Adı Jason Porath. Daha önce Dreamworks Animation’da “How To Train Your Dragon 2”, “Croods” ve “Kung Fu Panda 2” animasyon filmlerinin yapımında bulunmuş. Animasyon endüstrisinden ayrıldıktan sonra, şimdi bahsedeceğimiz “Dışlanmış Prensesler” üzerine çalışmaya başlamış. Bu projeyle, zeki, müthiş, güçlü, olağandışı, cesur, vahşi, korkunç ve kusurlu fakat istisnasız hepsi “persona non grata-istenmeyen kişi” olmalarıyla ünlü, tarihi ve efsanevi kadınları çizimlere dökerek özellikle çocuklara anlatmayı hedefliyor. Herhangi bir tarih ya da sanat eğitimi almamasına karşın, çocukların ilgisini çekebilecek rol modellerle ilgili bir iki şey bildiğini düşünen Jason’ın, temelde programlamadan ibaret olan ve aslında çizim içermeyen çağdaş animasyon tarzındaki illüstrasyonlarının ilgi çekmesi sayesinde, proje onun tam zamanlı işi haline gelmiş. Dünya genelinde tarihe adını geçirmeyi başarmış kadınları araştırıp bulmaya ve hikayelerini çizmeye ayırdığı haftada 80 saati dışında, Tesla bobinleriyle müzik yapmaktan hoşlanıyor. İllüstrasyonlarını topladığı kitabı; “Rejected Princesses: Tales of History’s Boldest Heroines, Hellions and Heretics” adıyla bu sene piyasaya çıktı. Bunun dışında sürekli güncellenen bir blog sayesinde prenseslerini internet ortamına taşımış. Bunları filme alınması amacıyla hazırlamadığını söyleyen Jason, şimdiye kadar herhangi bir film şirketine de böyle bir başvuruda bulunmamış. Hiç kimsenin bu kadar çok kadın karakter için, çocuk filmi yapmayı isteyeceğini düşünmüyor. Çünkü bu kadınlar ya çok harikalar ya da çok kötüler ve her iki durumda da oldukça tuhaf varlıklar. Aşağıda Jason’un illüstrasyonlarından seçtiklerimizi sıraladık. Prenseslerin tamamı ise şurada.
1. Hatşepsut: Antik Mısır’ın Unutulmaz Firavunu
Hatşepsut (MÖ.1508-1458) büyük olasılıkla Antik Mısır tarihinin görmüş olduğu en büyük firavunlardan biriydi. O bir suikast sonucu veya savaşla tahtı ele geçirmedi hatta şiddetle alakası dahi yoktu. O sadece yönetti hem de 22 yıl boyunca Mısır’ı çok zekice yönetti. Firavunluğu döneminde çok sayıda mimari ve sanatsal eser yaptıran Hatşepsut’un kabartma ve heykelleri ardılları tarafından yok edilmeye çalışılsa da, bugün dünyanın en çok bilinen Mısır firavunlarından biridir.
2. Corn Maiden: Kızılderili Mısır Tanrıçası
Pek çok kabilede, birbirinden farklı özelliklere sahip bir figür olarak kendine yer bulan Corn Maiden, açlıkla mücadele eden bir kabileden biriyle evlenerek onlardan biri olur. Ne zaman etrafta dolansa, her nasılsa mısır depoları taşacak kadar doluyor ve mısır hasadı son derece bereketli geçiyordu. Fakat Corn Maiden bunun nasıl mümkün olabildiği sorusunun cevabını araştırmamaları gerektiği hususunda etrafındakileri uyarmıştı. Bir gün biri bunu yaptı. Ölmüş bir mısır tanesini Corn Maiden’ın tenine sürünce, o güne kadar yedikleri en tatlı mısır haline gelmişti. Hikayenin bir versiyonuna göre, cadı olduğu için köyden kovuldu, o kovulunca mısırlar yetişmez oldu ve kabile büyük bir hata yaptığını anlayarak onu bulmaya çalıştı fakat bulamadı. Başka bir versiyona göre; kabile cadı olduğuna karar verdikleri Corn Maiden’ı öldürmek istedi. Bunun üzerine Corn Maiden, bu ölümü büyük bir sükunetle kabul etti. Cesedini tarlalarda sürüklemelerini ve sürükledikleri her yerde mısır açacağını söylemeyi de ihmal etmedi.
3. Fredegund: Öldürmeye Takıntılı Kraliçe
Şimdiye kadar karikatürize edilmiş en kötü kadın. MS. 6. yy’da yaşamış bu Marovenj kraliçesinin hikayesi, kraliçe Audovera’ya hizmet etsin diye saraya alınmasıyla başlıyor. Sonra kral Chilperic’in cariyesi olmayı başarıyor. Kral’ı Audovera’dan boşanmaya ikna ediyor ve Audovera’yı sessizce öldürüyor. Chilperic daha sonra Galswintha adında başka bir kadınla evlendiğinde, kadıncağızı yatağında boğarak öldürüyor. Chilperic birkaç gün sonra Fredegund ile evleniyor. Bundan sonra Fredegund kocasının kardeşini ve kocasını da öldürüyor sırasıyla. Ama Fredegund’un yaptığı kötülüklerin en büyüğü bunlar değil. “Ben, şimdi kraliçe olmak istiyorum” diye sızlanan şımarık kızı Rigunth tarafından bıktırılan Fredegund, kızını kralın hazine sandığından kendine uygun mücevherler seçmesi için ikna ediyor. Kız sandığın başına eğildiğinde Fredegud onu sandığın içine ittiriyor ve sandığın kapağını, boynunun üzerine kapatarak onu öldürüyor.
4. Pasiphaë: Minotor’un Annesi
Pasiphae’nin en bilinen hikayesi; kocası Minos’un Poseidon’dan kurban edilmek üzere beyaz bir boğa istemesiyle başlar. Poseidon dileği yerine getirir fakat hayvanı çok beğenen Minos, onu kurban etmekten vazgeçer. Buna kızan Poseidon karşılık olarak Pasiphae’yi lanetleyerek bu boğaya aşık eder. Boğayla çiftleşmek için dayanılmaz bir istek duyan Pasiphae,bunun için mimar ve mucit Daedalus’a tahtadan bir inek yaptırır. Daha sonra bu çiftleşmeden boğa başlı, boğa kuyruklu ama insan bedenli Minotor’u doğurur. Kral Minos, herkese zarar veren bir yaratık olduğu için Minotor’u, Daedalus’un içinden kimsenin çıkamayacak şekilde yaptığı labirente kapattırır. Pasiphae hakkında bilinen diğer bir hikaye ise, kocasının seks hayatını mahvetme becerisidir. Pasiphae’nin aldatıldığını bilen kardeşi Circe, aynı zamanda büyük bir büyücüdür. Minos’un eşini aldattığı her seferinde yılanlar, akrepler, kırkayaklar saçarak boşalmasını sağlayan bir büyü yapar. Pasiphae, ahlaksız ve şehvet düşkünü bir piyon olarak tarihe geçerken daha da garip ve çelişkili olanı, Kral Minos’un da beyaz bir boğa kılığına giren babası Zeus’un, annesi Europa’yı sırtına alarak Girit adasına kaçırması ve orada çiftleşmeleriyle doğmuş olmasıdır.
5. Nzinga Mbande: Angola’nın Annesi
Nzinga’nın (1583-1663) politik hayatı, Ndongo (bugünkü Angola)’nun Portekiz işgaline isyan etmesiyle başladı. Nzinga, tahtın sahibi ağabeyini Portekiz’de hapse atan yetkililerden onun geri dönmesini ve Ndongo’da kalmasını talep etti. Yaptıkları görüşmede Portekizliler, Nzinga’ya sandalye vermeyerek, bir hizmetli gibi yerde oturmasını söylediler. Bunun üzerine Nzinga, kendi hizmetlilerinden birini çağırarak dört ayak üzerinde durmasını söyleyip bir sandalye gibi üzerine oturdu. Müzakereler sonuçlandıktan sonra ise herkesin gözü önünde hizmetlisinin boğazını keserek, Ndongo Kraliçesi’nin aynı sandalyeyi iki kez kullanmadığını söyledi. Kısa bir süre sonra Portekiz, Nzinga’nın kardeşini serbest bıraktı. Çok sonradan itiraf ettiğine göre, tahta geçebilmek için uykusunda kardeşini ve onun oğlunu da öldürdü. Gerçekliği şüpheli olan yukarıdaki bazı bilgiler dışında kesin olan, onun Portekiz’e kök söktüren bir lider, ülkesi için iyi bir yönetici olduğudur. Kardeşini ve ailesini öldürdükten sonra onların gücünü emebilmek için kalplerini yediği, savaş öncesi ritüeli olarak kölelerin başını kestirerek kanlarını içtiği, tüm hayatı süresince 60 güçlü erkekten oluşan bir harem kurduğu, bu erkeklerin onun yatağına bir geceliğine girebilmek için ölümüne dövüştükleri, bazılarının kadın kıyafetleri giydiği, ordusunda erkeklerin aksine çok sayıda kadın savaşçı olduğu diğer kesin olmayan söylentiler arasında. 80 yaşında öldüğünde Portekiz’i Angola’dan çıkarmış, özgür bir ülke haline getirmişti.
6. Mariya Oktyabrskaya: Tank Süren Dul
Çavuş Mariya Oktyabrskaya (1905-1944)’nın kocası İlya, 2. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından öldürülmüş. Bunun üzerine bir tank satın almak için neyi var neyi yoksa satan Mariya, tankına da “Savaşçı Sevgili” adını vermiş. Ordu, başlangıçta onun tankla başa çıkabilme kabiliyetinden şüheci olsa da, tankı sürebildiğini, ateş edebildiğini ve bomba atabildiğini gösteren Mariya, hatta içlerinde en iyisi olduğunu da çabucak kanıtladı. Tankla savaşa çıktığı ilk gün 30 Alman askerini öldürdü ve tank savarlarını aldı. Çatışmanın tam ortasında tankı hareketisiz kalınca, dışarı çıkıp onu tamir etmek zorunda kaldı ve daha çok Alman öldürmek için savaşa devam etti. Kız kardeşine yazdığı mektupta ruhsal durumunu şöyle tarif ediyordu. “Ben ateşle vaftiz edildim. O piçleri yendim. Bazen nefes dahi alamayacak kadar çok kızgınım”. Çatışmanın ortasında yine tankını tamir ettiği bir sırada havan topuna rast gelerek hayatını kaybetti. Sovyet Ordusu’nun en yüksek onur nişanına layık görüldü ve ülkenin en kutsal sayılan mezarlıklarından birine gömüldü.
7. Wu Zetian: Çin’in Tek Kadın İmparatoru
Görselde cariye Wu Zetian (624-705) kendi öz kızını zehirlerken görülüyor. Fakat bu aslında tarihi bir hata. Wu Zetian, kızını boğuyor; suçu rakibi olan imparatoriçeye atarak, İmparator Gaozong tarafından idam edilmesine sebep oluyor. Yine tarihsel kaynaklar şüphesiz ki yanlı olduğundan olayların aslını bilmemiz imkansız. Gerçeklerin ne olduğunu öğrenmek için tarihçiler hala araştırıyorlar. Bazıları, çocuğunu öldürmediğini, sobada yanan kömür ve kötü havalandırma koşulları nedeniyle bebeğin zehirlendiğini söylerken; hiç kimse, Wu Zetian’ın bu olayı rakiplerinden kurtulmak için kendi çıkarına kullandığını inkar edemiyor. Çünkü bundan sonradır ki, imparatoriçe oluyor ve tüm gelenekleri hiçe sayarak, kocasının hasta olmasından da istifade ederek devlet işlerine el atıyor. Onun ölümünden sonra ise yönetmeye istekli olmayan küçük oğlunu tahta geçiriyor. Perde arkasından kararnameler vermek yerine açıkça yönetim toplantılarına katılıyor ve böylece kendi “terör saltanatı”nı başlatıyor. Öncelikle bir kadından emir almak istemeyenlerin teşebbüs ettiği darbe girişimini bertaraf ediyor. Sonraki üç yıl boyunca da Tang Hanedanı’nın sonunu getiriyor diyebiliriz. Sadece 1 yıl içinde 15 ailenin çoğunu vatana ihanet suçuyla infaz etti, bir kısmını da taht odasında kendisinin önünde intihar etmeye zorladı. İntihar görece iyi bir kaderdi Wu için. Kurduğu gizli polis teşkilatının hiçbir işkenceden kaçınmadığı biliniyor. 3 yıl sonunda Zhou Hanedanlığı’nı kurdu ve kendini imparator ilan etti. Binlerce kişinin hayatını yok etmekle birlikte hesap kitap yapmayı çok iyi bilen Wu Zetian, iyi bir kural koyucuymuş ve yolsuzluğun kökünü kurutmayı da başarmış. Yarattığı sivil kontrol birimleri sayesinde yerel ve bölgesel yönetimlerin düzgün bir biçimde işlemesini sağlamış. Burada sıralayamayacağımız bazı ekonomik devrimlerle refaha kavuşan sıradan halk açısından bakıldığında, iyi bir hükümdar olarak hatırlanıyor.
8. Penta: Elsiz Prenses
Bugünün masum zannedilen masallarının geçmiş versiyonlarında korkunç detaylar olduğunu duymuşsunuzdur belki. Mesela Cindirella’nın üvey kızkardeşinin, kaybolan ayakkabıya sığsın diye kendi topuklarını kesmesi… Penta da kral ağabeyinin kendisiyle evlenmek istediği, kendi ellerini kesen ve köpek doğuran bir prenses. Kral, karısı öldüğünde, yeni biriyle evlenmek için bir süre kendine eş aradı fakat karısı kadar güzel bir kadın bulamadı; elbette Penta hariç. “Ben kralım ne istersem yaparım”, düşüncesiyle kendi öz kız kardeşiyle evlenmeye karar verdi. Penta, kralı bu karardan vazgeçirmeye çalışsa da başarılı olamıyor. En sonunda en çok neresini beğendiğini soruyor krala ve elleri olduğu cevabını alıyor. Penta bunun üzerine bir hizmetliden ellerini kesmesini ve bir tepside, kardeşine götürmesini istiyor. Durum kralın hoşuna gitmeyince Panta’yı bir sandıkla okyanusa atıyor. Her nasılsa kan kaybından ölmeyen Penta, nazik bir balıkçı tarafından kurtarılıyor ve fakat balıkçının karısı Nuccia, bu durumdan hiç hoşlanmayıp, Penta’yı tekrar okyanusa atıyor. Masalın bundan sonrasını merak ettiyseniz; bir yerlerden bulup okumalısınız. 🙂
9. Ida B. Wells: Direnişin Prensesi
Rosa Parks’ın ABD’de ötobüs koltuğundan kendisini kaldırmaya çalışan beyaz bir vatandaşa karşı, kalkmayı redderek gösterdiği cesaret dolu direnişi belki duymuşsunuzdur. Fakat ondan tam 71 yıl önce siyahi bir kadın, trende aynı şeyi yaptı. Ida B. Wells (1862-1931), onlarca yılını ABD’deki ırkçılık ve linç kampanyalarına karşı mücadele etmekle geçiren bir kadın. Siyahi İnsanların Gelişmesi İçin Ulusal Birlik (NAACP)’in kurulmasına katkı sağladı. 16 yaşındayken annesi ve babası sarı hummadan ölen Wells, bir iş buldu ve kardeşlerine bakması için bir bakıcı tuttu. 21 yaşındayken bindiği bir trendeki kondüktör, beyaz bir kadını oturtmak üzere yerinden kalkmasını emretti ona. İda reddetti. Bunun üzerine kondüktör şiddet kullanarak zorla koltuğundan kaldırmaya çalıştığında ayaklarını koltuğa bağlayarak direndi. Kondüktör onun giysisinin kolunu yırttı, o da kondüktörü ısırdı. Sonunda bir erkek çetesi onu koltuğundan tartaklayarak kaldırdı ve trenden attı. Bunun üzerine tren şirketine dava açan Wells, davayı kazandı. Daha sonra pek çok yasal maskaralıkla geri alınmış olsa da bu karar; ırkçılık ve linç girişimlerine karşı bir mihenk taşı olarak kabul ediliyor.
10. Şecer-üd-Dürr: Fransa Kralını Esir Alan Sultan
Şecer-üd-Dürr, 122? ile1257 arasında yaşamış, IX. Louis’i savaşta yenerek onu esir alan ve geri vermek için Fransa’nın gayri safi milli hasılasının yüzde 30’unu fidye olarak isteyen üstelik tüm bunları gizlice yapan bir sultan. Memlük sultanı tarafından satın alınan Türk bir cariyeydi. Ondan bir çocuğu olan Şecer-üd-Dür böylece sultan oldu. Bu arada IX. Louis hem Memlük diyarını ele geçirmek hem de Kudüs’ü işgal etmek üzere düzenlediği 7. Haçlı Seferi’yle Mısır’ı işgal etmeye başlamıştı. O dönemde Fransa, dünyanın en güçlü ülkesi, Louis de en korkulan hükümdarıydı. Şecer-üd-Dürr, sultanın kendini pek iyi hissetmediğini söyleyerek kimsenin odasına girmesine izin vermedi ve ölümünü herkesten sakladı. Bu arada sultanın baş komutanı yardımıyla gizlice savaş için hazırlanıyor ve yavaş yavaş ülkenin dizginlerini eline alıyordu. Neticede Fransızları pusuya düşürerek, ordunun büyük bir kısmını öldürdü ve Louis’i esir alarak Haçlı Seferi’ne son verdi. Fransızları derinden sarsan bu aşağılayıcı yenilgi karşısında binlerce çiftçi ve çoban kralını kurtarmak için Mısır’a gitmek üzere ayaklandılar fakat örgütlü olmadıklarından bir işe yaramadı. Sonunda Şecer-üd-Dürr, 400 bin livres tournois (Ortaçağ’da Fransız para birimi) karşılığında kralı ülkesine iade etti.
11. Julie d’Aubigny: Operanın Prensesi
Julie d’Aubigny (1670-1707) nam-ı diğer “La Maupin”, bir kılıç ustası, opera şarkıcısı ve 17. Yy Fransa’sında biseksüel seks hayatıyla ünlü bir kadın. Düellolar, baştan çıkarmalar, mezar soygunları ve hatta manastır yakmaya kadar varan fırtınalı yaşamında iki kez bizzat kral tarafından affedilmiş. Hayatını barlarda, genelevlerde ve kumar oynayarak geçiren babası, XIV. Louis’in üst düzey bir hizmetlisi. Hayatını erkek kıyafetleri giyerek söylediği opera şarkıları ve babasından öğrendiği silah ve kılıç kullanma becerileri sayesinde gösteri düelloları yaparak kazandı. Özellikle kılıç kullanmakta o derece yetenekliymiş ki, izleyiciler çoğunlukla onun kadın olduğuna inanmıyormuş. Sarhoş izleyicilerden biri bir akşam onun erkek olduğunu iddia etmeye kalktığında, herkese yeterli kanıt sağlamak maksadıyla gömleğinin göğsünü yırtarak memelerini göstermiş.
12. Ching Shih: Çin Denizlerinin Prensesi
1775-1844 yılları arasında yaşamış, başında bulunduğu 80 bin kişilik bir korsan ordusuyla 20 yıl boyunca Çin denizlerine hükmetmiş; en sonunda devletten yüklüce bir ikramiyeyle emekli olmuş korsan. Seks işçisi olması dışında önceki yaşamı hakkında pek bir bilgi yok. Gerçek adı bile bilinmiyor. “Kırmızı Bayraklar” adındaki bu korsan ordusunun önceki komutanı Ching Shih’in kocasıymış. Efsaneye göre; kocasının ölümünün peşisıra bütün filo kaptanlarını çağırmış ve hepsinin kaçıp kurtulmayı düşündüğü bir yönetim biçiminden sonra, bir kadının ellerinde kendilerini kanıtlama fırsatını verdiğini söyleyerek liderliğini duyurmuş. Kocası küstah ve bağırarak konuşan biriymiş o ise, sessiz ve kurnaz. Kocasının yanında geçirdiği süre boyunca onun karısı değil; sevgilisi, evlatlığı, sağ kolu Chang Pao adlı karizmatik bir erkek olarak gemidekilerin saygısını kazanmış. Sonrasınd da bu adı kullanmaya devam eden Ching Shih, pek çok asi korsan gemisini “Kırmızı Bayraklar” filosu altında birleştirmiş. Oldukça sert kurallar altında yönettiği filo, durdurulamaz bir hale gelince, 1809’da Çin hükümeti Portekiz’in yardımıyla bir koyda filoyu sıkıştırarak kendisine bir suikast girişiminde bulunmuş, ama başarılı olamamışlar. Hiçbir gemisini kaybetmeyen korsan filosu, 40 adamını kaybetmiş. Hükümet yetkilileri utanç içinde Ching Shih’in intihar ettiğini bildiren sahte bir rapor hazırlamışlar. Ching Shih 69 yaşında öldüğünde ise, İmparator tarafından kendisine verilen “İmparatorluk Genelkurmayı Altın Ejderhası” ünvanını taşıyan bir Çin prensesiymiş.
13. Iara: Gölün Leydisi
Brezilyalıların efsanevi savaşçı denizkızı. Iara bir Amazon kabilesinin ruhani şefinin nazik, güçlü, cesur kızıydı ve büyüdükçe herkesten daha güçlü ve yetenekli bir savaşçı haline geldi. Kıskanç iki erkek kardeşi dışında herkes onu çok seviyordu. Iara’nın yeteneklerinin gölgesi altında yaşamaktan bıkan iki kardeş onu öldürmeye karar verdiler. Fakat onun gücüyle başa çıkamayacaklarını bildikleri için uyumasını beklediler. Yanlışlıkla sarstıkları için Iara’nın uykusu hafifledi ve yarı uykulu Iara, kendini savunmak adına iki kardeşini birden öldürdü. Kardeşlerin Iara’yı öldürme planlarından habersiz olan babası, onun “ama önce onlar başlattı” savunmasına sağır kalarak kızını avlamaları için kabilesinin geri kalanını seferber etti. En sonunda kabile üyeleri onu yakalayıp boğdular ve bir göle attılar. Ölü Iara, su altında bile kendine arkadaşlar aramaya devam etti. Balıklar onun çok tatlı biri olduğuna karar verdiler ve onu yarısı balık bir insana dönüştürdüler. Onu rastlayıp da sesinin ve görünüşünün güzelliğiyle büyülenen erkekler bir versiyona göre Iara’nın yemeği oluyor, başka bir versiyona göre ise, Iara onları kendi gibi yarı balık yarı insan birer deniz adamına dönüştürüyor ve onlara gayet iyi davranıyor. Kadınlara ne yaptığı konusu ise hikayeye göre belli değil.
14. Sermerssuaq: En Güçlü ve En Tuhaf Eskimo Kadını
Hikayeye göre; hiçbir erkeğin bilek güreşinde yenemediği bu Eskimo kadını, sadece üç parmağının ucuyla bir kayığı kaldırabiliyormuş. Tek bir yumruğu ile bir foku öldürebiliyor bir tilki ya da tavşanı anında paramparça edebiliyormuş. Yendiği bütün erkeklerin testisleriyle dalga geçen 9 çocuk annesi Sermerssuaq, bir tilki derisi ile kapatılamayacak kadar büyük olan klitorisini göstererek hava atmayı da pek severmiş.
15. Viśpálā: Savaşçı Kraliçe
Hint kutsal metinleri olan Rig Veda’da tarihin ilk protez bacağının sahibi bu dişi varlığın bir kraliçe mi yoksa bir at mı olduğu tam olarak belli değil. Ashwins adındaki at başlı tanrılar, altından atlı bir araba içinde etrafta uçarak hastalara şifa veriyor, hediyeler dağıtıyor ve gündüzü geceye çeviriyorlarmış. Maalesef Viśpálā hakkında, devam eden Khela adlı bir savaş ya da yarışta kaybettiği bacağının yerine verilen demirden bacak dışında başka bir bilgi yok.
16. Eréndira: Atınızı Nasıl Eğitirsiniz?
Yabacılar, kocaman ve garip canavarlarla şehrinizi istila ediyorlar. Büyük çaba sarf ederek bu yabancıların büyük bir kısmını öldürüyor canavarlardan geriye sadece birini bırakıyorsunuz. Biraz korkmuş, kafası karışmış bu canavarı tanrılara kurban etmek isteyen babasının fikrini değiştirip, canavarla arkadaş olup, yabancılara karşı saldırılarda kullanmaya ikna eden Maya kabilesi Purepecha’nın prensesi Eréndira. Bu hikayenin işgalci İspanyollar dışındaki kötü adamı Nanuma’nın ise amacı Eréndira’yla zorla evlenerek güç kazanmak. Fakat Eréndira’nın böyle bir planı yok. Bir süre sonra Nanuma, evlerine saldırarak Erendira’nın anne-babasını öldürür. Eréndira, atın sayesinde ormana kaçmayı başarır. Ormandan döndüğünde İspanyolların şehrini işgal ettiğini ve altınlarını yağmaladığını görerek halkını isyana çağırır. İsyan neticede başarısız olur. Eréndira ya intihar eder ya da sürgüne gider, atına ise ne olduğu bilinmiyor.
17. Annie Jump Cannon: Modern Astronominin Kraliçesi
Yaşadığı çağın bir kadın olarak kendisine dayatılan tüm sosyal kurallarını bir tarafa attı ve içinden gelen gerçek çağrıyı takip etti: Yıldızlar. 1863-1941 yılları arasında yaşamış Annie’nin hikayesi 33 yaşındayken başladı. Annie yıldızların haritalandırılması üzerine çalışmayı çok seviyordu. Bu konuda müthiş bir hafızası ve yeteneği vardı. 1900’lerde Harvard Gözlemevi’nin başındaki Edward Pickering’in, herkesin “Pickering’in Haremi” adını taktığı sadece kadınlardan oluşan ve görevleri astronomi analistliği olan bir ekibi vardı. O zamanlar sadece erkeklerin okutulduğu Harvard’da öğrencilerin beceriksizliğinden bıkan Pickering, kadınların daha detaylı işler çıkartacağını ispatlamak üzere bu ekibi kurmuştu. Annie de ekipteki dahiydi. Ona “Harvard’ın ilk bilgisayarı” demek yerinde olur. Kısa zaman içinde olağanüstü bir astronom olan Annie, yıldızların sınıflandırılması için kullanılan devasa “astronomik spektrografi kataloğu” üzerinde çalışmaya başladı. Kullandıkları sınıflandırma sisteminin yetersiz olduğunu farkeden Annie, A, B, C, kategorileri altında toplanmış olan yıldız kataloğuna bugün hala küçük değişikliklerle kullanılan O, B, A, F, G, K, M, R, N, S sınıflandırmalarını ekleyerek 1910’da “de facto” standart haline getirmiş kişi.
18. Zelia Nuttall: Meksika Arkeolojisinin Kraliçesi
1857-1933 yıllarında yaşamış Zelia, o dönemin şartlarında, boşanmış ve tek başına yaşayan bir anne olarak hem Meksika arkeolojisinin çalışma alanını genişleten hem de onu fırsatçı ve kalitesiz insanlardan korumaya çalışan bir bilim kadını. İlk arkeolojik kazılarının sonuçlarını kaleme aldığı makalesi, kadınların içeri dahi alınmadığı o dönemde, 47 yıl boyunca Harvard’da Özel Asistan pozisyonuna sahip olmasını sağladı. Fetih öncesi Meksika kültürüne ait yazıları en eksiksiz biçimde deşifre etti. Sir Francis Drake’in Dünya Fuarı’nda sunulan el yazmalarını ortaya çıkardı. Finansörü Phoebe Hearst ile ortaklık kurarak, kültürel miraslarını korusunlar diye yerel hakı eğitmek amacıyla bir okul kurdu. Onun en ünlü öğrencilerinden olan Manuel Gamio, sonradan Meksika’nın en ünlü arkeologlarından biri oldu.
19. Rosalind Franklin: DNA’nın Unutulan Kaşifi
“20. yüzyılın en önemli bilimsel keşfi” sayılan DNA için 1962’de Nobel ödülü alan James Watson, Francis Crick, bu ödülü kabul ederlerken, başarılarını borçlu oldukları birini, üstelik bu buluşun büyük bir kısmını gerçekleştiren parlak bir bilim kadınını göz ardı ederek adını dahi ağızlarına almadılar. O kadın 1958’de henüz 37 yaşındayken kanserden ölen Rosalind’di. Bir kadın, bir bilim insanı ve bir savaşçı: Rosalind nadide bir karışımdı. Yahudi inancına göre yetiştirilmesine karşın, küçükken “Tanrı’nın erkek değil de kadın olmadığını nereden biliyorsunuz?” diye soracak kadar otoriteyi sorgulayan biri. Cambridge’e kabul edilebilmek için profesörlerini, kendisine en zor matematik sorularını sormaları için zorlayan ve en sonunda okula girmeye hak kazanan bir kadın. Kaba bir kadın değilmiş fakat iyi kurulmuş argümanları sever ve bunun fikirlerini bilediğini düşünürmüş.