Geçtiğimiz yıl 10 sene aradan sonra tekrar ekranlara geleceği yönünde güzel haberlerini aldığımız In Treatment dizisi, 24 Mayıs‘ta beIN CONNECT‘te izleyici ile buluştu. Bir HBO klasiği olan In Treatment, aslında bizim Türkiye’de daha çok Kırmızı Oda’dan alışkın olduğumuz bir terapi dizisi.
Ancak bu dizinin terapi atmosferi tabii ki Kırmızı Oda’dan epey farklı.? İlk olarak İsrail dizisi BeTipul’dan uyarlanan In Treatment, daha sonra HBO’da uyarlama versiyonu ile 3 sezon boyunca ekranlarda kalmıştı. Bir psikolog ile danışanın terapi seanslarını ekrana yansıtan dizide Paul Weston adlı bir klinik psikoloğun danışanları ve süpervizörü Gina Toll ile yaptığı görüşmeleri izlemiştik. Dizide Paul karakterine ise Gabriel Byrne hayat vermişti.
Yıllar sonra bizi, tekrar seans odalarının iyileştirici ve duygu dolu hikayeleri ile buluşturacak olan dizide bu kez Paul yerine kadın bir psikoloğu izleyeceğiz. Emmy ödüllü oyuncu Uzo Aduba, terapist Brooke Taylor’u canlandıracak.
Koronavirüsün tüm dünyanın psikolojisini yerle bir ettiği bir dönemde, bu dizinin hepimize ilaç gibi geleceğini düşünüyor ve sizleri beIN CONNECT’e davet ediyoruz.? Ancak diziyi izlemeden önce başrol oyuncusu Uzo Aduba ve dizinin showrunnerlarından Joshua Allen ile yaptığımız keyifli röportajı mutlaka okumalısınız.
İlk olarak dizide terapist Brooke Taylor’a hayat veren oyuncu Uzo Aduba’yla konuştuk. İşte Uzo Aduba ile yaptığımız röportajdan kesitler;
Sizi bu proje hakkında heyecanlandıran, özellikle kendisine çeken şey neydi?
Son derece zor bir projeydi. In Treatment’ta temsil edildiğini gördüğümüz hastalar hayatın içindeki pek çok farklı deneyimin bir kesitini yansıtıyor ve bu durum beni gerçekten projeye çeken şeydi. Daha önce, akıl sağlığı ile ilgili tartışmanın diğer tarafında yer alan karakterleri oynadım ancak madalyonun diğer tarafını görmemiştim. Hiç “terapist” rolü oynamamıştım.
Karakteri Dr. Paul Weston’dan devralmak nasıl bir duygu?
Dürüst olmak gerekirse, bu işi yapmadan önce In Treatment dizisini izlemedim ve izlememek için bilinçli bir çaba sarf ettim. Çünkü etkilenmek istemedim.
Yeni sezonda ise dizinin geçtiği dünya, ilk 3 sezonunda hepimizin hatırladığı dünyadan farklı. Dolayısıyla dizinin bu şekilde farklı olacağını biliyordum. Bu yüzden performansa getirdiğim perspektiflerin yeni ama aynı zamanda Paul Weston olmayan, benim gibi birinin dünyasındaki deneyimleri yansıttığından emin olmak istedim.
Diğer bir şey de şu, dizinin ilk 3 sezonundan format hakkında bir fikir edinmek için sadece bir bölüm izledim. Çünkü o zaman bana senaryoyu gönderdiklerinde sadece iki kişinin konuştuğunu görmüştüm. Hatta bir noktada benim ve danışanın yerine başka insanların da geleceğini düşündüm. Bu yüzden diziyi açtım ve bir fikir edinmek için biraz izledim ama sanki dizi, sadece terapist ve danışanın diyaloğu üzerineydi.
Dr. Brooke’da kendinizin ne kadarını görüyorsunuz?
İşimin çoğunda kendimden getirdiğim ya da başkalarından aldığım parçalar veya deneyimler var. Fakat ilk defa kendimi bir karaktere çok yakın hissettim. Günden güne karakterin karşılaştığı şeylerle daha fazla ilişki kurabileceğimi düşündüm. Tabii Dr. Brooke karakteriyle benim davranışlarım arasında farklılık var. Ancak yine de onun hissettiklerini hissedebiliyorum.
Dizide inanılmaz siyahi bir terapistimiz var ki bu inanılmaz. Ancak asıl nokta bu değil, savunmasızlığını gizlemeyen izleyicilerin güçlü bulacağı, yardım isteyen bir kadın görüyoruz. Bu, ele almaktan heyecan duyduğunuz bir şey miydi?
Kesinlikle. Karakterde özellikle siyahi kadınlarla özdeşleştirdiğimiz gücü, dayanıklılığı ve baskınlığı görebiliyorsunuz. Çoğunlukla unutulan ancak bizim de deneyimlediğimiz ve dışa vurulması, hissedilmesi için alan yaratmaya çalıştığımız mücadeleler, kırılganlıklar, zorluklar, engeller, acılar ve güçlükler var. Dizide mükemmel olduğunu düşündüğüm şey, Joshua ve Jennifer’ın harika bir şekilde yarattığı Brooke Taylor karakterinin hayatının her iki tarafına da kim olduğunu bilmesi.
Jennifer Schuur ve Joshua Allen ile konuştum. Bana sizin ve John Benjamin Hickey’in olduğu bir sahnenin tek seferde çekildiğinden bahsettiler. Böyle anlarınız varsa bu, kimyanızın uyduğunu gösteriyor. Oyuncularla çalışmak nasıldı?
Harikaydı! Herkes olağanüstüydü, her bir kişi olağanüstüydü.
Her hasta ve tedavi farklı bir tempoya sahip. Collin bölümlerinde ise John Benjamin Hickey adeta bir tren gibi hızlıydı (kendinizi bu hıza hazırlasanız iyi olur); nitekim bir sahnede, baştan sona hepsini çektik. Aşağı yukarı birinci sayfadan dokuzuncu sayfaya kadar ilerledik. Bir baktık ki bitirmişiz! O enerjiye, o hisse sahip olmak heyecan vericiydi. Ayrıca, Anthony Ramos ile de işlerin ilerlediğini fark ediyorsunuz. Dürüst olmak gerekirse, herkes harikaydı, istisnai oyunculardan oluşan bir ekibimiz vardı.
HBO ile çalışmak nasıldı?
Gerçek bir rüyaydı. Açıkçası ben büyük bir HBO hayranıyım. Her şey birinci sınıf kalitedeydi: Kalite ve düşüncelerinize yatırım… Hikaye anlatıcılığına iyi bir yatırım… Ve hikaye ile televizyon içeriği yaratmak söz konusu olduğunda mükemmellik taahhüdü… Ve sanırım en çok söyleyeceğim şey, çok şefkatli ve sabırlılardı. Bir rüya gibiydi; gerçekten olağanüstü bir deneyim. Nasıl olduğunu anlatmak için kelimeler yetmiyor.
Bu dizide keşfedilen çok sayıda şaşırtıcı ve ayrılmaz konu vardı – ırkçılık, beyazların ayrıcalığı, cehalet, keder, cinsellik ve cinsiyetçilik gibi- izleyicilerin bundan ne çıkaracağını düşünüyorsunuz?
Umarım seyirci, artık ruh sağlığı hakkında konuşmanın damgalanması gereken bir konu olmadığını düşünür. Ve umarım izleyiciler, mükemmel olduğunu düşündüğümüz kişilerinde aslında içten içe zorluklarla mücadele ettiğini görür. Artık post-pandemi dönemine doğru yavaşça ilerlediğimize göre, en azından insanların bir ortak noktamız olduğunu düşüneceğini umuyorum. Bence herkesin en az bir ortak noktası var. Umarım insanlar duygularınız hakkında konuşmanın, yaşadıklarınızı paylaşmanın bir zayıflık olmadığını anlar.
Bu role yaklaşımınız nasıl oldu, herhangi bir hazırlık yapmanız gerekti mi?
Evet, elbette. Kesinlikle çok araştırma yaptım, lisanslı terapist olan bir arkadaşım var. Ve bu mesleğin ne gerektirdiğinden biraz bahsettik ama terapinin gizlilik ilkesi çerçevesinde konuştuk. Bu inanılmaz derecede aydınlatıcı bir deneyimdi. Ayrıca terapistin hastayı dinlerken yüzündeki ifadeyi anlamak da işin büyük bir parçasıydı. Farklı süreçler ve tedavi yöntemlerinden oluşan bu sohbette bu kısma büyük ölçüde hazırlandım.
Dr. Brooke’u canlandırırken terapi veya terapistler hakkında herhangi bir şey öğrendiniz mi?
%100 öğrendim. Terapiye gidiyorum ve terapist olmanın ne kadar zor olduğunu hiç düşünmemiştim. Demek istediğim şu, mesela 45 dakika ya da 1 saat boyunca oradasınız, sizden önce ve sizden sonra seansa girecek kişiler var. Terapist, beni, seni, hatta o kapıdan giren herkesi dinlemek zorunda, hem de bir yandan kendi problemleriyle de uğraşmalı. Bu gerçekten zor bir iş ve gönülsüz kişiler asla bu işi yapamaz. Bu yüzden terapistlere ve terapistlerin taşıdıkları, yönettikleri şeylere karşı daha derin bir şefkat duymamı sağladı.
In Treatment’ın bu sezonunu tüm dünyanın görecek olması hakkında ne hissediyorsunuz?
Into The Woods müzikalinin büyük bestecisi Stephen Sondheim’dan alıntı yapacak olursak, “heyecanlandım ve korkuyorum”. İnsanlar diziyi izleyeceği için heyecanlıyım, umarım insanlar diziyle bir bağlantı kurar. Umarım bu dizi ses getirir ve bir şekilde tartışılır. Günün sonunda hala bir sanatçıyım ve tıpkı herhangi bir sebebe bağlı bir sahne korkusu gibi bu endişeyi her zaman taşıyorum. Yani çalışmanızın dünyaya yayılması ve insanların onu özümsemesi biraz endişe verici olabiliyor.
Bu kez dizinin showrunnerlarından Joshua Allen’a mikrofonlarımızı uzatıyor ve In Treatment 4. sezonu hakkındaki görüşlerini alıyoruz;
Sizi projeye çeken neydi? In Treatment dizisine nasıl dahil oldunuz?
Terapiyle karmaşık bir ilişkim var; çünkü tırnak içinde terapinin insanların ihtiyaç duymadığı bir şey olduğunu düşünen bir aileden ve kültürden geliyorum. Ruh sağlığı hakkındaki deneyimim; insanları One Flew Over the Cuckoo’s Nest ve Nurse Ratched’da olduğu gibi bir deli gömleğine koydukları filmler izlemekti.
New York’a taşınana kadar akıl sağlığı konusunda farklı bir bakış açısına sahiptim, depresyon ve anksiyete ile mücadele ettim. Dolayısıyla, hayatınızda bazı terapötik müdahalelerin ne kadar önemli olabileceğini ve bunun ne kadar hayat kurtarıcı olabileceğini kendimden biliyorum. Kendinizi daha iyi anlamanız ve belki biraz ilaç almanız gerektiğini fark etmeniz, o kadar zor değil. Çünkü bunları yaşamak son derece doğal.
Her zaman In Treatment’ın orijinal üç sezonuna hayran kalmıştım. Dizi gün içinde yayımlanırken şansım varsa ve izleme fırsatı yakalıyorsam izlerdim.
Oyuncu kadrosuna gelince, başrolde Uzo Aduba’yı seçmenize ne sebep oldu?
Bu karakteri ilk düşündüğümde farklı bir yöne gitmek istedim. Mesela 2021’de olduğumuzu düşünüp “Peki ya terapistimiz Los Angeles’ta siyahi bir kadınsa” diye aklımdan geçirdim. Aklımda Uzo yoktu çünkü onun çok talep gördüğünü varsayıyordum. Demek istediğim, onunla çalışmak benim için sadece bir rüyaydı bu yüzden kendime bu rüyayı görmek için izin bile vermedim.
Zaten karakteri de Uzo’yu düşünmeden geliştirdik. Kimin istediğini konuşmaya başladığımızda, Uzo’nun adı sürekli geçiyordu fakat müsait olmayacağını düşündük. Ama müsaitti. Hatta “Onun ilgilenmesine imkan yok” diye düşündük ama o ilgilendi… Sonuç olarak ona sonsuz minnettarlık duyuyorum. Onunla çalışabildiğimiz için çok şanslıyız.
Uzo’yu Orange Is the New Black’de bile rol almadan önce, yani 10 yıl önce Broadway’de ilk kez gören biriyle konuşmuştum. O zamanlar kendisi Godspell’deydi. Ve “Evet, o işi anlıyor ve mümkün olan en yüksek seviyede yerine getiriyor” diye düşünmüştüm. Uzo, tam bir cevher!
Bu kadar yetenekli bir oyuncu kadrosuyla çalışmak nasıldı?
Bir rüya gibiydi, çünkü çok sıkışık bir prodüksiyon programımız vardı. Bu da her 30 dakikalık bölümü çekmek için gerçekten çok sınırlı bir zamanımız olduğu anlamına geliyordu. Ve sahneler hep diyalog üzerine kuruluydu. Yani “Yarım gün dışarı çıkıp bir uçak kazası sahnesi çekeceğiz” diyebileceğimiz sahneler yoktu. Senaryo, insanların diyaloğuna dayanıyordu, sanki her gün tiyatro yapıyorduk.
Dolayısıyla John Benjamin Hickey, Liza Colón-Zayas ve Anthony Ramos da dahil olmak üzere, çok iyi tiyatro deneyimi olan insanları oyuncu kadrosuna aldığımız için çok şanslıydık. Çünkü bölümleri hızlı bir şekilde çekmemiz için büyük bir baskı altındaydık. Ve oyuncular tüm bu diyaloğu öğrenebiliyor ve uzun süreler boyunca çekebiliyordu.
Mesela Uzo Aduba ve John Benjamin Hickey ile bir çekim yapıyorduk ve sahnede doğal olarak keseceğimiz bir yer vardı. John bunu biliyordu ama onun ve Uzo’nun oyunculuğu o kadar iyiydi ki, devam ettiler. Yönetmenimiz de akıp gitmesine izin verecek kadar zekiydi. Sonuç olarak bütün bölümü tek seferde yarım saat içinde çektik. Bu şimdiye kadar tanık olduğum en uzun çekimdi. Ekipten alkış aldılar ve hemen tuvalete gitmek istediler. Yani, evet perçinlendik, tiyatro izlemek gibiydi, bu büyük bir zevkti.
Jennifer Schuur ile birlikte çalışmak nasıldı? Siz nasıl tanıştınız?
Ona bayılıyorum. Jennifer ile yıllar önce sadece bir sezon süren “Hostages” adlı bir CBS programı üzerinde çalışırken tanışmıştık. Ama hep arkadaş kaldık ve iletişimimiz devam etti. Jennifer’ın HBO ile uzun süreli bir ilişkisi vardı, ama benim o kadar uzun değildi. Sonuç olarak bir ekip kurmaya karar verdik ve bunun iyi yanı, Jennifer ile bir arkadaşlığımızın olmasıydı. Aynı zamanda duyarlılık gösterdiğimiz şeyler benzer olduğu için hikaye anlatımıyla ilgili bakış açımız da aynıydı. Dolayısıyla uzlaşmamız kolay oldu.
Yani bu sıkışık programla, 24 bölüm yazmamız ve çekim yapmamız gerekirken, biz birlikte biraz kısaltmaya gittik. Bence bu bizim için önemliydi, ikimiz aynı zemindeydik ve birimiz diğeri adına konuşabiliyordu. Zaten program sıkışık olduğu için işimizi başka türlü yapacak zaman da yoktu. Dolayısıyla herhangi bir şey hakkında ne yapacağımız ile ilgili uzun tartışmalara girme imkanımız yoktu ve kimi zaman ikimiz adına kararlar almak için birbirimizi güçlendirmemiz gerekiyordu. Ve bence bu çoğunlukla işe yaradı.
Senaryoyu yazıp çekmek ne kadar sürdü? Çünkü dizi çok taze örnekler içeriyor, mesela karakterler George Floyd ve COVID-19 gibi güncel trajedilerden bahsediyorlar…
Geçen yılın yaz ortasından sonuna kadar bölümleri geliştirmeye ve anlamaya başladık. Yani evet, George Floyd çoktan olmuştu ve biz zaten salgının ortasındaydık. Daha sonra muhtemelen eylül ayı civarında yoğun şekilde senaryo yazmaya başladık ve kasım ayında çekime başladık diyebilirim. Çekimlere senaryolarımızın tamamı bitmeden başladık; zaten ben çoğunlukla bu tür bir norma sahip olan bir televizyon kültüründen geliyorum. Ve bu kültürde, tüm senaryolarınızı yazmanız ve çekim yapmadan önce onları tekrar gözden geçirmeniz bir lüks olarak kabul edilir. İşte biz o lükse sahip değildik. Yani zor bir şeydi ama üstesinden geldik.
Senaryo çok zekice yazılmış ve bazı yönlerden neredeyse bilerek yazılmış sahneler var. Örneğin bir gencin şifreli bir mesaj yazdığını ve bir evin çevrimiçi terapi seansı sırasında kimsenin duymaması için televizyon sesini açmaya yardım ettiğini görüyoruz…
Bu bizim için kasıtlı yapılan bir şeydi çünkü Dr. Brooke Taylor’ın sadece üç hastası olacağını biliyorduk. Bu yüzden, bu üç hastayı nasıl olabildiğince farklı ve çeşitli hale getirebileceğimizi düşündük; çünkü mümkün olduğunca çok izleyicinin kendilerini görmeleri için diziyi izlemelerini istedik. Bu noktada en büyük zorluğumuz ise sadece üç hastamızın olmasıydı.
Pek çok insanın şu anda hayatlarını sanal olarak yaşadığı gerçeğini onurlandırmak istediğimize ise çok erken karar verdik. Yazarlarımızdan biri olan Chris Gobbo, Anthony’nin oynadığı karaktere benzer bir deneyim yaşamıştı. Örneğin Eladio’nun karantinada evdeyken çok zengin işverenleri ile birlikte özel bir sağlık yardımcısı olacaksa; o zaman kasabada dolaşıp terapistinin ofisine gidemeyeceğini, bunu sanal olarak yapmak zorunda olacağını düşündük. Böylece bu durum, bize insanlar arasında sanal olarak ne tür bağlantı ve kopukluk düzeylerinin yaşandığını keşfetme fırsatı verdi. Yani Eladio, duygusal olarak Brooke’a en yakın karakterlerden biriydi ama yine de bilgisayar ekranından dolayı aralarında mesafe vardı… Dolayısıyla bunu keşfederken çok eğlendik.
In Treatment’ın önceki üç sezonunun büyük hayranı olanlar 4. sezondan ne bekleyebilirler?
Sanırım aynı fikri, aynı format ve aynı yoğunluğu bekleyebilirler. Aynı duygusal kargaşa, aynı sorunlar ve gündeme gelen sosyal sorunlar ortaya çıkacak ama bunlar yeni bir paket içerisinde izleyiciye sunulacak. Bir önceki sezonla en azından ince bir bağlantı yakaladığımızdan eminiz. Bu yüzden Dr. Paul Weston’ın hiç var olmadığı yepyeni bir In Treatment hayal etmiyoruz. Tam tersine Dr. Paul Weston bu ekosistemde var, yani Dr. Brooke ilk üç sezona çok bağlı. Kaldı ki, bizim yaptığımız şey de aynı dizinin dördüncü sezonu. Fakat biz Brooke’u birkaç kilit nokta üzerinden yeniden tasarladık.
COVID çekimleri veya senaryoyu etkiledi mi?
Evet etkiledi. Yeni sezonu ilk tasarlamaya başladığımızda, zaten salgının ortasındaydık bu yüzden yaptığımız her şeyi etkiledi. Bunu, değişkenleri kontrol edebileceğimizi bildiğimiz bir sahne üzerine inşa ettik. Titiz bir test programımız vardı; oyuncularla doğrudan temas kuran herkesin haftada üç kez test edilmesi gerekiyordu, her yerde kişisel koruyucu ekipman vardı. Herkesin güvende olduğundan ve ellerinden gelenin en iyisini yaptığından emin olmak için yapabildiğimiz her şeyi yaptık. 2020’deki Noel tatilinde burada Los Angeles’ta vaka sayıları artmaya başladığında, çok az gecikme yaşadık; ancak yolumuza geri döndük ve başardık. Gurur duyduğum programımızı uygulayabildik.
Yaptığınız diğer işlere kıyasla HBO ile çalışmak nasıl bir duygu?
HBO, birlikte çalışmak için rüya gibi bir yer çünkü ellerinden geldiğince yolunuzdan çekiliyorlar. Yani yaratıcılara, yazarlara ve yapımcılara işlerini yapacaklarına dair güveniyorlar. Ve onlara bir şeye ihtiyacınız olduğunu söylediğinizde size yardım etmek için çözüm bulmaya çalışıyorlar. Ve sadece kaliteye bağlılıkları ve gerçekten benzeri olmayan bir titizlikleri var.
Bu dizide keşfedilen çok sayıda şaşırtıcı ve ayrılmaz konu vardı – ırkçılık, beyazların ayrıcalığı, cehalet, keder, cinsellik ve cinsiyetçilik gibi. İnsanların terapi seanslarında sahip oldukları temaların dizideki seanslara dahil edilmesi ne kadar önemliydi?
Çok çok önemli. Birinci derecede önemli çünkü herkes tükettiği popüler medyada kendinin de temsil edilmesini istiyor. Belki o karaktere benzemiyorum ama o karakter cinsiyetçilikle ilgili deneyimlerinden bahsediyorsa ve ben cinsiyetçilikle ilgili bir deneyim yaşadıysam; o zaman bu insanın fiziksel olarak benim gibi görünmemesi önemli değil. Çünkü ruhsal, psikolojik olarak, hala kendimi onda görebiliyor ve duyabiliyorum. Bu yüzden, geniş bir yelpazede incelenecek insanları kağıt üzerinde yüzeysel bir şekilde yakalamaya çalıştığımızı düşünüyorum. Bunu, insanların psikolojik olarak neler yaşadıkları ve nasıl acı çektikleri açısından da yapmaya çalışıyoruz.
Dr. Brooke karakterini yaratırken siz ve ekip nasıl bir hazırlık yaptınız? Çok fazla araştırma yapılmış olmalı.
Evet, gerçek bir psikoterapist olan bir danışmanla çalıştık, ondan çok şey öğrendik ve kendimiz de pek çok araştırma yaptık. Bence Brooke karakteri üzerinde anlaştığımız şey şuydu; zeki ve anlayışlı bir terapist olmalı ve ayrıca televizyonda da dikkat çekici bir karakter olmalı. Bu yüzden bazen ikisine birden sahip olmak ve bu iki görevi yerine getirmek zor olmuştu.
Örneğin, Collin karakteri ile ilgili Brooke’un tüm fikri, bu ücretsiz hizmet alan hasta ile çalışmak ve bunun harika bir şey olacağı üzerine kuruluydu. Ve her şeyden önce bunun ironisini ve onun için getirdiklerini görmesi gerekiyordu.
Sanırım vurgulamak istediğimiz şey, Brooke’un farklı bir terapist olmasıydı. O, arkasına yaslanıp tarafsızca analiz etmiyor. Kendi yaşadığı deneyimlerden bir şeyler sunmanın uygun olduğunu hissettiği bir an olduğunda, bunu yapıyor. Ama bazen bu kırılganlık ona mâl oluyor fakat buna değdiğini düşünüyor çünkü hastaları onu başka bir insan olarak görürlerse daha fazla açılıyorlar. Bence insanların “Hayır, terapi böyle işlemez” dememesi için bir danışmana ihtiyacımız vardı.
İnsanların bu diziyi izledikten sonra ne kazanmasını istiyorsunuz?
İnsanların terapinin ne olduğu ve neyi başarabileceği konusundaki anlayışlarını genişletmelerini istediğimizi düşünüyorum. On yıllardır medyada, filmlerde ve televizyonda terapi tasviri, tabiri caizse biraz dardı. Ancak bunu genişletmemiz lazım çünkü terapi ile ilgili ihtiyaç duyduğumuz bir şey var. Terapi sadece “deli” olan insanlar için değil. Anneleri hakkında konuşmak için saatte sadece 300 dolar harcayanlar için değil. Terapi, herkes içindir ve herkes için farklı erişim noktaları vardır. Ve terapi “Bileğimi burktum, bu yüzden ortopediste gidiyorum” gibi illaki tedavi etmeniz gereken bir şey de değildir. Bu, ömür boyu sürecek bir arayış. Çünkü yaşadığın sürece bir ruhun olacak ve ona baktırmak bir sorun değil.
Aslında ciddi bir dramı anlatmasına rağmen, dizide başlangıç hikayesindeki gibi bazı komik anlar da vardı. Bu bilerek mi yapıldı?
Collin ile ilgili bütün bölümleri Zac yazdı. Zac gibi harika bir yazara sahip olduğumuz için çok şanslıydık. Collin gibi biriyle dalga geçmeye çalışmamıştık ve çok eğlendik. Sadece ona bir ışık tutuyorduk. Ve bence buradaki mizah da, onun öz bilincinden yoksun olması ama tersine kendini tamamen öz farkındalığı olan bir kişi olarak görmesi arasındaki kopukluktan kaynaklanıyor. Örneğin Collin kendisinin çok farkında olduğunu düşünüyor ama açık bir şekilde değil. İşte bu yüzden kendimi sık sık onun yerine utanırken buluyorum ve aynı zamanda bu şekilde mizah da ortaya çıkıyor.