Başlığı gördüğünüz anda “Lan bu herifler neden durduk yere Hakan Peker’e Safranbolu’yu anlattırmışlar?” diye düşünebilirsiniz, çok normal.
“Bizim Oralar” yeni başladığımız bir seri. Her hafta sevdiğimiz insanlar ile bir araya gelip onların, kendilerini ait hissettikleri bir yeri konuşacağız. Bu bazen bir şehir olacak, bazen bir mahalle, bazen bir yol…
İlk bölümde ise hastası olduğumuz sanatçı abimiz Hakan Peker ile konuştuk. Hiç düşünmeden kendini Safranbolu’ya ait hissettiğini söyledi.
“Çocukluğum Safranbolu’da geçti”
Bora: Ne alakan var abi Safranbolu ile?
Hakan Peker: Safranbolu’yu çok seviyorum. Çok eski bir tarih orası. Osmanlı’dan kalan evler beni adeta geçmişte yaşatıyor.
B: Hiç yaşadın mı orada?
H: Benim annem Safranbolu’nun Eflani kazasından. O yüzden biz çocukluğumuzdan beri Safranbolu üzerinden Eflani’ye, köye giderdik.
“Disneyland’de gibiydim”
B: Nasıl vakit geçiriyordunuz çocukken?
H: O köy düzeninde ne gerekiyorsa yapıyorduk arkadaşlarla beraber. Çobanlık, hasat zamanı ırgatlık…. Tabi o zaman şimdiki gibi imkanlar yok. Çocukluğumda deste arabaları dediğimiz arabaları öküzler çekerdi. O kadar doğanın içinde, hayvanlar içindeydik ki Disneyland’da gibiydim o zaman. Büyük bir park düşün, bütün hayvanların olduğu. O hayvanlarla beraber yaşıyorsun işte. Bu da çocukken insanın enerjisine çok farklı şeyler katıyor tabi ki.
“En önemli şey sabah kahvaltıları`
B: Şu an gittiğinde en çok neyi seviyorsun?
H: Oranın en önemli şeyi konakların önünde sabah kahvaltıları. Kuş sesleri arasında 1 saat kahvaltı edersin. Zaten 5-6 saat uyumuş olsan bile temiz havadan uykunu almış olursun, o keyifle kahvaltı edersin.
“Safran Konak’ta kalıyorum”
B: Nerede kalıyorsunuz? Nereleri önerirsiniz?
H: Hep konaklarda kalıyorum. Genelde Safran Konak’ta. Bir de Park Otel var…
“Kuyu kebabı yemelisiniz”
B: Yemek?
H: Çevikköprü diye bir yer var, orada çok güzel kuyu kebabı yapılır. Mutlaka deneyin!
“Sessizliğin sesini duyabilirsiniz”
B: Böyle yerler insana meditasyon gibi gelir. Safranbolu’nun sizin için böyle bir anlamı var mı?
H: Tabi ki… Her şeyden önce tek başına kalıyorsun ve gökyüzünü görüyorsun. İnsan görüşü 20km-30km ve bu çok müthiş bir ferahlık, rahatlık getiriyor. Buna sessizliğin sesi diyorum ben. Kendinle fazla baş başa kaldığın için fotoğrafın da dışına çıkabiliyorsun. Kendini dışarıdan görme şansına sahip oluyorsun. İş hayatını, özel hayatını, yaşadığın şehri, kariyerini… Kendine bakıyorsun orada. İşte o zaman hayatta yapmak istediklerinle ve ne yaptıklarınla yüzleşiyorsun. Yapamadıklarını düşünmeye başlıyorsun. Bugüne kadar ne yapmadım diyorsun, onlara vakit ayırmaya çalışıyorsun.
“Yaşamı zorlaştıran insanlar.”
B: Safranbolu’dan buradaki hayatına bakıp eksikleri görünce kötümserleşiyor musun peki?
H: Yaşam ne istediğin ile alakalı bir şey ve aslında hiç de zor değil. Onu zorlaştıran insanlar. Hayat standartlarınız, egolarınız, arabalarınız, evleriniz, sonra onları ödemek için harcadığınız efor onu zor yapan. Aslında Anadolu’da bir çok yerde yaşam daha kolay.
İyi giyinme derdin yok. Marka derdin yok. Bir tane araba ayağını yerden kestikten sonra her yere gidebilirsin. Yemek ucuz, içmek ucuz, insan ilişkileri rahat, insanlar cömert… Yani yaşamak için çok da fazla bir şey gerekmiyor aslında. İnsanlar kendilerinin yaşam standartlarını yükselttikçe, onun altında ezilip mutsuz olmaya başlıyorlar. Dertleri “Bu ayda evin/arabanın kredisini ödeyemedim!” oluyor. Hayatlarını büyütüp, altlarında eziliyorlar. Bu da mutsuz ediyor insanları çoğunlukla.
“Amaçlar, hedefler hiç bir zaman bitmiyor.”
B: Bahsettiğiniz şeye bir yaşam biçimi dersek, bu yaşam biçimini İstanbul’daki hayatınıza uyarlayabildiniz mi?
H: Denemeye çalışıyorum, dengeleyebiliyorum diyelim. Yaptığın işte eğer başarıyı yakalamışsan bir tatmin hissi oluyor. Tatmin olduktan sonra dinginleşiyorsun, daha rahatlıyorsun. Kendini kendine veya başkalarına ispatlama gereği duymuyorsun. Ben yaptım zaten diyorsun. O zaman daha sakin olabiliyorsun. Safranbolu’nun tadını çıkarıyorsun =).