Tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuş birçok olay vardır ki, keşfedildiklerinde insan doğasına dair bildiklerimizi sorgulatır. 1965 yılında, Güney Pasifik’in ortasında unutulmuş bir adada yaşanan bu olay da onlardan biri. Altı çocuk, hiçbir yetişkinin olmadığı, medeniyetten tamamen kopuk bir adada tam on beş ay boyunca hayatta kalmayı başardı. Ama asıl etkileyici olan, sadece fiziksel olarak hayatta kalmaları değil; bu süre zarfında aralarındaki bağı, dayanışmayı ve insan ruhunun iyiliğe olan eğilimini kaybetmemiş olmalarıydı. Bu hikâye, Sineklerin Tanrısı gibi karanlık bir distopyanın aksine, gerçek hayatta umutla yazılmış bir hayatta kalma anlatısıdır. Karanlığın değil, dayanışmanın galip geldiği, gençlik cesaretiyle örülmüş bir mucizenin hikâyesidir. Ve her ne kadar bir roman kurgusu gibi dursa da, bu yaşanmış bir gerçektir. İşte ıssız bir adada hayatta kalan altı çocuk ve ilginç hikayeleri…
Bir düşünün… Altı genç çocuk, okyanusun ortasında ıssız bir adaya düşüyor
Ne bir yetişkin, ne de bir kurtuluş umudu var. Aklınıza hemen Sineklerin Tanrısı mı geldi? Yani o meşhur romandaki gibi herkesin birbirine düştüğü, karanlık bir içgüdünün ortaya çıktığı distopik bir senaryo ama hayır! Bu çocuklar bambaşka bir hikâyenin kahramanları oldular. Gerçek hayatta yazılmış, dayanışma, dostluk ve umudun zaferini anlatan bir hikâye.
Yıl 1965
Yer: Güney Pasifik’in cennet gibi ama terk edilmiş bir adası: ‘Ata. Sione, Stephen, Kolo, David, Luke ve Mano isimli altı genç, Tonga’nın başkenti Nuku’alofa’daki disiplinli bir Katolik yatılı okulunda okuyorlardı. Ancak gençlik sabırsızdır, sıkılır. Onlar da hayallerinin peşine düşmeye karar verdiler. Fiji’ye, hatta Yeni Zelanda’ya gitmeyi planladılar. Büyük bir kaçış planı! Ama hazırlıkları pek de iddialı sayılmazdı: İki torba muz, birkaç hindistan cevizi, bir gaz ocağı. Hiç hazzetmedikleri bir balıkçı olan Taniela Uhila’nın teknesini ödünç aldılar.
Gece denize açıldıklarında her şey sakindi. Ta ki fırtına çıkana kadar… Gecenin ilerleyen saatlerinde tekne hasar gördü. Yelken, dümen, çapa… Hepsi mahvoldu. Sekiz gün boyunca okyanusta sürüklendiler. Ne yiyecek kaldı, ne su. Sonunda, göz alabildiğine yalnız ve unutulmuş bir yer olan ‘Ata adasına vurdular.
Ama işte burada mucize başladı
Çocuklar ağlamadı, isyan etmedi. Bir lider seçip “haydi birlikte yaşayalım” demediler belki, ama içgüdüsel olarak organize oldular. Gözcülük sistemi kurdular. Bahçe yaptılar. Ağaç kütüklerini oyup yağmur suyu topladılar. Ateşlerini hiç söndürmediler. Hatta boş zamanlarında bir parça odun, hindistan cevizi kabuğu ve altı adet çelik telle kendi gitarlarını bile yaptılar. Akşamları birlikte dua edip şarkı söylediler. Kavga olduysa bile kısa sürdü. Gerekirse birbirlerinden uzaklaştılar, dinlendiler ve yeniden barıştılar.
Hatta Stephen adını taşıyan biri bacağını kırınca, diğerleri ona ilkel ama etkili bir ilk yardım uyguladı. Çubuklarla desteklediler, yapraklarla sardılar. Bacağı iyileşti. Gerçekten de insan ruhunun ne kadar dirençli olabileceğinin canlı bir kanıtıydılar.
Bu şekilde 15 ay geçti. Evet, tam 15 ay! Onlar oradayken, memleketlerinde aileleri çoktan yas tutmuştu. Cenazeleri bile düzenlenmişti.
11 Eylül 1966’da, Avustralyalı deniz kaptanı Peter Warner, adanın yakınından geçerken dağlık kıyılarda siyah yanık izleri fark etti
Tropik bölgelerde yangın kolay kolay kendi kendine çıkmazdı. Merak edip yaklaştığında, saçları omuzlarına dökülmüş çıplak bir çocuk tekneye doğru yüzmeye başladı. Ardından beşi daha! Gülüyor, ağlıyor, bağırıyorlardı. Yaşıyorlardı!
Warner, telsizle Tonga’ya bağlandı. “Altı çocuk buldum” dedi. Karşıdan gözyaşları içinde şu yanıt geldi: “Onları mı buldunuz? Onlar ölmüştü! Eğer gerçekten onlarsa… bu bir mucize!”
Ama işler hemen toz pembe olmadı. Ülkeye döndüklerinde çocuklar tutuklandı. Çünkü “ödünç aldıkları” teknenin sahibi dava açmıştı. Neyse ki Warner sadece kaptan değil, aynı zamanda iyi bir kalbe sahip bir adamdı. Hikâyelerinin yayın haklarını satarak kazandığı parayla tekne sahibine yeni bir tekne aldı. Çocuklar serbest kaldı.
Ama hikâye burada da bitmedi
Issız bir adada hayatta kalan altı çocuk hikayesi yazımızın sonuna geldik. Warner, bu altı kahramanı kendi balıkçı teknesine mürettebat olarak aldı. Onlara sadece bir iş değil, yepyeni bir hayat sundu. Pasifik okyanusunun ötesine geçmelerini sağladı. Onlar da bu şansı sonuna kadar değerlendirdi.
Bu altı gencin hikâyesi, bize insan doğasının karanlıkla sınırlı olmadığını gösteriyor. Hayatta kalmak için birbirini ezmek gerekmez. Aksine, destek olmak, paylaşmak ve birlikte üretmek de mümkündür. Sineklerin Tanrısı’ndaki gibi değil çok daha umut verici, çok daha gerçek bir anlatıydı bu.