Bugün size ülkemizde yaşayan kimi “ilginç” kuş türünden bahsedeceğiz. Bu kuşların kimisi davranışları, kimisi biçimleri, kimisi de hâlâ gizemi çözülememiş bazı özellikleriyle ilginç. Biz bu ilginç kuşlara daha da ilginç bir konu içinde değinmek istedik.
Konumuz onların da bizim de hayatımızı doğrudan etkileyecek olan yeni havalimanımız, yeni köprümüz ve mazide kalmasını istemediğimiz doğal güzelliklerimiz. Karşınızda havalimanının göç yollarına etkisi bağlamında yalnız ve güzel kuşlarımız.
Pelikan – Pelecanus Crispus
Fantastik görünüşlerinden olsa gerek, ülkemizde yaşamadıkları varsayılır; oysa pelikanlar uzun yıllardır Türkiye topraklarını, özellikle Manyas Gölü’nü çok severler. Evliya Çelebi onlardan “saka kuşu” diyerek söz etmiştir. Saka, su dağıtan anlamına gelir. Pelikanın gagasının altındaki 13 litreye kadar su alabilen keratin kesesi kuşkusuz bu isimlendirmenin yegane sebebidir. Pelikan avlandıktan sonra gagasındaki suyu boşaltır ve yakaladığı balığı mutlaka havaya atıp ters çevirerek baş aşağı yutar. Pelikan avını asla kuyruk tarafından yutmaz. Boynunu içeri çekerek uçan pelikanın havadayken iri göğsü iyice dışarı çıkar. Pelikan bu haliyle dev bir kargo uçağını andırır.
Pelikanları da uçakları da seviyoruz
Sanıyorlar ki uçakları sevmiyoruz, havalimanlarından nefret ediyoruz. Tabii ki uçakları seviyoruz, kim sevmez ki? Yolculuğun temiz, konforlu, eğlenceli olmasını kim istemez. Uçağın camından görünen manzara mesela, kimi büyülemez ki?
Çöl Toygarı – Alaudidae
Tarla kuşu olarak da bilinir. Tepesinde genelde kapalı duran bir tüy öbeği bulunur. Türün diğer üyelerine Anadolu’ya yapılan kara yolu seyahatlerinde sık sık rastlanır. Yol kenarında hatta bazen yolun ortasında çizgi filmden fırlamışcasına aceleci adımlarla koşturan tepesi tüylü kuş toygardır.
Çölde tek tük kuş olur, gölde yüzlerce
Derken uçak seyahatlerimizde manzaranın artık o kadar da büyüleyici olmadığını fark ediyoruz. Anadolu’nun üzerinden geçerken nefes kesen sonsuz çorak topraklar mesela, gerçekten de doğanın o çöl buhranı artık nefeslerimizi kesiyor. Belki okurken biraz da olsa nefeslenirsiniz diye, yazımıza köprü-havalimanı inşaatı gibi beton görseller yerine Türkiye’nin kuşları ve onların cicili bicili özellikleri eşlik edecek.
Angıt – Tadorna Ferruginea
Çift olarak yaşarlar, yaşamlarının sonuna kadar eşlerine sadık kalırlar. Biri vurulduğu zaman, diğeri bölgeden uzaklaşmaz. Tüfek sesine rağmen eşinin olduğu bölgeden kaçmayan kuşun bu güzel özelliği haksız bir şekilde argoya küfür olarak geçmiştir.
Şehir de insanına sadıktır?
Şehir insanını karşılar derler. Mesela havalimanında hoş geldiniz yazar ya hani, İstanbul semalarına yaklaştığımızda görünen milyarlarca kiremit, hangimizin içinde samimi bir hoş gelmişlik duygusu uyandırıyor? Hoş gelmek ne kelime, şehrimiz artık yüzümüze gayet net bir şekilde defolup gitmemizi bağırıyor. İstanbul bize daha ne kadar sadık kalabilecek, bilen var mı?
İstanbul’dan vampirleşmiş garip bir organizma yarattık, güzel İstanbul artık var olmak için çevresine saldırıyor. Kendi sınırlı kaynaklarını kuruttu, suyunu bile çevre bölgelerden alıyor. Bu sebepten kuraklık sadece İstanbul için değil, artık çevresi için de bir tehdit.
Yelkovan – Puffinus Yelkouan
İstanbul Boğazı’nda kanatlarının ucu suya değercesine hızla uçan sürüleri görmüşsünüzdür, işte o çılgınlar yelkovan kuşlarıdır. Boğaz’da her mevsim binlercesi görülen bu kuşların, sınırlarımız içinde ürememesi imkansız. Ancak yıllardır yapılan çalışmalara rağmen Karadeniz’e kadar uzanan boğaz çevresinde üreyen bir koloni tespit edilebilmiş değil. Yerli yabancı bir çok araştırmacı yıllardır bu gizemi araştırsa da, henüz kimse bir sonuç alamadı. Binlerceler ama nerede konakladıklarını, ürediklerini kimse bilmiyor, nasıl gizem?
Gizem demişken
Dünyanın sayılı havalimanını yapacağız diyorlar, peki yeri hangi kriterlere göre belirlendi? Mühendisler, şehir planlamacılar, ekologlar, seçilen alanın olabilecek en yanlış yer olduğunu ısrarla söylüyorlar ve konuyla ilgili sayfalar dolusu rapor yayınlandı. Peki ille de Kuzey Ormanlarını katletmek için nedir bu inat ve gizem?
Evet uçakları seviyoruz, havalimanlarını da, ama uçağın camından aşağıya baktığımızda sadece beton görmek istemiyoruz. Hiçbir şeyi istemez bunlar diyorlar, akıllarınca “istemezükçü” diye isim takıyorlar; bir vampir gibi histerik olmayı elbette istemezük; ne sanmıştınız ki?
Uçaktayken Edirne sınırını geçtiğimizi anlamak ne kadar acı ve kolay. Aşağıya baktığımızda milli parklar, ormanlar, göl ve dağlar… Evet dağ, üzerinde, çevresinde ne bir su kaynağı ne de bir ağaç kalmadığı için artık dağları bile çorak topraktan ayırıp seçemez olduk.
Karabatak – Phalacrocoracidae
Diğer bir çok su kuşunun kuyruk altında bir salgı bezi bulunur. Kuşlar gagalarıyla buradan salgılanan yağı üzerilerine sürerek tüylerini su tutmaz hale getirirler. Karabataklarda bu salgı olmadığından kanatlarını güneşe çevirip kurutmak zorundadırlar. Kanatları açık, uzun uzun güneşlenmelerinin sebebi budur.
Çamaşır kurutacak yer kalmasın
Yurt dışına çıktığında “yahu ne güzel korumuşlar doğayı, şehirleri” diyen adamla, memlekete döndüğünde çevre koruma protestolarına tepki gösteren adamın aynı adam olması, ne kadar acı ve kolay. Doğayı kalıp betonlarla kaplayıp adına gelişmişlik demek ne kadar acı ve kolay. Artık kara bitti, denize beton döküyoruz. Denizdeki beton derken karabatakların kanatlarını kuruttuğu mendireklerden bahsetmiyoruz, denizi boğarcasına örten devasa beton çöllerinden bahsediyoruz.
Flamingo – Phoenicopterus
Anadolu’da allı turna olarak bilinir. Renkleri yedikleri besinlerin içinde bulunan karotin maddesine göre beyazımsı ya da pembemsi olur. Mesela yeterli miktarda karides yiyen bir flamingo pembe olur diyebiliriz. Flamingolar bir buçuk metreye varan boylarıyla çok zarif hayvanlardır. Boylarına rağmen oldukça iyi uçarlar. 2003 yılında Gediz Deltası’nda halkalanan yavrulardan bazıları Fransa, İtalya, İsrail ve Yunanistan’da gözlemlenmiştir.
Allı turnam bizim ele varamıyor
İnsan çoğaldıkça renkler beton grisi ve asfalt siyahına dönüyor. İstanbul yüz ölçümü olarak Türkiye’nin küçük kentlerinden. Kentin kilometre kareye düşen kişi sayısı 2400’e yaklaşıyor. Sürekli göç alan şehir Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu 2009 tahminlerine göre Küba, Yunanistan ve İsveç gibi 118 ülkeden daha büyük nüfusa sahip.
Bu rakamların ürkütücülüğü “3. Havalimanı uzaydan görülebilecek” ve “3. Köprü dünyanın 9. büyük köprüsü olacak” gibi başka rakamlarla sıvanmak isteniyor. Aslında temel sorun biraz da bu büyüklük kompleksinden kaynaklanıyor. Hele ki bir projeye “Büyük” denmeye görsün, hemen akan sular duruyor, derelerin suyu kuruyor.
Saz delicesi – Circus aeruginosus
Atmacagillerden olan bu güzellik, ülkemiz kuşları arasındaki en yakışıklı çocuklardan birisi. Adındaki deliceyi bakışlarında da görmek mümkün. Çiftleşme döneminde hızlı dikey inişler yapar. Bu sebepten mi bilinmez, İngilizlerin dikine iniş kalkış yapan ünlü savaş uçağı Harrier’a adını vermiştir.
Siyasetçi Çılgın Sedat’a bağlarsa
Öyle ki “büyük” yetmiyor, doğayı katletmenin üstü artık “çılgın” kelimesiyle kapatılıyor. O kadar çılgınız ki insanla çağlayan İstanbul’da yer kalmadığı için artık kuzeyindeki tek yeşil alanı imara açıyoruz. Çılgın demek yetiyor; projenin tam yeri, kim tarafından hazırlandığı ve nelere mal olacağı gibi durumlar detay olarak kalıveriyor. Çünkü Türkiye gelişiyor, yersen. Doğaya karşı giriştiğimiz bu delicesine savaşı kazanmamızın imkanı yok. Kaybımız ise geri getirilemez olacak.
Toy – Otis Tarda
Uçabilen en büyük kuşlardandır. Hatta ülkemizde uçan en büyük kuştur diyebiliriz. Erkek toy kuşunun ağırlığı 18 kiloyu aşabilir. Sakın hafife almayınız, 18 kilo demek 4 yaşındaki bir erkek çocuğun ortalama ağırlığı demektir. Osmanlı döneminde heybetiyle çok makbul bir av kuşu olmuştur. IV. Mehmet’in Trakya Ovası’ndaki av seferlerinin aranan kuşudur toy. Ülkemizde nesli tehlike altındadır. Açık alanları seven bu güzel dev, 2 km’lik bir açıklık görmedikçe kolay kolay yere inmez.
Her dev senin kadar güzel değil
Şehri “rahatlatmak” için köprü yapmak, ormanını kesip kavşak, suyunu kurutup havalimanı yapmak bir işe yarıyor mu? Beton dikmek ne trafiğe, ne de İstanbul’un inanılmaz kalabalığına çare üretebiliyor; aksine bu kısır döngüyü hormon basılmış kof gıdalarla besliyor, şehri gitgide eli yüzü şişmiş dev bir gulyabaniye çeviriyor.
“Yieaa ama trafik sıkışıyor yieaa” diyenler için bundan önceki köprülerin nelere deva olduklarını göstermek gerekli. 1973 ve 1988 yıllarında inşası tamamlanan boğaz köprüleri tamamlandıktan sonra hızla kendi trafiklerini yarattılar. Boğaz Köprüsü’nün yapımına gerekçe gösterilen transit trafiğin boğaz geçişlerindeki payı %3. Kentin nüfus artışı yılda %4 iken, özel otomobil sahiplerinin yıllık artışı %16’ya ulaşmış. Yani nüfus artışının dört katı özel araç kullanımı söz konusu.
Kızıl kumkuşu – Calidris ferruginea
Yağmur kuşları takımının çullukgiller familyasındandır. İlkbaharda Marmara’dan Ege’ye yapacağınız bir yolculukta sığ su birikintileri ya da göl kenarlarında vereceğiniz molalarda bu sevimli arkadaşları gözlemleyebilirsiniz. İnce, uzun, kıvrık gagasıyla kumu eşeleyerek böcek ve küçük kabukluları ararlar.
Kum denizde, gölde, akarsuda güzel
Evet, trafik sıkışıyor ve sıkışmaya da devam edecek, çünkü çözüm yeni inşaat alanları açmakta değil. Çözüm insana, doğaya saygılı bir şehir planlamasıdır sevgili doğuştan köprü uzmanı, havalimanı tasarımcısı, kanal oyma operatörü arkadaşlar. Örneğin şehirde esen rüzgar boğazdan erguvan kokusu taşımalı, toz, kum, çimento artığı değil. Taksim Meydanı’ndaki yeni dökülmüş betona henüz ıslakken düştün varsay. Çırpındıkça batıyorsun; bir yandan da beton kuruyor. İşte denize, ormana, göle, akarsuya yaptığımız şey de aynen budur.
Batağan – Podicipedidae
Batağan’ın olayı batmasıdır. Bu afacan bir tehlike sezdiği zaman tüylerinin arasındaki havayı dışarı vererek yavaş yavaş batar. Diğer su kuşlarıyla karıştırmayınız, batağan dalmaz, batar. Su üstünde durduğu yatay pozisyonu hiç bozmadan bir denizaltı gibi yavaş yavaş batar.
Batsın bu dünya
İstanbul’un Boğaz’ı var ama akarsuları, büyük gölleri yok. Var olanlar da artık kullanılamıyor. Yine aşırı gelişip büyüdüğümüz 1990’lardan beri sanayi atıklarıyla doldurduğumuz Küçükçekmece Gölü kullanılabilir su havzası niteliğinden çıkalı çok oluyor. Çevresi ve dibiyle şehrin ortasında kocaman bir bataklığımız var desek yeridir.
Bugün Küçükçekmece Gölü’nün çevresindeki lagün alan, imara açıldı ve artık orada insana “değer veren”, yaşam kalitemizi yükselten projeler yükseliyor. Tesadüfe bakın ki çılgın kanalımızın geçeceği noktalardan biri de yine burası. Kuşların durup dinlendiği sulak alanlara, her geçen gün biraz daha sızıyor, doğal yaşam alanlarını yok ediyoruz. Aslında yüzyıllardır onlarla birlikte dostça yaşıyorduk.
Köprüler yapılıyor, yol, kavşak her şey tamam, peki neden hâlâ trafik var? Bu kafayla sürekli köprü yapmak gerekecek; kaç tane köprü yapacağız, 5? 9? 13?
Leylek – Ciconia ciconia
Türklerin belki de en sevdiği kuştur leylek. Yaz sonunda güneye doğru göç ettiği için “hacı” lakabını bile takmışızdır bu kuşa. Hastalanan ya da kanadı kırılıp da göç edemeyenlere asırlar boyunca Eyüp Sultan Camii’nin avlusunda bakılmıştır. Boğaz’daki toplam leylek göçü 200.000’i bulmakta. Bu göçe ayrıca 30.000 kadar yırtıcı kuş da katılmaktadır. Yeni havalimanı, köprü ve Kanal İstanbul projelerinden en çok etkilenecek olan kuşlar da muhtemelen leylekler olacak.
Leyleği havada görelim, hep havada kalsın, konacak yer bulamasın, havada ölsün!
Havalimanı bölgesinden en fazla sayıda göç eden kuşlardan olan leyleklerin ağırlıkları 3-3,5 kg arasında. Koç Kampüsü-Rumeli Kavağı ve Terkos ilkbaharda yüz binlerce leyleğin göç rotası üzerinde. Süzülerek göç eden kuşların rotaları on binlerce yıldır aynı güzergâh üzerinden geçiyor. Bu yolun değiştirilmesi mümkün değil. Uçaklara çarpan kuşlarla meydana gelebilecek kazalar uçmanın fıtratından mı sayılacak? 3. Köprü, 3. Havalimanı proje alanının üzerinden yıllık 800 bin kuş süzülerek göç ediyor. İstanbul’un kuzeyinde bulunan ormanlar üzerinden geçen kuşlar, buralarda geceleyip besleniyor. Bu kuşlar Bern Sözleşmesi’yle korunuyor. Olabilecek kazalar için alınacak önlemlerin garantisi yok ve masrafı çok.
İbibik – Upupa Epops
Adından da anlaşılacağı gibi başının üzerinde horozunkini andıran bir ibik vardır. Uçları siyah turuncu tüylerden olan bu ibik açıldığında göz kamaştıran bir yelpazeye dönüşür. Osmanlıda yeniçeri çavuşlarının başlıklarında buna benzer bir yelpaze olduğundan ibibiğe “çavuş kuşu” da denmiştir. Kuşun bilimsel adı olan “Upupa” ya da İngilizce ismi “Hoopoe” ötüşündeki U-bu-bup seslerinden gelir.
İbibikler öter ötmez git buradan
100.000 yolcu olarak ortaya atılan proje, Başbakan’ın 120.000 olsun demesiyle, birden 20.000 arttı; yoğun hava trafiği olacağı düşünülen projenin ne çevre etki değerlendirme raporları ne de planları şeffaf. Küçükçekmece hattından başlayarak 3. Havalimanı ve 3. Köprü’nün bulunduğu bölgeye 2,5 milyon kişi yerleşecek. Yani İstanbul’un son doğal sulak ve ormanlık bölgesine yeni bir şehir kurulacak. Çok ibibik bir durum değil mi bu, hayır kuşa hastayız da, durumu tabir için bu benzetme cuk oturuyor…
Yalıçapkını – Alcedo Smyrnensis
Rumca kökenli yalı kelimesi deniz kıyısı demektir. Çapkın kelimesi de bugünkü anlamında farklı olarak hızlı ve çevik anlamındadır. Kıyılarda çılgın bir hızla uçan bu güzel kuşun ismi buradan gelir. Bir metreye kadar dalabilen bu minik güzellik adeta havayı yararak uçar ve inanılmaz hızlara ulaşabilir. İsmindeki “Smyrnensis” kelimesiyle tam adı İzmir Yalıçapkını’dır.
Rant çapkınları
Birileri çok zengin olacak, açılışlar yapılacak, Boğaz’da tarihi yalıları kapatacak, biz alkışlayacağız, parasını cebimizden verdiğimiz, hatta gelirine borçlanarak garantör olduğumuz projelere çılgınlar gibi sevinecek, halaylar çekeceğiz. Bizim son yeşil alanımız yok olurken, Thames Nehri’nin ucuna planlanan yeni havalimanına çevredeki doğal hayata zarar vereceği gerekçesiyle itiraz edilecek, İngiliz projesini iptal edecek, İngiliz gelişemeyecek, Alman zaten bize haset ettiğinden gelişemiyor, aslında kimseler gelişmeyecek, yalnız biz gelişeceğiz, gelişmede çılgın atacağız. Suyumuz, ormanımız, kuşumuz, olmayacak; olsun, çocuklarımız AVM’deki top havuzlarında plastik toplarla oynayacak, başlarında AVM’nin diktiği bakıcıları bile olacak, gelişmişlik bu değil de nedir?
Küçük Orman Kartalı – Aquila Pomarina
Dünyadaki tüm Küçük Orman Kartalları Türkiye üzerinden göç etmektedir. Afrika’da kışlar ve İsrail, Lübnan, İskenderun üzerinden Türkiye’ye giriş yaparlar. Bulgaristan üzerinden Belarus, Romanya ve Polanya gibi üreme alanlarına dağılırlar. Boğaz üzerinden göçleri Çamlıca Tepesi’nden gözlemlenebilir. Bu sırada İstanbul’un yarı psikopat kargalarının alanlarını korumak için kartallara saldırdıkları da kaydedilmiştir.
Kartalları bile korkuttular
Mesela Münih’deki AVM sayısını biliyor muyuz? Münih merkezinden 20 dakikalık bir yolculukla Alplere ulaşıldığını, 2000 metreye yürüyerek çıkıldığını, el uzatılsa dokunulacak mesafeden kartalların süzülüşünün izlenebildiğini biliyor muyuz? Autobahn (otoban) kelimesini türeten Alman’ın yüksek ihtimalle “az gelişmiş” olduğu için, o dağ yollarına asfalt dökmediğini, araç trafiğine açmadığını biliyor muyuz? İstanbul’da AVM sayısının 100’ü bulduğunu, aynı kartalın (Küçük Orman Kartalı) neredeyse tüm popülasyonunun İstanbul Boğazı üzerinden Levent-Maslak semaları boyunca, yok olacak Kuzey Ormanları hattından göç ettiğini, bu kafayla gittiğimiz sürece, ne içecek suyumuz, ne soluyacak havamız, ne dokunacak tabiatımız kalacağını biliyor muyuz?
Başta da dediğimiz gibi uçakları da, havalimanını da, bu ülkenin ağacını, suyunu, kuşunu, böceğini de, Yunanistan’ın, Arabistan’ın, Ermenistan’ın, Almanya’nın ağacını, suyunu, kuşunu, böceğini de çok seviyoruz; herkesin böyle hissettiğine de şüphe duymuyoruz. İsteğimiz, bu tip projelerin çağdaş toplumlarda olduğu gibi şeffaf etki değerlendirme raporlarına uygun, doğanın kalbine hançer saplamadan yapılabilir olması. O vakte kadar şimdilik “İyi uçuşlar!” dileriz.