Dilimiz, canım dilimiz deyimleriyle, atasözleriyle, tepki vermek amacıyla kullanılan geniş yelpazesiyle ziyadesiyle zengin. Aşağıda sayacağımız haller pek tabii çoğaltılabilir.
Bir dilin kaynağını çıktığı yerin coğrafyasından, geleneğinden ve kültüründen aldığı düşünülürse bir “yüz görümlüğü” kavramını İngilizce’ye çeviremeyiz tabii ama amacın o olduğunu kim söylemiş ki zaten?
Aşağıda gördüğünüz kelime ve sözcük gruplarının her birini bir ‘öküz’ İngilizce öğrenmiş de çevirmiş gibi düşünmeniz yararınıza olacaktır.
Milli olmak, being national
Being national. Evet! Argo bir kelime grubu olan bu naçizane deyimimizi İngilizce’ye çevirmeye çalıştığımızda böyle bir sonuç elde ediyoruz. “I became national.” dediğinizde en iyi ihtimalle ulusal çapta ünlendiğinizi sanacak olan insanların kafa karışıklığını gidermek için först taym först taym diye canhıraş çığlıklarla bağırmanız daha yerinde olacaktır, muhtemelen.
Vıdı vıdı etmek, making vıdı vıdı
İngilizce’de buna yakın bir anlamı olduğunu tahmin ettiğimiz bir karşılık vardır tabii ki, “cut the crap” veya “cut the bullshit” gibi, lakin ikileme ve pekiştirme yönünden fakir bir dil olan İngilizce yine bir “Vıdı vıdı etme lan” cümlesi söz konusu olduğunda “Don’t make vıdı vıdı, yo” gibi absürd bir karşılıkla sizi yanıltmayı başarıyor.
Oturtma, potato sitting
Patates, kıyma ve türevleriyle yapılan bu tencere yemeğini “Potato sitting” veyahut “Making potato sit down” şeklinde çevirebiliyoruz çevirmesine ama, hayatımızın hatasını yapıyoruz muhtemelen. O tencereyi alıp “Siz ne anlarsınız sulu yemekten!” şeklinde yerlere saçarak havalı çıkışınızı yapıp ortamdan sözlükle uzaklaşmanız faydalı olacaktır.
Cırcır
Terim olarak karşılığı bulunsa da bizim ilgilendiğimiz kısım Türkçe’nin kelimeleri onların ses veya durum karşılığına göre oluşturması. Cırcır ise buna mükemmel bir örnek tabii ki. İngilizce’ye çevirmeyi denemiyoruz bile.
Kolay gelsin, easy come, easy go
En iyi ihtimalle “İyi şanslar” babında “Good luck” kullanabiliriz ki yine istediğimiz şeyi alamayız bu durumda. Direkt çevirmede alacağımız sonuç ise muhteşem, “Come easy, make it come easy” veya “I wish it comes easy”. Bazen sadece kolay gelsin demek istersiniz, ama yapamazsınız.
Güle güle oturun, sit on it with smile
“Sit on it with smile, live in it with smile”. İkilemeden yana şansımız yok, yine boynumuz bükük, Avustralyalı dostumuzun evine hayırlı olsun oturmasına gitmişiz, aman yarabbi n’apıcaz, hayırlı olsun diyemiyoruz, güle güle oturun diyemiyoruz. Hi, how are you diyip ortamdan uzaklaşıp ilk uçakla ülkeye dönüyoruz tabi.
Muhallebi çocuğu, son of a pudding
“Son of a pudding”. Yine direkt İngilizce karşılığına gülsek mi ağlasak mı kararsız kaldığımız bir durum içerisindeyiz.
Ağırdan satmak, selling yourself heavy
“Don’t sell yourself heavy my rose, or I’ll come and find you at your house.”
Danalar girmiş bostana, calves entered into the truck farm
Tutup bir yabancıya bir bebek ninnisinde hangi akla hizmet danalar ve bostandan bahsedildiğini açıklamayı bırakın, cümleyi doğru düzgün çeviremiyoruz bile. “Calves entered into the truck farm.” Yeaah that’s what I’m talkin’ about!
Tinerci, the boy who inhales thinner
“The boy who inhales thinner” dediğimizde ne kadar masum duruyor oysaki. Gerçek anlamı dışında çeşitli tiplemeler için de kullandığımız bu sözcük, çevrilemeyenler kategorisinde yerin hakkıyla kazanıyor.
Lacivert, very much dark blue
İçinde geçtiği saygın deyimlerden biri olan aynı bokun laciverti örneğinde de olduğu gibi, dark blue of the same shit, bekleneni vermiyor. Lacivert, koyu mavi denildiğinde etkisini kaybediyor zira. Aynı şeyi kızıl için de söyleyebiliriz. Kızıl Kırmızı Değildir Diyenler Derneği üye alımlarına başladı.
Bayram
Sen tut, festival diye çevir bayram sözcüğünü. Duyan da sanır Rio Karnavalı tipli hanım kızlar Cumhuriyet Mahallesi’nde fink atıyor. Yok anam, şeker çukulat istemeye gelen komşu çocuğudur o.
Eline sağlık, health upon your hands
Health on your hands, I wish your hands stay healthy, yok yok en iyisi kaşıkla babam yemeğini sen.
Naz yapmak, making coyness
Bağa naz yapma gıııız cümlesinde kullanıldığı şeklini yeterince acımasız bulduğumuzdan, sözlükleri attık, gemileri yaktık, gidiyoruz.
Baldız, bacanak, elti, görümce
Akrabalık ilişkilerini yeterince sallamamış gibi görünen bir dil olan İngilizce’de köprüyü geçene kadar ayıya dayı, dayıya dayı, amcaya da dayı, yeri geldiğinde teyzeye de dayı diyoruz. Koca aile için uncle, aunt diye iki sözcükleri var çünkü sadece. Nerede benim eltimin bacısı, nerede benim görümcemin amca oğlu, dayı kızının bacanağı, nerede!
Namus
Şimdi baba oturmuşuz Erasmuslu sarışın mavi gözlü gençlerle, bu insanların namusu nereye gidiyor bir güzel konuşacağız, hobaa namusun İngilizcesi yok, n’apıcaz? Şimdi abiciğim let’s say senin bacına son of a bitch’in biri göz dikmiş, gidip onu topuklarından vuruyorsun, o zaman namusumuzu kurtarmış oluyor. Harika.
Efkar, efkarlanmak
O rakı içme hissini, o derin keder gibi olan ama aslında nostalji hissi gibi de olan, ne olduğunu aslına bakarsanız bizim de tam olarak anlamadığımız haliyle başka dillere de çeviremediğimiz bir hissiyat efkarlanmak.
Lan
Kullanış sıklığıyla ilk sırayı alabilecek bir “sözcük olmayan” olan lan, İngilizce’de kendini yo şeklinde gösterse de, aslında kalbimizden geçen bu değil, hepimiz biliyoruz.
Feriştahı gelse, alayı gelse
Feriştahı gelse kurtaramaz’daki feriştah sözcüğün içindeki f, ş, t gibi sert harflerle olduğundan öyle büyük görünüyor ki, çevirmeye çalıştığımızda feriştahın karşılığı anca şöyle olabiliyor heralde: “Even if The Queen of Britain comes, she cant save it, o bile kurtaramaz yani.”
Bonus: Serdar Ortaç
İngilizce karşılığı değil de Yunanca karşılığı olduğundan eminiz.