı değil, bazen yavaşça yok eden bir güç olabileceğini hatırlatıyor tıpkı kasımın gri, sessiz akşamları gibi.
6. Şükran Günü – Thanksgiving
Korku türünün çılgın yönetmeni Eli Roth, bu kez herkesin beklemediği bir şekilde kendini aşıyor. Thanksgiving (Şükran Günü), adını taşıdığı tatil gününü kanlı ama eğlenceli bir korku şölenine dönüştürüyor. John Carver maskesi takan gizemli katil, kasabanın huzurunu bozan bir kabusa dönüşüyor. Roth’un önceki filmlerine göre daha derli toplu ve ironik bir yapıya sahip olan film, hem tüyleri diken diken ediyor hem de yer yer kara mizahla gülümsetiyor. Bu da onu tam bir kasım gecesi filmi yapıyor: dışarıda soğuk, içeride ışıklar loş ve her an biri kapıyı çalabilir…
Eğer kasım ayında moraliniz düşükse, Addams Ailesi gibisi yok. Raul Julia, Anjelica Huston ve Christina Ricci’den oluşan kusursuz kadro, kara mizahın ve gotik eğlencenin en rafine halini sunuyor. Filmdeki Şükran Günü temalı sahne, sinema tarihine geçmiş durumda. Fester Amca’nın aşk hikâyesi, ailenin tuhaf ama sevimli dinamikleriyle birleşince ortaya hem sıcak hem de eğlenceli bir film çıkıyor. Kasımın gri havasına karşı en iyi panzehir belki de bu tuhaflık.
8. Blood Rage
Korku sineması arşivlerinde hak ettiği ilgiyi görmeyen Blood Rage, aslında tam bir guilty pleasure. Birbirine zıt karakterdeki ikiz kardeşlerin karanlık geçmişi, Şükran Günü’nde geri dönüyor. Yönetmen John Grissmer, düşük bütçeyle maksimum gerilim yaratmayı başarıyor. Louise Lasser’ın unutulmaz performansı, filmi sıradan bir slasher olmaktan çıkarıp tuhaf bir psikolojik derinliğe taşıyor. Kasım ayında izlemeniz gereken filmler arasında olan bu film, akşamında biraz adrenalin isteyenler için, nostaljik ve beklenmedik derecede keyifli bir seçim.
Rocky Balboa’nın hikâyesi, azimle insan olmanın bir özeti gibi. Rocky II, belki serinin en çok konuşulan filmi değil ama duygusal olarak en samimisi. Rocky’nin şöhretle baş etme çabası, Adrian’la kurduğu ilişki ve tabii ki unutulmaz rövanş maçı… Stallone’un yönetmenliğinde film, yalnızca bir boks mücadelesini değil, insanın kendisiyle hesaplaşmasını da anlatıyor. Kasım’ın hüzünlü havasında izlenebilecek en umut verici hikâyelerden biri.
10. Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Bazı filmler yalnızca izlenmez, hissedilir; Eternal Sunshine of the Spotless Mind tam olarak bu türden bir yapım. “Eski sevgilinizi ve onunla yaşadığınız tüm anıları zihninizden silebilme şansınız olsa, ne yapardınız?” sorusuyla başlayan film, izleyiciyi hafızanın kıvrımları arasında büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Joel (Jim Carrey) ve Clementine’in (Kate Winslet) ilişkisi, anılarla dolu bir aşk hikâyesinden çok daha fazlasını anlatıyor ve unutmanın mı yoksa yeniden sevmenin mi daha zor olduğunu sorgulatıyor. Michel Gondry’nin rüya ile gerçek arasında gidip gelen anlatımı, duygusal anlamda hem yıpratıcı hem de büyüleyici bir deneyim sunuyor. Orijinal senaryosuyla Oscar kazanan film, sonbaharın içe dönük ruhuna en çok yakışan yapımlardan biri.