Boşa atmadık bu başlığı, gerçekten de çok çok çok ortak noktamız var Lizbon’la ve Lizbonlularla.
Türkiye’de ama özellikle de İstanbul’da yaşamış bir insan hiç bir adaptasyon sorunu çekmeden yaşayabilir Lizbon’da, hem de çok daha ucuza ve çok daha keyifli. Ne derseniz bi denesek mi?
Buyrunuz iki şehir ve iki kültür arasındaki dev benzerlikler ve Lizbon’da yaşamak ya da tatile gitmek için harika sebepler… ListeList Seyahat, İstanbul Lizbon turu projesini onurla sunar!
1- İçinden deniz gibi dev bir nehir geçiyor
Bir çok yabancı İstanbul Boğazı’na nehir diyor. Bu anlamda iki şehrin de içinden su geçiyor. Lizbon’daki dev Tagus Nehri de ülkeyi kat ederek Atlantik Okyanusu’na dökülüyor. Hatta dökülürken Batı Avrupa’nın en büyük halicini de oluşturuyor. Yani onlarda da boğaz gibi büyük bir su yolu ve bir de haliç var; adeta kardeş şehir.
2- Şehrin simgesinde bile deniz kokusu var
Tagus Nehri’nden yansıyan güneş ışıkları ve okyanusun sonsuz açıklığı, Lizbon’a benzersiz bir aydınlık ve özgürlük hissi veriyor. Şöyle düşünün, Amerika kıtasına kadar arada hiçbir kara parçası yok, yalnızca uçsuz bucaksız koca Atlantik! Nasıl, oldukça iç açıcı bir atmosfer değil mi? Resimde görünen aydınlatma direğinin üzerindeki kalyon, şehrin de simgesi.
3- En çok tepe kimde var?
İkimizde de! İnanmazsınız Lizbon litaratürde 7 tepeli şehir olarak geçiyor. Bu tepelerin bazılarından İstanbul’u andıran manzaralar görmek de mümkün. Lizbonlular bu tepelerde konuşlanmış kafelerde buluşuyor ve zaman geçiriyor. Portas do Sol, Sao Pedro de Alcantara, Graca ve Santa Catarina bu tip manzaralı tepeler.
4- Peki, en çok köprü kimde var?
Sürpriizz, ikimizde de. Bizim Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne karşılık, Lizbon’un 3. maddemizde gördüğünüz 25 Nisan Köprüsü ve hemen üstte gördüğünüz Avrupa’nın en uzun köprüsü olan Vasco De Gama’sı var.
Vasco De Gama o kadar uzun ki üzerinden geçmek dakikalar alıyor. Gerçi iş saatlerinde bizim köprüleri geçmek de saatler alıyor; bakınız bir benzerlik daha. Vasco De Gama köprüsü tam 17 kilometre, deniz üzerindeki kısım ise 10 kilometre. Bizim üçüncü köprü projesiyle bu denge bozulacak. Bu vesileyle bir kere daha: Hiç sevmiyoruz, seni hiç! Üçüncü köprüyü is-te-mi-yo-ruuuz…
5- Ayakkabı boyacısı var daha ne olsun
Avrupa’da nadir görebileceğiniz, hatta dünyada sadece ülkemizde var sandığımız bu şahane olay Lizbon sokaklarının normal görüntülerinden. Ayakkabınıza hem de burayla aynı fiyata ya da daha ucuza pasta cila çektirebilirsiniz. Yani nasıl desek, al Lizbon’u, yasla deniz tarafından Sultanahmet’e, valla da sırıtmaz billa da sırıtmaz. Sanırsın komşu semt.
6- Avrupa’nın en iyi iklimi
Madrid, Roma ve Atina’dan daha fazla güneş alan şehir hangisidir? Tabii ki Lizbon. Peki ya İstanbul? E bizim durum da hiç fena sayılmaz hani. Akdeniz iklimi etkisindeki iki şehrin sıcaklık eğrisi neredeyse aynı. Hatta bizim yazlarımız daha sıcak ve bunaltıcı.
Ne Alman’ın meymenetsiz havası, ne Kuzey’in beton grisi bulutları, ne de Balkanların lanet soğuğu, Lizbon hepsinin ortalaması dostum… Son günlerde İstanbul’a dadanan hortumlar mı? Portekiz’in bir yanı komple okyanus. Hortum istersen o da var vatandaş yalnız değilsin!
7- Mutfak, lezzet, damak tadı, oh, çok güzel, ıııımmm, mis, ağzımızın suyu, dayanamiciiiz…
“Ay şekerim Türk mutfağından daha iyisi de yok vallaa… Yurt dışına çıktığımızda mecburen hep mek danıld hep börgır kiing”
Şimdi ayıp olmasa burdan direkt “o sizin saftirikliğiniz” yazardık ama ayıp olabilir diye yazmıyoruz. Yurt dışına çömlekte pastırmalı kuru fasulye hayaliyle mi çıktın arkadaş? Gezmek, demek farklı kültürleri merak etmek, gördüklerini deneyimlemek demek değil mi? Mutfak kültürü bunlardan en önemlisi değil mi? E bi zahmet biraz sor soruştur ama diil mi yani.
Burası Avrupa, kesin domuz eti vardır diye korkma hemen, denizde domuz yok ki. Lizbon deniz ürünleri için tam bir cennet. Bu konuda maalesef tıpkı İstanbul diyemeyeceğiz. Olsa olsa eski İstanbul deriz. Maalesef zaman geliyor Çanakkale’nin küçük prensi sardalyayı bile Portekiz’den ithal ediyoruz. Olsun sonuçta bir balık kültürümüz öyle ya da böyle var demeliyiz.
8- Denizde dalga, hoş geldin abla, eteğini topla, tango’ya başla!
Oeiras ve Cascais bölgesi ve civar alanlarda sayısız plaj var. Bir saatlik zaman diliminde muhteşem plajlar keşfedebilirsiniz. Zaten Portekiz dediğiniz hepi topu Konya’nın iki katı yüz ölçümünde bir memleket. Bir ucundan girdiğinizde diğer ucundan çıkmanız 2 saat sürüyor.
İstanbul’umuzun plajları Lizbon kadar çeşitli olmayabilir; ama var mı var. Hem Marmara hem de Karadeniz tarafında denize girmek için seçenekler bulunuyor.
9- Çin çin çi çin! Nostaljik tramvay
Lizbon’un simgelerinden biri de nostaljik tramvayları. Onlarınki sarı, bizimki kırmızı; ama iki şehrin havasına da güzel bir tat katan tramvayları var. Bu sarı tramvaylarla yaklaşık 10 kilometrelik bir hat üzerinde Lizbon turu yapabilir, yerel halkla iç içe olabilirsiniz. Unutmadan çoğu Lizbon’lu İngilizce bilmez. Çok da problem olacağını sanmıyoruz, neticede İstanbul’un durumu da pek farklı sayılmaz.
10- Avrupa’nın, Afrika ve Latin Amerika’ya en yakın köşesi
Evet tam anlamıyla bir köşe… İspanya’nın hemen ucunda, kendine eşsiz bir köşe kapmış Portekiz. Bir yandan Akdeniz üzerinden Afrika’ya bakıyor, diğer yandan okyanus üzerinden Latin Amerika’ya. Coğrafya olarak biraz zorlarsak biz de bu tip bir konuma çok uzak sayılmayız hani. Kıbrıs üzerinden orta doğu kapı komşu sayılır. Üstelik kıtalar arasında köprü vaziyeti denilince akla hemen İstanbul gelir.
İş çok kültürlülüğe gelince de birbirimize hayli benziyoruz; ancak bu kültürel yapının toplumsal hayata etkisi Portekiz’de bizdekine nazaran çok üst düzeyde. Biz birbirimize pek tahammül edemezken, Lizbon’un her yanında Afrika ve Latin etkisi hissediliyor. Şehrin parklarında, gece kulüplerinde Bossa Nova’dan Tango’ya her ritme rastlamak mümkün.
11- Gözü yaşlılık, bağrı yanıklık, dram dram dram…
Lizbonlular yaşamayı çok seviyorlar ama yaşamın dram tarafını da es geçmiyorlar. Deli festivaller, ritmik müzik, egzotik içkiler ve fado! Zamanın sıkı sömürgeci ülkelerinden olan Portekiz tam bir denizci memleketi. Vasco da Gama ve Macellan, Portekizli diyelim gerisini siz hesabedin. İşte bu deniz memleketinde gemiciler okyanusa açıldıktan sonra geriye dönüp dönemeyecekleri belli olmazmış. Limanda onları uğurlayan eşlerinin yürekleri hep acılı kalırmış. Gemicilerden haber gelmeyince kadınların denize karşı yaktığı ağıtlar zamanla bir halk müziği türü olan fado’ya dönüşmüş.
Acıklı müziğin her türü bizde de mevcut. Az mı ağıtımız var? Ya da koskoca bir arabesk gerçeği yanık yanık salınmıyor mı şehrin farklı köşelerinde? Yahu en çok eğlendiğimiz düğünlerde bile kına gecesi diye bir gelin ağlatma kafası yok mu? Kesin Lizbonluyuz.
12- Lizbon’da kaybolmak çok güzel iki gözüm…
Lizbon, Atina’dan sonra Avrupa’nın en eski başkenti. Eğer, İstanbul’da bir başkent olsaydı, dev tarihiyle ikisinden de aşağı kalmayacaktı. Bu eski ve sağlam kültür şehrin sokaklarında ve yerleşim yerlerinde derinden hissediliyor.
Izgara misali kesişen bulvarlar, şehrin eski yerleşim birimlerine doğru uzadıkça yerini dar arnavut kaldırımlı sokaklara, bizim Prens Adaları’ndaki gibi şirin, samimi yapılara bırakıyor. Hatırlatmadan geçmeyelim, kaybolma işini abartmayın, bilmediğiniz bir köşede çok temiz soyulabilirsiniz; tıpkı İstanbul gibi.
13- Futbol, Lizbon’da da bir din
Sporting Lizbon’lu Ricardo Quaresma’ya az gönül vermedi boğazın şövalye ruhlu çocukları. Ya, o dağ gibi Almeida’ya? Hatta bunlarla birlikte gelen bir Simão Sabrosa vardı ki! Ah be oğlum üçünüz de bi halta yaramadınız, kofti sardalyalar* sizi. Bakın olayı Manuel Fernandes’e getirmedim daha; çünkü elime ayağıma titreme geliyor sevgili okur.
Lafı fazla uzatmayalım, İstanbul nasıl 3 büyük tarafından bölünmüşse, Lizbon’da aynı kafada. Onların tutkunluğu ise Benfica ve Sporting. İki kulüp taraftarları birbirlerinden nefret ediyor. Her ne kadar transferlerle yüzümüzü pek güldürmemiş olsalar da, biz ListeList olarak Sportingliyiz! Yukarıdaki videoda akıllarınca idman basmaya gelen Benficalı apaçileri bizim çocuklar geri püskürtüyor.
*Lizbon’un sardalyası çok meşhurdur, neredeyse milli yemek gibi.
14- Gerçek kahve diyarı
Portekiz, hin bir sömürge imparatorluğu olduğu dönemlerde dünyanın en sağlam kahve üreticileri olan, Brezilya, Angola ve Doğu Timor’u yönetmiş. Haliyle çılgın bir kahve kültürleri oluşmuş. Şehirde gerçekten de dünyanın en güzel espresso’larını içebilirsiniz. Lizbonlular bir tek atmalık kahveye “bica” diyorlar. Burada kahve gerçekten bir sanat ve tutku. Bu tutkunun tadına tarihlerinden pek ödün vermemiş şirin kafelerde yani “pasteleria”larda varabilirsiniz.
Keşke bizim de taze çekirdekten evde çektiğimiz kahve kültürümüz eriyip gitmeseydi de, Güney Amerika’dan ülkemize itelenen dandik kahve küspelerine kalmasaydık. Yoksa bizim imparatorluktan da bugünlere yadigar kadim bir kahve kültürümüz var. Ama yaygın inancın aksine ülkemize giren kahve Yemen’den falan değil, Latin Amerika’nın en kötü harmanlarından derleniyor. Yine de enseyi karartmamalı, Lizbon’dakine yakın bir kaliteyi Beyoğlu Mandabatmaz’da yakalamak hâlâ mümkün.
15- Tarih, kültür, depresyon
Belém Kulesi-1515
Söz imparatorluktan açılmışken devam edelim. Portekiz zamanının sınırları Avrupa’yı aşmış en kral imparatorluklarındandır. 1139 yılında kurulan bu krallık 1910 yılında cumhuriyetin ilanına kadar 711 yıl hüküm sürmüştür. 1299 – 1922 yılları arasında var olan ve cumhuriyetin ilanıyla son bulan (aslında cumhuriyetin ilanından önce de son bulmuştu da o başka yazının konusu olsun) Osmanlı İmparatorluğu’da, Portekiz gibi bir dönemin en güçlü yönetimlerindendi ve tıpkı Portekiz gibi 700 yıla merdiven dayamıştı.
Portekiz, Avrupa’nın en zengin ülkesi oldukları o günleri hâlâ özlemle anar ve ticaret yollarını elinde tutamamanın acısını bugün halâ çeker. Dönemin ticaret ve devlet tarihini anlatan müzelerin duvarlarında yapılan hatalardan ders alınması gerektiğini gösteren çizimler vardır. Bu arada Portekiz sanat turunuza Sao Carlos opera binasını, Gulbenkian Müzesi’ni ve Berardo’yu eklemeyi unutmayınız.
16- Vişne likörü
Vişne likörü deyip geçme arkadaş, bu Lizbonluların yaptığı bir başka oluyor. Ginjinha derler adına, “cjincinya” diye şahane bi telaffuzu da var. İnsan üj bejj tane yuvarladıktan sabahtan akşama kadar kaldırımlarda dolanıp, okyanusa karşı “cincinyaa hüleayn” diye haykırmak ister. Nooldu, belki bizde fado böyle amigo! Yukarıdaki videoda alemin en fantastiko Ginjinha’sını yapan mekanı görebilirsiniz. Aile, 1840’tan beri tam 5 jenerasyondur aynı işi yapıyor. Tatları tam bizim vişne likörü gibi değil de sanki vişne likörümsü bir demirhindi şerbeti gibi diyebiliriz.
17- Lizbonlu Tatliş Adiloş
Biz de yok mu likör kültürü? Olmaz mı, eskiye nazaran azalsa da kadim bir nane likörü kafamız olmuştur her devirde. Adile Naşit’in “Beterin Beteri Var” filmindeki: Aaa, içki de içiyolaar! Aa nane likörü, bayılırım! Diyerek şişeyi direkt kafaya dikip aleme katılma sahnesi unutulur mu?
18- Yap abime ortaya karışık!
Ortaya karışık ekolü Lizbon’da da var. Bu sistem mutfak kültüründe çeşit ve zenginlik olduğunda devreye giriyor. Türlü deniz ürününün en tazesi ciddi manada tam kıvamında pişirilerek sofraya geliyor. Kabuklu kabuksuz deniz ürünleri, her türlü yumuşakça ve mürekkep balığı bizdeki kasıntı balık restoranlarından çok daha basit, ucuz ve usulünde hazırlanıyor. Yalnız onların da bizim buraya geldiklerinde ocakbaşında akılları uçuyor. Şahit olmuşluğumuz var, “Kaa rıı şık oll sunnn şişkabab” derken gözleri kayıyor fakirlerin.
19- Akvaryum’un hasstasıyısss
Dünyanın en büyük akvaryumlarından biri olan “Oceanarium” gerçekten de günlerinizi verebileceğiniz ihtişamda. Akvaryum’da dev ay balıkları, nadide deniz anaları, egzotik böcekler ve belgesellerde dahi göremeyeceğiniz okyanus türleri yer alıyor. İstanbul’umuzun da bir akvaryumu var; güzel bir girişim ama keşke galeri düzenlemesi ve akvaryumun eğlence harici işlevleri konusunda “Oceanarium” örnek alınsaydı. Bizim akvaryum şu anda sadece Lizbon’dakinin amblemini örnek almış gözüküyor.
20- Çamaşır asmaca
Lizbon’da bir barın sokağa atılmış masasında otururken tepenize şip şip damlayan şey az önce teyzenin astığı çamaşırlardır. Karşılıklı evler arasında gerilmiş ipler, insana eski Aksaray’ı, Samatya’yı, Tarlabaşı’nı hatırlatır. Buraya “Beyaz Şehir” denmesine kanmayınız, evleri pastel renklere boyalı bir masal diyarı gibidir.
21- Çok enteresan bilgi geliyor sıkı durun
İnsan gezmeye gitmişken sinemaya girer mi; yani girmez herhalde… Ama İstanbul-Lizbon benzerliğini vurgulayacaksak bu konuya da değinmeli. Avrupa’daki diğer şehirlerin aksine yabancı filmler Lizbon’da orijinal dillerinde oynuyor. Yani oldu da Lizbon’da bir Hollywood filmine girdiniz, mesela Almanyadaki gibi Jennifer Lawrence’ı “ABA YAAĞH, NATÜRLİĞH BİN İHĞ ŞÖÖN” derken bulmuyorsunuz. Tıpkı İstanbul’daki gibi Lizbon’da da filmler kendi dillerinde oynuyor.
22- Pazarlar, yerel ürünler
İstanbulumuzda mevsiminde mantarıyla, köy ürünleriyle meşhur Kastamonu pazarı, içinde balıkçısı kalmamış Balık Pazarı varsa Lizbon’da da Mercado da Ribeira Pazarı var. Burası 132 yıldır faaliyet gösteren çok renkli bir pazar. Egzotik sebze meyvelerden, bebek ahtapotlara ne ararsanız bulmanız mümkün.
Bu kadar anlattık umarız merakınız biraz kabarmıştır da bu güzel memleketi bir ara ziyarete gidersiniz. Ha, Lizbon çok havalı gelmedi, illa Barcelona, Madrid kafasındaysanız ona da tamam; Madrid-Lizbon arası easyJet türevi havayollarıyla 70 törkish liras falan tutuyor; bi uğrayın pişman olmazsınız.
Okuyucu Bonusu: Kestane
Odun ateşinde yapılan Kestane kebabı okuyucumuz Serkan Gönül’den yorum olarak geldi. Bu güzel katkıyı listeye koymazsak olmazdı. Serkan gözden kaçırdığımız bu harika maddenin ayrıntısını da atlamamış: Lizbon’da kestanenin koyulduğu kese kağıdı birbirine yapışık iki hazneden oluşuyor. Haznelerin birine kestaneler diğerine kabuklar atılıyor.