Ana sayfa » Tarih » Pompei’nin Gölgesinde Kalan Herculaneum Antik Şehri Hakkında Bilmeniz Gerekenler
Pompei’nin Gölgesinde Kalan Herculaneum Antik Şehri Hakkında Bilmeniz Gerekenler
Herkes Vezüv Yanardağı’nın kurbanı olan Pompei’yi bilir. Filmler çekilmiş, kitaplar yazılmış, hikayeleri dillere destan olmuştur. Peki ya onunla aynı kaderi paylaşan komşusu Herculaneum’u hiç duydunuz mu?
Pompei Vezüv Yanardağı’nın öfkesini en bilinen şekilde temsil ediyor olabilir ama onun hemen yanı başında, kül ve taşların altında farklı bir hikâye saklı kaldı: Herculaneum. Daha küçük, daha sakin ve bir bakıma daha şanslı bu şehir, 2000 yıl önceki gündelik yaşamı inanılmaz ayrıntılarla günümüze taşıdı. Ahşap mobilyalardan kömürleşmiş ekmeklere, deniz manzaralı villalardan gizli saklı depolara kadar Herculaneum, adeta zamanın donduğu bir laboratuvar gibi. Gelin, Pompei’nin gölgesinde kalan fakat en az o kadar büyüleyen bu Herculaneum antik şehri sırlarını keşfedelim…
Nispeten küçük bir şehir olan Herculaneum, Antik Roma döneminde yaklaşık 4.000-5.000 kişinin yaşadığı bir bölgeydi. Ancak buna rağmen, tarih sahnesindeki yeri oldukça büyük
Herculaneum Antik Şehri, çok eskiden Vezüv Yanardağı’nın batı eteğinde ve Napoli’nin sadece 8 kilometre güneydoğusunda oluşmaya başladı. MS 79’daki meşhur patlamada Pompei, Stabiae ve Torre Annunziata ile birlikte aynı kaderi paylaşarak lavlar ve piroklastik akıntılar altında kaldı. Bugün modern Ercolano kasabası, antik kentin üzerine kurulmuş durumda. İlginç olan durum ise şu, bu felaket şehri tamamen yok etmedi ve korudu. Yaklaşık 15-18 metrelik tüf ve volkanik materyal tabakası, ahşap mobilyalardan kumaşlara kadar normalde yok olması gereken birçok eşyayı günümüze kadar ulaştırdı. Tam olarak bu nedenle Herculaneum, sıradan bir Roma kentinin gündelik hayatına dair en dokunaklı ve canlı ipuçlarını barındırmayı başarıyor.
Herculaneum’un adı mitolojiye göre şehrin kurucusu Herakles’ten geliyor. Yani Roma’daki adıyla Herkül
Bu bağlantı, şehrin kökeninde Yunan kültürünün etkisini gösteriyor. MÖ 6. yüzyılda Oskanca konuşan toplulukların bölgeye yerleşmesiyle farklı kültürler iç içe geçti. Ardından Samnitler şehri kontrol altına alarak MÖ 4. yüzyılda Yunan hâkimiyeti başladı. Roma döneminde ise önemli bir dönüm noktası yaşandı: MÖ 89’da Sosyal Savaş’a katıldıktan sonra Sulla’nın elçisi Titus Didius tarafından Roma’ya bağlandı. Böylece Herculaneum, Roma belediyesi statüsü kazandı. Bu farklı egemenlikler, şehrin mimarisine ve kültürel dokusuna da yansıdı. Yunan esintili yapılar, Roma tarzı villalar ve yerel halkın günlük yaşamı burada yan yana varlık göstermeye devam etti.
MS 62’de yaşanan büyük deprem, Herculaneum’un birçok yapısını yerle bir etmişti
Şehir halkı henüz yaralarını saramadan, 24-25 Ağustos 79’da Vezüv’ün felaketi geldi. İlk olarak iskelet sayısı azdı. Bu nedenle araştırmacılar halkın Pompei’deki gibi toplu ölümlerden kurtularak kaçabildiğini düşünmüştü. Ancak 1980’lerde kıyı bölgesindeki kazılarda kemerli odalarda 120’den fazla insan iskeleti ortaya çıktı. Bu bulgu, birçok kişinin son anda denize açılmaya çalıştığını ama piroklastik akıntılardan kaçamadığını gösteriyor. Yani bu durum ölümün dramatik bir şekilde aniden geliştiğini gösteriyor. Çünkü saniyeler içinde şehrin üzerine çöken sıcak gaz ve kül, yaşamı durdurmuştur. Bugün Herculaneum antik şehri odalarında bulunan iskeletler, tarihin belki de en çarpıcı sessiz tanıklarıdır.
Pompei, taşlaşmış kalıpları ile ün sahibi olmuşken Herculaneum’u farklı kılan durum, organik ve ahşap malzemelerin mucizevi bir şekilde korunmasıdır
Evlerin ahşap iskeletleri, mobilyalar, hatta kumaş parçaları ve yiyecekler bile günümüze ulaşmıştır. Bir fırında bulunan kömürleşen ekmek somunları, o felaket anında hayatın ne kadar sıradan bir akış içindeyken yarıda kesildiğini gözler önüne seriyor. Ayrıca büyük bir teknenin gövdesi bile korunmuş durumda. Bu sayede arkeologlar sıradan insanların yaşam tarzına dair de çok değerli bilgilere ulaşmayı başardı. Herculaneum’un sunduğu bu detaylar, Roma dünyasının günlük hayatına açılan en net pencerelerden biri kabul ediliyor.
Herculaneum’un varlığı, yüzyıllar boyunca tamamen unutulmuştu. 18. yüzyılın başlarında tesadüfen açılan bir kuyu, aslında tiyatronun sahnesine ait bir duvarı ortaya çıkardı
Bu keşiften sonra define avcıları tüneller kazmaya başladı. Ancak bilimsel kazılar 1738’de Napoli Kralı’nın himayesinde başlatıldı. İsviçreli mühendis Karl Weber, 1750-1764 arasında detaylı planlar ve diyagramlarla çalışmaları sistematik hale getirdi. O dönemde ortaya çıkarılan resimler, heykeller ve özellikle ünlü Papirüs Villası büyük ilgi uyandırdı. Burada yer alan antik papirüsler ise Roma dünyasında felsefenin nasıl tartışıldığını gösteren eşsiz belgelerdi. Yıllar içinde çalışmalar kesintiye uğrasa da 20. yüzyıldan itibaren daha düzenli kazılarla şehir yavaş yavaş gün yüzüne çıkarıldı.
Herculaneum’un kazıları, Roma şehir planlamasının en net örneklerinden birini gözler önüne serdi. Şehirde decumanus adı verilen ana cadde, kamu binalarının bulunduğu forumla birleşiyordu. Bu düzenin etrafında geometrik sokak blokları, yani insulae yer alıyordu. Deniz manzaralı konumlarıyla dikkat çeken zengin villalar, atölyeler, orta sınıf evler ve dükkanlar da bu düzenin bir parçasıydı. Palaestra, yani spor alanı, geniş bir havuz ve sütunlu galerilerle etkileyici bir mimariye sahipti. Ayrıca antik hamamlar, şaşırtıcı derecede iyi korunmuş detaylarıyla Roma’nın sosyal yaşamına ışık tutuyor. Bugün ziyaretçiler, 2000 yıl önceki bir Roma kentinde dolaşıyormuş hissini en güçlü şekilde Herculaneum’da yaşayabiliyor.
1997 senesinde Herculaneum, Pompei ve Torre Annunziata, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alındı
Böylece sadece bir arkeolojik alan değil, tüm insanlık tarihinin ortak mirası haline geldi. Günümüzde devam eden kazılar, modern Ercolano’nun bazı kısımlarının yıkılmasıyla yeni keşiflere olanak tanıyor. Her geçen yıl ortaya çıkan yeni bulgular, antik dünyanın günlük yaşamına dair yeni ipuçları veriyor. Pompei’nin gölgesinde bulunan Herculaneum, aslında özel ve daha farklı bir deneyim ile turistlerin gözdesi haline geldi. Pompei hem kabalığı hem de genişliği ile büyülemeyi başarırken, Herculaneum daha şaşırtıcı, samimi, daha kişisel olarak iyi korunmuş ayrıntıları sayesinde ziyaretçilerini zamanda yolculuğa çıkarmayı başarıyor diyebiliriz.
1997 yılında, Pompei ve Torre Annunziata ile birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınması, buradaki koruma çalışmalarının önemini bir kat daha artırdı. Herculaneum, sadece arkeologlar için değil, tarihe meraklı herkes için büyüleyici bir yerdir.