Mevcut düzeni sevmedi. İktidarla zoru vardı. Virgül ve noktadan başka noktalama işareti bile kullanmadı. José Saramago kimin sesi çok çıkarsa, ona hak verdiğimizi defalarca yüzümüze vurdu. Din, devlet ve sermayenin yarattığı dünyanın nasıl kırılgan olduğunu gösterdi.
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli yazar, geçtiğimiz günlerde geride kalan doğum gününün ardından şayet yaşıyor olsaydı 92 yaşında olacaktı. Ve daha kim bilir kimlerin ipliğini pazara çıkaracaktı?
Sarhoş nüfus memurunun hediyesi: José Yabani Turp
Lizbon’un kuzeyindeki küçük bir köyde, Azinhaga’da doğdu. Sarhoş nüfus memuru, kimliğine ailesinin soyadı Meirinho yerine, köylülerin babasına taktıkları lakabı, Saramago’yu (yabani turp) yazınca José Saramago oluverdi.
Ailesi yoksuldu. Annesi her bahar yorganlarını rehin bırakırdı. Bazen kışın geri alamazlardı. O kadar fakirlerdi ki bir kardeşi bakımsızlıktan öldü.
Büyülü gerçekçiliğin ilk adımları
Anne babası şehre çalışmaya gidince, dedesi Jeronimo ve ninesi Joséfa’nın yanında büyüdü. Sadece ağaçlar arasında koşturup dallarından meyve yediği bir çocukluk değildi ama onunki. Belki de büyülü gerçekçiliğin ilk adımlarıydı.
Dedesi kışın, ağıldaki domuz yavrularını üşümesinler diye yatağına alır, torununa soğuğu unutturacak hikâyeler anlatırdı. Ninesi ise 90 yaşındayken bir gün “Dünya o kadar güzel ki öleceğime yanıyorum!” diyecek kadar coşkuluydu.
Kızının uğuru ilk romanı Günah Ülkesi
Saramago küçük yaşlardan itibaren çalışmak zorundaydı. Bu yüzden okulu bıraktı. Makinistlik eğitimi aldı. Teknik ressamlık, redaktörlük, editörlük ve çevirmenlik yaptı.
1944’te ilk eşi Ilda Reis ile evlendi ve üç sene sonra kızları Violante doğduğunda, ilk romanı Günah Ülkesi (Terra do Pecado) yayımlandı. Saramago 19 yıl bir daha edebiyata hiç ilişmedi. Onun yerine dergilerde, yayınevlerinde, Diario ve Lisboa gazetelerinde çalıştı. Siyasi yorumlar yazdı.
Yükselen faşizmin ayak sesleri
Saramago 1966’da “Muhtemel Şiirler” adlı kitabıyla edebiyata geri döndü. Artık durmadan yazacaktı. Vefatına kadar 18 roman, yedi deneme, beş oyun, bir öykü, üç şiir kitabı yayımladı.
1984’te yazdığı Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl’da fonda Hitler, Mussolini, Franco ile Avrupa’da yükselen faşizm Saramago’nun hedefindeydi. Portekiz tarihinde Salazar rejimine odaklanan romanda şair Fernando Pessoa’nın takma adlarından biri olan Ricardo Reis hayali kişiliğini yeniden yaratıyordu.
Aforoz edildi, yasaklandı, engellendi
Saramago, Tanrı ile Şeytan’ı ters yüz eden “İsa’ya Göre İncil”i 1991’de yayımladı. Katolik Kilisesi bu romandan sonra onu aforoz etti. Portekiz hükümeti kitabı yasaklayıp Avrupa Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmesini engelledi.
Saramago bu olaydan sonra Portekiz’i terk etti. 1988’de evlendiği ikinci eşi gazeteci Pilar del Rio ile Kanarya Adaları’na yerleşti.
‘Kötülüğün sıradanlığı’na selam olsun
Direksiyon başında bir adam ansızın körleşirse ve bu körlük bütün şehre bulaşırsa ne olur? Ünlü yazarın 1995’te yayımladığı Körlük’te zaman, mekân belirsiz; kahramanlar isimsizdi.
Böylece coğrafyadan, kültürden ve isimlerden soyutlanan kötülük ile baş başaydık. Kötülüğün sıradanlığı kavramını yaratan Hannah Arendt’e adeta selam gönderiyorduk. Korkunun insanlara neler yaptırdığı, yaptıracağı ve iktidarın baskı kurmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacağı yine ortadaydı.
Saramago’yu ağlattılar
Saramago’nun distopyası Körlük 2008’de Fernando Meirelles tarafından sinemaya uyarlandı. Julianne Moore ve Mark Ruffalo’nun başrollerini paylaştığı film izleyiciler tarafından çeşitli sebeplerle eleştirilse de kitaba epey sadık bir uyarlamaydı. Sanırız Saramago bundan çok memnundu ki sonunda gözyaşlarını tutamadı ve Meirelles’in ellerine sarıldı.
“Komünist ama iyi adam”
1998’de “Okurlarını farklı bir gerçeklikle tanıştırdığı, hayal gücünün ve ironinin hâkim olduğu bir boyut vaat ettiği” için Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulundu. Nobel konuşmasında nerede durduğunu şöyle hatırlattı: “Eskiden bana ‘İyi adam ama komünist’ derlerdi; şimdi ‘Komünist ama iyi adam’ diyorlar.”
Ödülü değerlendirmesi istendiğinde ise “Hayatımda aldığım en büyük ödül karım Pilar’dır. İşin aslına bakılırsa, en büyük devrim aşktır” diyecekti.
Modern zamanlarda ben kimim ki?
Tarih öğretmeni Tertuliano Máximo Afonso bir akşam izlediği filmde kendisine ikizi kadar benzeyen birini görür. Adamın tüm filmlerini izleyip peşine düştüğünde ise garip bir hikâyenin ortasına düşer. Saramago modern zamanlarda bizi bir kimlik bunalımının dipsiz kuyusuna atarken saplantılarımızla da baş başa bıraktı.
2002’de yayımlanan Kopyalanmış Adam 2013’te Denis Villeneuve tarafından “Düşman” adıyla sinemaya uyarlandı.
Sizi seçmiyoruz!
Yazarın 2004’te çıkan kitabı Görmek’te, yine adı belirsiz bir ülkede bu kez seçim zamanıydı. Halk boş oy vermeye devam ettikçe kaos başlayacaktı.
Seçmen davranışlarını bir türlü anlamlandıramayan iktidar paniğe kapılıyordu. Tüm yaşananlar sakın dış mihrakların bir oyunu olmasındı? Saramago, Görmek’te bizi iktidarın, kendine evrensel toz kondurmazlığıyla tanıştırıyordu.
Ben varken ölüm yok, ölüm yokken otorite de yok
Saramago’nun otoriteyle derdi hiç bitmedi. “Ertesi gün hiç kimse ölmedi” diye başlayan Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş 2005’te yayımlandığında, yazar bizi yine adı bilinmeyen bir ülkede, ölümün ortadan kalktığı bir zamana götürdü.
Eee, ölüm yoksa binlerce yıllık güçler neden olsundu? Din adamları, askerler ve siyasetçiler ne işe yarardı? Onun kılavuzluğunda, bu sorular bizim de kafamızı kurcaladı durdu.
Avrupa’yı dolaşan fil Süleyman ve terbiyecisi Subhro
Filin Yolculuğu’nu Saramago 2008’de hasta yatağında eşinin yardımıyla yazdı. Ağır bir zatürre geçiriyordu. Hatta bu bilgiye vakıf okurlar epey karamsar bir roman bekliyordu ama yanıldılar. Tersine, karşılarında epey muzip bir roman vardı. Saramago bu defa 16. yüzyılda Portekiz Kralı’nın, Süleyman adlı filini Avusturya Arşidükü Maximilian’a hediye etmesiyle başlayan yolculuğu anlatıyordu. Süleyman ve Hintli terbiyecisi Subhro Ortaçağ Avrupası’nı adımlarken yolculuklarını Hinduizm, mistisizm ve Hıristiyanlık hikâyeleri renklendiriyordu.
Bir de Kabil’den dinleyelim
Usta yazarın son kitabı Kabil 2011 yılında raflardaydı. Kutsal kitaplardaki Habil ile Kabil bu kez Saramago’nun kaleminde damıtıldı. Usta yazara göre Âdem ile Havva’nın oğlu Kabil, elbette kötü bir kardeş katili değildi.
Bütün kadim isimlerin cirit attığı roman, alternatif dinler tarihi gibiydi. Saramago bir kere daha hikâyeyi kimden dinlediğimizin ve tarihi kimin yazdığının ne kadar önemli olduğunu gözümüze sokuyordu.
“No nos abandones/Bizi terk etme”
Saramago elinde kalemiyle camdan sarayında oturmadı hiç. O, politik duruşuyla da hep ön plandaydı. 1960’lardan beri Portekiz Komünist Partisi üyesiydi. 80’lerde edebiyat dünyasında adını duyurduğunda da politik tavrını sürdürdü.
2001’de Chiapas’ta Subcomandante Marcos ile buluşan Saramago, Marcos konuşmasını bitirince kulağına eğilip İspanyolca, “No nos abandones/Bizi terk etme” dediğinde “Bunun olması için kendimi terk etmem gerekir” yanıtını veriyordu.
Ezilenlerin sesi
Romanlarında toplumsal ve siyasi kurumların sahteliklerini ve nelerden güç aldığını ortaya koyan Saramago bu toplumsal düzenin aslında nasıl da kırılgan olduğunu sık sık vurguladı. Gerçek hayatta da bu konulardaki tavrı netti.
2002’de İsrail’in Filistin halkına davranışını ‘soykırım’ olarak tanımladı. Portekiz’in AB’ye üyeliğine karşı çıktı. 2009’da “İncil, kötü alışkanlıkların el kitabıdır” dedi. Blog yazılarında da Bush’u, Berlusconi’yi eleştirdi. Bu yüzden de neredeyse tüm ezilenlerin sesiydi.
“Tanrı yedinci günden beri istirahatta”
“Kâinat yaratılana kadar, ebediyette, Tanrı hiçbir şey yapmadı. Sonra, nedendir bilinmez, onu yaratmaya karar verdi. Altı günde yaptı bunu, yedinci gün istirahata çekildi. O günden beri istirahatta. Ebediyen de istirahata devam edecek. Ona nasıl inanılabilir ki?” Saramago’nun bu sözlerini Vatikan hiç unutmadı.
Vatikan’a göre kötülük yayan popülist bir Marksist
Büyülü gerçekliğin büyük kalemi 18 Haziran 2010’da vefat etti. Naaşı, Lizbon’daki Alto de Sao João Mezarlığı’nda yakıldı. Külleri köyü Azinhaga’ya ve Kanarya Adaları’ndaki evinin bahçesine gömüldü.
Vatikan’ın yayın organı, daha cenaze töreni bile yapılmadan “Tanrı’nın varlığını hep reddeden Saramago’nun dünyaya kötülük yaymak için geldiği”nden bahsetti. Onu “popülist bir Marksist” olmakla suçladı. Tabii nasılsa artık tehlike bitmişti. Bir sonraki romanında okuru Vatikan’ın koridorlarında dolaştıramayacağından emindiler.